Bir süre önce alevlenen ve aslında hâlâ devam eden kürtaj tartışmasının Türkiye için en öğretici taraflarından biri, bedenin devletin yatırım aracı olarak görülmesi halinde ne etik ne de ahlak denilen temel kaidelerin işe yaradığıydı. ABD siyasetine aşina olmayıp, kürtaj tartışmalarının nasıl sağlam bir gündelik siyaset malzemesi üretebileceğini bilmeyenler, Türkiye’de aslında çoktan ve binlerce kadının hayatına mal olduktan sonra çözülen kürtaj probleminin bir siyasi polemik meselesi olarak tekrar gündeme getirilmesini şaşkınlıkla izlemişlerdi. Görünürde bunun bir anlamı yoktu. Çünkü Türkiye zaten işleyen bir kürtaj politikasına sahipti.

Meselenin bir başka yönü daha vardı oysa: Nasılsa herkesin bir ucundan tutacağı böyle bir polemik, bir yandan da devletin baskı ve denetim mekanizmalarını neremize kadar nüfuz ettirmek niyetinde olduğunu gösteriyordu. Çoğumuz, özellikle kadınlar için asıl dehşetengiz gelişme de buydu. Kimi devlet adamlarının, gebelik testinin pozitif çıktığı ilk andan itibaren cenine bir numara vermek ve hanehalkını bu müstakbel vatandaş ekseninde gözlemek gibi fantaziler geliştirdiklerine şahit olduk hep birlikte…

Bütün bu tartışma esnasında en zoru kadın olmaktı. Çünkü bütün dünya bedeniniz hakkında konuşurken, siz onu taşımak zorundaydınız. Bir anda kürtaj hakkında ne düşündüklerinden bağımsız bir şekilde etrafınızdaki herkesin gözünde bir üreme cihazına, bir yürüyen rahme indirgenmiş olmanın rahatsızlığını sapına kadar erkek bir kanun tartışmasında dile getirmenin pek yolu yoktu. “Benim bedenim, benim kararım” sloganı da tam olarak yansıtmıyordu durumu, çünkü bu da o bedenin öyle ya da böyle tabi olduğu her türden “ağ”ı yok saymaktan başka bir şey değildi. Düşünün, o kadar zaman bütün gücünüzle uğraşıp inşa ettiğiniz “kendiliğiniz”, bedeninizin bir fonksiyonuna indirgeniveriyordu.

Son günlerde ABD’de alevlenen bir tartışma devlet doğacak vatandaşa yatırım gözüyle baktığı zaman olabileceklerden yalnızca kadın bedeninin etkilenmeyeceğini gözler önüne serdi. Her seçim döneminde Cumhuriyetçilerle Demokratlar arasında yaşanan en çetrefilli polemiklere zemin oluşturan üreme politikaları kapışmaları bu defa erkek bedenini de hedef aldı. Tartışmanın burada örneklenen temsilcileri iki erkek yazar… Kaçınılmaz olarak hem dine hem bilime yapılan göndermeler havada uçuşuyor. Taraflar için öncelik elbette iddialarında haklılıklarını ispatlamak… Gereken referans kümesi nasılsa bir yerlerden bulunuyor. Dahası bu şekilde kullanıldığı anda o referans kümeleri de gözden düşüp bütün gerçekliklerini yitiriyorlar. Tartışmayı, beden söz konusu olduğunda siyasetin ne denli sapkınlaşabileceğine traji-komik birer örnek olarak yayınlayalım istedik…

Greg Hampikian: “Erkekler lüzumsuzdur!”

Boise State University, biyoloji ve ceza hukuku profesörlerinden Greg Hampikian, 24 Ağustos’ta New York Times‘da yayınlanan “Erkekler, Onlara Kimin İhtiyacı Var?” (Men, Who Needs Them?) başlıklı yazısında özetle hayatın devamı için erkeklere ihtiyaç duyulmadığını söylüyor ve bu önermesini şöyle gerekçelendiriyordu:

“Doğada tüm memeli hayvanlar dişilerinin özelliklerine göre kategorize edilirken, yalnızca insan türüne ‘homo’ takısı getirilmiş durumda. Bu ise 18. yüzyıl biliminin erkek egemen kurgusunun bir sonucu. Öte yandan günümüz koşulları erkeklerin bu baskın konumlarını daha fazla sürdüremeyeceklerini ortaya koyuyor. Kadınlar erkeklerle eşit olmanın ötesine geçiyorlar. Artık her zaman olduğundan daha ciddi bir biçimde ‘insanoğlu’ tanımlaması sorgulanır oldu. Çünkü türün devamında kadınların rolünün tartışılamazlığı her zamankinden daha inkâr edilemez bir şekilde ortada.

Memeli hayvanların davranışsal özellikleri bebeklerini nasıl yetiştirdiklerine bakılarak tespit edilir. Bu anlamda en tutkulu olansa kuşkusuz insan türüdür. ABD’de insanlar tüm ömürlerinin yüzde 20’sini ailelerinin sorumluluğu altında geçirirler.

Ancak değişen üreme tercihlerimiz gösteriyor ki, insan türünün devamlılığı meselesinde de kadınlar erkeklerden giderek yükselen bir oranda bağımsızlaşıyorlar. Ne mutlu bize ki, yalnızca anneleri tarafından büyütülen çocukların durumları bu konuda cesaret verici. Princeton Üniversitesi sosyologlarından Sara S. McLanahan, bekâr anneler tarafından büyütülen çocukların asıl sorunlarının babanın eksikliği değil, yoksulluk olduğunu gösteriyor.

Bu iyi bir şey. Çünkü kadınlar hem üreme hem de bakım için vazgeçilmezler, ama erkeklerin durumu böyle değil. Döllemeye zemin oluşturan yumurtanın üretimi, doğum ve emzirme esnasında babaların yapabilecekleri hiçbir şey yok. İster işte, ister evde, ister hapiste ya da savaşta, yaşıyor ya da ölü olabilirler.

Bir kadın, erkeksiz çocuk sahibi olmak isterse ihtiyacı olan tek şey taze ya da dondurulmuş sperm. Verici canlı ya da ölü olabilir. Bu sperm bulunduktan sonrası teknoloji ile halledilebilir. Üstelik bu teknoloji sandığınız kadar yeni değil, yaklaşık olarak 5’inci yüzyıldan bu yana tartışılıyor ve deneniyor. Dünyadaki tüm erkekler ölse bile, hayvanların dişileri dondurulmuş spermlerle üremeye devam edebilirler. Ama eğer kadın cinsi yok olursa, hayat biter.

Bu durumda soru şu: İnsanoğlunun oğullarına ihtiyacı var mı? İnsan klonlama teknolojisi neredeyse icat edilmek üzere. Şu anda bile dünyanın sperm bankalarında kuşaklar boyunca üremeye yetecek kadar sperm mevcut.

Doğrudur erkekler geleneksel olarak evin ekmeğini kazananlardır. Ama 1980’lerden bu yana üniversitelerdeki kızların sayısı erkeklerden daha çok. Ve yine doğrudur erkekler kas gücü anlamında daha gelişkinler. Ama bugünün silah teknolojisi karşısında kas gücünün ne önemi var ki?

Son olarak, genetikçi J. Craig Venter, herhangi bir organizmanın tüm genetik materyalinin yapay bir hücre içinde bir makine tarafından sentezlenebileceğini gösterdi. Bu mekanizma için gereken ve yapay olarak üretilemeyecek tek şey ise yumurta hücresiydi.

Bütün bunları bir kadın arkadaşıma anlattığımda gene de itiraz etti: ‘Ama çok eğlenceliler.'”

Ryan Bomberger: “Tanrı ve bilim öyle demiyor!”

Prof. Hampikian’ın yazısına itirazlar da çok gecikmedi. Christianpost’un bloggerlerindan Ryan Bomberger sıkı bir eleştiri yazısı kaleme aldı çok geçmeden… Diyor ki:

“Hampikian’ın yazısı kendisinin ne biyolojiden, ne sosyolojiden ne de hayatın temel gerçeklerinden anlamadığını ortaya koyuyor. Kendisi de baba olan ve belli ki baba olarak lüzumsuzluğundan gurur duyan bu adam topluma hiçbir katkıda bulunmuyor. Yazdıkları yanlış anlaşılmalarla ve liberal feminizmin uydurmalarıyla dolu. Makalesine hepimizin bir yumurta olarak hayata başladığımızı iddia ederek başlıyor. Sahiden öyle mi? Bilimsel gerçekler pek de öyle olmadığını söylüyor. Hayatlarımıza sadece yumurtada değil, yumurta ve spermin birlikteliğinde başlıyoruz. Ama yine de Hampikian erkeklerin hayatın devamlılığındaki rolünü azımsamaya devam ediyor spermi küçümseyerek. Evet, sperm gerçekten de küçüktür, ama hayat mucizesini içinde saklar.

Hampikian ayrıca, bekâr anneler tarafından büyütülen çocukların cesaret verici olduklarını söylüyor. Ancak nedense bekâr anneler tarafından büyütülen çocukların, diğerlerine oranla beş kat daha yoksul olduklarını söylemekten imtina ediyor. Ayrıca bekâr annelerin birçoğunun aslında çocuklarını erkek arkadaşlarıyla büyüttüklerini de görmezden geliyor. Ve tabii bu tür ortamlarda büyütülen çocukların, cinsel istismara uğrayanlar içinde önemli bir paya sahip olduklarını da… Bunun yerine yoksulluğu ön plana çıkartıyor. Günaydın profesör: İnsanlar yoksullaşıyor. Bu soyut bir durum değil. Bu ikide bir yaşadığımız krizlerin bir sonucu. ABD’deki siyahi çocukların yüzde 72.3’ü babasız evlerde büyüyorlar bu yüzden. Bu ülkede gerçekleşen kürtajların yüzde 84’ü bekâr annelere uygulanıyor.

Gene de biyoloji profesörümüz soruyor, ‘insanoğlunun oğullarına ihtiyacı var mı?’

New York Times ve Hampikian yukarıdaki iddialarını kanıtlayacak hiçbir veri sunamıyorlar. Evrimci genetik uzmanı Craig Venter’in dişi yumurtasının suni olarak elde edilemeyeceği yolundaki hipoteziyle yetiniyorlar. Ama aslında Venter bu iddianın yanından bile geçmiyor. Hatta araştırmalarını kamuoyuna açıklamış da değil henüz. Yaratılışçı bir kimyager olan Dr. Jonathan Sarfarti, Venter’in yanlışlarını ortaya çıkardı bile çoktan.

Hiçbir şeye inanmıyorsanız, bilime inanın. Hampikian örneği, biyolojinin kolaylıkla kendine tapınan evrimcilerin ve liberal feminizmin tanrıçalarına nasıl da kurban edildiğini gösteriyor.

Üzgünüm New York Times. Erkekler yalnızca eğlenmek için var değiller, hayatın tartışılmaz parçaları. Gerçek hayat ve babasızlık yüzünden hırpalanan çocuklar sizi yalanlamaya devam edecekler.”