Budapeşte’nin yoksul Józsefváros semti… Macun Derneği üyeleri, Pal Sokağı Çocukları bir ordunun neferleri…

Bir ‘arsa’ ne kadar değerli olabilir ki? Ya da bu değer uğruna neler yapılabilir ki? Söylesenize, peki ya sizin hiç arsanız, mahalleniz, sokağınız ya da bir vatanınız oldu mu? Vatan algısı sıfıra yakın bir insan olarak bu algımın gün yüzüne çıktığı tek yer ‘bizim mahalle’. Çünkü benim de tıpkı Pal Sokağı Çocukları gibi bir zamanlar üzerinde oyunlar oynadığımız arsa için siperlerde yerimi almışlığım, boyumdan büyük çocuklara efelenmişliğim var.

Öyle ya, orası bizim sahiden vatanımız. 7/24 onunlaydık. Çift kale maç yaptığımız, ilk defa birine âşık olduğumuz, evden çokomelli ekmek arası yaptırıp, duvarına yaslanıp yediğimiz yer. Yeri geldiğinde sığınağımız, yeri geldiğinde eğlence köşemiz, kamelyamız. Üstelik, kocaman bir kavak ağacı bile var. Sanki tanrı onu oraya bilerek koymuş. Yoksa nasıl, sabahın en erken saatlerinden gece yarılarına kadar saklambaç oynarmışız ki… Burası bir mahalle. Bezendiği tüm sıfatlarla bizim ilk efsanemiz!  Dolayısıyla farkında olmadan, onun için her şeyi yapar hale gelmişimiz. Haklıymışız. Çünkü o, halen üzerine düşen görevi yapıyor. Eskisi gibi tıpkı, olduğu gibi duruyor. Her ziyaretimizde, yanından her geçişimizde, minik bir kavanoza sıkıştırdığı çocukluk kokusunu burnumuzun ucuna ucuna estiriyor. Sade, sayımda bir eksiği var. Gözümüze ilişemeyince, üzülüyoruz.Tepesine kalaslar taşıyarak kendimize ev yaptığımız incir ağacı… Kesmişler, yemişler, yerine kocaman yepyeni bir bina dikmişler. Hiç biri bilememiş, orasının aslında bizim başkentimiz olduğunu!

Gelgelelim, çocukluğunu betonarmelerin arasında geçirmişler, bütün bunları anlamakta güçlük çekebilirler. Gizli gizli evden kaçıp, yaşadığı yer uğruna savaş hazırlıkları yapmamış, ham incirlerden kendilerine bomba hazırlamamış olanlar kim bilir bütün bu yazdıklarımı gülünç bile bulabilirler. Sokağını veya sokağındaki herhangi bir şeyi korumak adına bir gün olsun savaşmamış çocuklar, arsaları uğruna siper olmuş, savaşmış Pal Sokağı Çocukları’nı da asla hissedemezler. Ateşler içinde tutuştuğu halde yatağından kalkıp, Pal Sokağı Çocukları’na özgü kasketini takıp, arsası uğruna dikelip, savaş meydanında boy gösteren Nemecsek’i, boyundan büyük cesaretiyle koca bir minikler ordusunu yöneten Boka’yı, yaptığı hainlikten sonra ilk günkü gibi olma çabalarındaki Gereb’i! Tüm bu çocukların tek bir büyük adamdan korkmayıp, Kızıl Gömlekli’ler ordusu çocuklarından endişelendiklerini… Arsaları uğruna bir ordu disiplininde savaşa karışıp, zafer kazanıp, zavallı küçük sarışın oğlana veda edişlerini, gözlaşlarını… Gözyaşlarına ara verip vatanının kapısından son bir kez ona bakan Boka’nın basit çocuk ruhunda yer değiştiren o şeyleri… İşte tüm bunları asla hissedemezler!

Pál Utcai Fiúk, öyle herhangi bir yer değil. Evet.  Halen Boka, Nemecsek, Barabas, Csele ve diğer tüm Pal Sokağı Çocukları’nın ruhuyla yaşıyor. Ferenc Molnar, yaklaşık 100 yıl önce yazmıştı Pal Sokağı Çocukları’nı… O bu kitabı yazdığından beri dünyanın bütün çocukları biraz da Pal Sokağı’nda yaşıyor…