Başka şeyler yazacakken yine hastalık yazar buldum kendimi. Bu marazi hâlden sebep, çevreye verdiğim rahatsızlıktan dolayı özür diler, derdimin sizleri bedbaht hastalık hikâyelerimle bunaltmak olmadığını baştan belirtirim. Şimdi başlayalım hikâyemize:

Serena’nın görece hafif atlattığı Chikungunya (Buralarda kendisine kısaca Chick-V de denen bu virüs ile ilgili daha ayrıntılı bir yazı tıklayınız.) vakasının ardından üç elemanlı aile kümemizde iki faranjit, bir alt solunum yolları iltihabına bağlı öksürük nedeniyle tam kadro isteksiz bir antibiyotik kürü yaptık. Isının 25 derecenin altına düşmediği bir havada üşütmek de bir beceri tabii ama işte hep o terli terli yenen rüzgârlar, sağdan soldan vuran vantilatörler, biz evde kullanmasak kaç yazar, kimi dükkânlarda marketlerde sanki elektrik bedavaymışcasına açılan klimalar hasta eder ya insanı.

Neyse “bağışıklığımız iyi galiba, çabuk ve kolay atlatıyoruz” derken üç gün önce sağ kürek kemiği ve sol bileğimde bir ağrı ile uyandım. Bir önceki gün dalış eğitiminde tüp çıkarsa suyun altında nasıl yeniden takılır çalışması yaparken fazla zorlamışım hamlamış bedenimi diye geçiştirmeye çalışsam da ilerleyen saatlerde artan ağrılar, yükselmeye başlayan ateş ve vücudun değişik yerlerinde beliren kızarıklıklar ile hemen hemen bütün semptomlar yerini bulmuştu. Bu yakınlardaki kliniklerde mesai saatleri dışında sürekli doktor bulmak pek mümkün değil, duruma göre telefonla geliyor doktorlar. Yarım saat bekledikten sonra gelen doktor neyse ki geçen sefer gözlerini patlata patlata konuşan doktordan biraz daha mı sempatik ne (zaten yolda Serena o doktorun taklidini yapıp o varsa ben korkarım diyerek baştan resti çekmişti). Kendi karısı da geçenlerde chikungunya olduğundan empati dolu bu doktor, hem de beni beraber muayene etsinler diye Serena’ya da bir stetoskop verince gönlünü kazandı bizimkinin hemen.

Bildik bir takım lafların dışında bu sevimli doktorun da söyleyecekleri kısıtlı, ama dürüst en azından. Bilmiyoruz diyor ben ısrarla sordukça: “şimdi beni sokan bir sinek sizi de sokarsa siz de chikungunya mı oluyorsunuz? Yoksa o sinek yavrulayınca onun yavruları mı taşıyor virüsü?” “Aslında bakarsanız sadece sivrisineklerle bulaştığından bile emin değiliz artık”. Hı? Birkaç dakika manasız bir sessizlik. Bu sağda solda konuşulan bir şehir efsanesi ama ilk kez sıradan insanlar dışında “yetkili bir ağızdan”  duymak bir acayip doğrusu. Ne yani hava yoluyla da mı bulaşıyor bu meret? Ateş ve ağrıya karşı Parasetamol, C vitamini ve kaşıntıya yönelik bir ilacın yanı sıra antienflamatuardan oluşan reçeteyi alıp yine bir dünya para ödemek üzere eczaneye gidiyoruz zira ilaçlar cidden pahalı Jamaika’da.

Sanırım bu antienflematuar ilacın da etkisiyle eklem ağrılarım o kadar dayanılmaz değil ve tamamen geçmese de çabuk rahatlıyorum bence, etrafımda diğer gördüğüm vakalara göre en azından. Ama antienflematuar vermek biraz riskli sanırım, çünkü bu tür kimi ilaçlar dang hummasında iç kanama riskini artırabiliyormuş, chick-V ile dang hummasının da belirtileri çok benzer olduğundan risk almamak için eklem ağrılarını en çok rahatlatan antienflamutuar vermiyor genelde doktorlar. 42 dereceye çıkan ateşi nedeniyle ambulansla hastaneye kaldırılan Kolombiyalı üst kat komşumuzun 9 yaşındaki oğluna ancak kan testi yaparak kesin tanı koyunca verdilerdi antienflamatuar.

Cumartesi günü yatakta uzanmış PADI Dalış sertifikası için geriye kalan iki dalışımı, yapmayı düşündüğüm röportajları ve sigarayı bıraktığım üç haftadan beri ritme oturtmaya çalıştığım sabah koşularını bir süreliğine ertelemek zorunda kalacağımı düşünüp, beni bu hale getiren bu hastalıkla sinir harbine girmek üzereydim, bir anda içimden başka bir ses duyduğumda: “virüsle mücadeleyi bırak”. Ben ki üç cümlesinden biri “keşke” ile başlayan, ben ki maziyle didişmekten mazoşistçe bir zevk alan, ben ki kılı kırk yararak yaptığı planları bozulunca sudan çıkmış balığa dönen obsesif kompulsif eğilimler yumağı Selen bir anda yatakta kendi kendime gülümserken buldum kendimi. “Oh! Ne zamandır izlemek istediğin bir film vardı hadi aç onu izle, hiçbir program yapma, biraz hastasın kabul et, belirsiz bir tarihe kadar hiçbir halt yapamazsın, tadını çıkar işte”. Ağrılarım ben bu virüsle savaştığım için vardı, savaşmayı bırak, “şımarıklığını topla bir rafa kaldır ve hastalığı, virüsü, olumsuzlukları, planlanmayan sonuçları da güzellikler gibi kabul et”.

Louise Hay’in Hastalıkların Zihinsel Sebepleri kitabına göz gezdirmişliğim, ara sıra içsel çalışmalar, yoga ve meditasyonlar yapmışlığım, bu tür konulara merakım vs. olsa da ilk kez bu basit ve yalın gerçek vahiy oluyordu, hem de bu kadar somut, kendiliğinden, hayatın içinden, durup dururken. Sırıtıyordum hin hin bir yandan. “Tamam ulen” dedim içimden “bırakıyorum kendimi, bu hastalığa değil belki ama bu deneyime teslim oluyorum.” Olabildiğince bu virüse böyle yaklaştım bu süreçte ve beşinci gün sabah koşuya olmasa da yürüyüşe bile çıkabildim, kimilerinin haftalarca doğru düzgün yürüyemediğini düşünürsek gayet iyi atlatıyorum bu acayip isimli hastalığı. Evet, dışarıda bir dünya dolusu insan ömür boyu bu tür ağrılarla yaşamaya çalışıyor, bir gün, bir hafta ya da bir ay bunu yaşayacağım. Hem çeşitli hastalıklarla bir ömür yaşayan diğer insanlar gibi benim de bunu yaşamanın bir nedeni olmalı, evet bu bir deneyim ve bir nedeni vardı bu deneyimin. Belki bunu fark etmem içindi. Belki bambaşka bir şey. Belki de sadece bu hastalık sayesinde varlığını hatırladığım çenemde, el ve ayak parmaklarımda ve bilumum ücra köşelerimdeki eklemlerimi fark etmem içindi. O eklemleri de, o eklemleri bir süre kullanılmaz kılan virüsü de sevmem içindi. Peki ya uyuza yakalanmış gibi kaşınıp durmaya da mı dayanamazsın?  Kızmayı bırakamaz mısın? Geçmişte olmuş bitmiş bir olaya, hatta yaşamımın bu ana kadar akışının tamamına, uykusundan ağlayarak uyanan kızıma, şunları yazarken bile vücudumun en olmadık yerlerine batan iğne duygusuna, binlerce karınca dolanıyormuş hissine neden olan bu virüse, sisteme, izin versem bu şahane adada geçen günlerini karartacak şu bitmez bilmez inşaat sesine kızıp durmayı bırakıp, sadece bir an dursam ve dursam ve bir daha durup derin bir nefesle bütün kötücül düşüncelerimi, kızgınlıklarımı hepten çöpe atamasam da bir süreliğine en azından raflara, ne bileyim karanlık dolapların nemli köşelerine falan kaldırsam?

Evet, evet kesinlikle kaldırsam….