Doğduğumda doktorlar anne babama ne olduğumu söyleyememiş: Kız veya oğlan olduğumu söyleyememişler. Bacaklarımın arasında “tam gelişmemiş fallus” ve “kaynamış dudaksı-testisimsi kıvrımlar” bulmuşlar.

Testlerini yaptılar, soktular, dürttüler ve karnımı kesip açtılar, eşeysel bezlerimi çıkardılar sonra da patolojiye gönderdiler.

Ebeveynlerim dışarıdaki, Manhattan’ın Şubat soğuğu kadar soğuk kalpleriyle, hissizleşmiş hastane kafeteryasında oturdular.

Tek istedikleri sağlıklı bir bebekti. Hamile olan veya hamile kalmak isteyen herkesin istediği bu değil midir?

“Kız mı bekliyorsun, erkek mi?”

“Sağlıklı olduğu sürece ne olduğu önemli değil.”

Ailem yıllar boyunca bir çocuk sahibi olmak için çok uğraştı –annem üç düşük, bir ölü doğum yaptı- bütün bu zaman boyunca, bütün bu acılar içerisinde, sağlıklı bebek için hep dua ettiler. Normal bir bebeği kastederek dua ettiklerini idrak ettiklerinde çok geçti.

Sağlıklıydım. O günkü acımasız dönemdeki tıbbi raporlar beni “tam gelişmiş, iyi beslenmiş akut stresi olmayan bir bebek” olarak betimliyor. Her annenin düşü budur.

Beş hafta boyunca yaptıkları testlerden ve ameliyatlardan sonra gerçeğe azıcık bile yaklaşamamışlardı; benimki hayal meyal bir resimdi.

Mozaik olduğum, vücudumda bazı hücrelerin XY gen tipine ve diğerlerinin XO gen tipine sahip olduğu keşfedildiğinden beri en güçlü gen bile net bir cevap sağlayamadı. Kararları beni (dişi) kadın olarak yetiştirme yönündeydi.

Ebeveynlerim bunu yapabilir miydi? Tüm bu yaşadıklarından sonra beni “dişi olarak yetiştirmeyi” umabilirler miydi? Zaten bu ne biçim bir açıklamaydı?

“Her iki saatte bir bebeği besle, gazını çıkar ve kadın olarak yetiştir.”

Böyle şeyleri kim düşünürdü ki? Kızın oldu, oğlun oldu, onu eve götür ve hayatını devam ettir dönemi. Bilinçli olarak, kasıtlı olarak “beni kadın olarak yetiştirmek” bilinçli olarak, kasıtlı olarak nefes almak gibi bir şeydi.

Böylece beni eve götürdüler, bana Judy ismini verdiler, toplumun onlara söylediği her şeyi yaptılar, nasıl olduğunu bildiklerini söyledikleri şeyleri yaptılar. Düşüp, kalkan erkek Fatma, güvensiz, erken gelişmiş, ağaca tırmanan, elbiseden nefret eden ve sıkça “küçük oğlan” veya “genç adam” olarak çağrılan, ince esprili, Prens Valiant saç kesimiyle hava atan bir çocuk olarak büyüdüm.

Her zaman, bu genel kavrayışsızlığın olduğu her seferde, annemin kalbinden ve aklından nelerin geçtiğini düşünmeden edemedim. Bana baktığı her seferde ne görüyordu? Bütün bir çocukluğumu toplumsal cinsiyetin karanlık merceğinden geçirerek, her gelişmeme yönelik kilometre taşlarını, her zaferimi, her gözyaşını seyretti mi? Anılarımı hayal ediyorum, o çok özel Kodak anlarını, hepsi annemin zihninde bulanık negatifler olarak tutuluyor. Babam ne hissetti veya hissediyor bilmiyorum, annemin duygularını yeniden yorumlamak dışında bu konu hakkında hiç konuşmadı.

Çocukluğu atlatabilmemi sağlayan toplumsal cinsiyet kimliğim olan o erkek Fatmalığın gençlik çağında daha az kabul edilebilir olduğunu çabucak anladım. Endokrinologlara ve pediatrik ürologlara yıllık ziyaretlerimde, çokça genital sokma ve dürtme ve annemin söylenmeyen suçluluk ve utanma duygusu beni bedenimden hayli uzaklaştırmaya hizmet etti. Fakat hayatımın günlük, çamurlu, fiziksel kutlaması yerine erkek Fatma hayatım bedenimi kayıtsız ihmal etmek ve bozmak için güçlü bir arzu ile damgalandı. Böylece gençliğe, özün fiziksel algısından ve bu bağlantıyı kurma isteğinden yoksun girdim. Etrafımda eski akranlarım ve oyun arkadaşlarım flört edip, takılırken ergenliği hap halinde gelmiş olan ben yol kenarından donakalmış onları seyrediyordum.

Neydim ben? Doktor ve cerrahlar daha “bitmemiş” bir kız olduğum konusunda güvence veriyorlardı. Bu cümlenin benim için ve toplumsal cinsiyet kimliğimin gelişiminde, kendilik hissimin gelişiminde ne anlama geleceğini düşündüklerini hiç sanmıyordum. “Bitmemiş” olduğumu söyleyen doktorlar söyledikleri yalana odaklanmışlardı ki –yani bana “kız” olduğumu satma yönünde yatırım yapmışlardı- “bitmemiş” gibi bir kelimenin benim üzerindeki etkisini hesaba kattıklarından şüphe ediyorum.

Tamamlanmadığımı biliyordum. Bunu –şey! Herkesle- karşılaştırdığımda görebiliyordum, boynumdan aşağısı hissizdi. Ne zaman bitecektim?

Doktorların bahsettiği “bitirme” –hormon değiştirme tedavisi ve vajinoplasti onlu yaşlarımda gerçekleşti. Hala, bitmiş olduğunu hissettiğim tek şey tecritti. Bu sefer boynumun altından başlayan hissizlik gerçekti –hissizleşmiş yaralı doku labirenti.

Bu labirentte toplumsal cinsiyet kimliği ve o tıbbi uygulamalar için arzu duyarak bir on yıl daha geçirdim. Kendimi bir çeşit cinsel Frankenstein’ın canavarı olarak deneyimlemeye başladım.

Çok seks yaptığım için değil. Vücudum, yaralarım, gizemli tıbbi durumum ve hakkında hiç bir şey bilmediğim –hasta!- ben tarafından inanılmaz bir biçimde kısıtlandım. Seksüel deneyimim az ve uzun aralıklarla. 21 yaşında, kendimi üniversite düzenine karşı çıkan ve kaçak, daha büyük bir kadınla yatakta buldum. Gördüğüm veya dokunduğum ilk çıplak kadın olan ikinci sevgilimdi.

Bedenlerimiz arasındaki fark sersemleticiydi. Ürkek ve çekingen olmak için bile çok fazla hissiz ve sarsılmış, ona nelerin çalıştığını, ne kadar basınç kullanmasını gerektiğini, nereye dokunması gerektiğini, neye dokunmaması gerektiğini gösterdim. Dinledi, öğrendi ve kendi anatomisi için bana benzer bir ders verdi. Ve sonra, bir gece yataktayken, kulağıma şakacı bir tonla “oğlum, Jude, gerçekten de çok acayipsin” diye fısıldadı.

Kesinlikle!

Beni Doğu yakasına, haftalar önce Greyhound otobüsüyle tüydüğüm, kızgın aileme ve sabırlı üniversiteme götürecek uçağa binerken, yanımda lezbiyen olduğum bilgisini taşıyordum. Kendim hakkında öğrendiğim hiçbir şey, bu kadar önemli, bu kadar ağırlığı olan veya bu kadar iyileştirici olmamıştı. İşkence görmüş dünyamda anlamı olmayan her şey –yaralarım bile- bu mercekten bakınca mükemmel bir şeffaflığa bürünmüştü: ben bir lezbiyenim!

Fakat ilk sırrın doğal bir sonucu olarak başka bir gerçek daha taşıyordum: kadınlarla birlikte olamazdım. Bir kadınla birlikte olmak ne–normal, “bitmiş” bir kız- olmadığımı ve (daha da kötüsü) bir ucube, canavar, anomali olduğumu açığa çıkardı.

Tek erkek arkadaşım insan eliyle yapılmış yerlerimle ilgili hayrete düşerken, tek kadın arkadaşım elinde olmadan farklı olduğumu fark etmiş ve yorumda bulunmuştu. Anlamsız derecede yetersiz örneği üzücü, apaçık, yavan, acı sonucu ölçmek için kullandım: erkekler sadece bir yere “sokmaya” odaklanıyorlar; yaralarım üzerine yorum yapmıyor ya da yaralarım umurlarında olmuyor. O kadar az dikkat ediyorlar ki daha önce birlikte oldukları kadınlarla benim farklı olduğumuzu bile fark etmiyorlar. Diğer yandan kadınlar, ben ve normal arasındaki farkı hemen anlıyor ve kaçıyorlar.

Kendimi öldürmeye çalışmış olmam sürpriz olmazdı.

Prozac ve HMOlardan önceki günlerde, intihara teşebbüsten kurtulmak demek sevemeyeceğim bir adamla anlamsız bir hayata kendimi bıraktığım bir zamanda, üç ay boyunca toplum akıl sağlığı merkezinde yatmak demekti. Bırakıldığımda kendimden iğrenmemi karşıma çıkan ilk adamla yatağa girerek (nihayetinde de evlenerek) tedavi ettirmeye devam ettim.

Bu süreç içinde, bir iş başvurusu için bağışıklığı kazandırma raporlarımın rutin kontrolü için hastaneye başvurduğumda, bazı eski tıp raporlarımı ele geçirdim ve ebeveynlerimin ve doktorlarımın hiçbir zaman anlatma niyetinde olmadığı şeyler öğrendim. Aşırı kafası karışmış olarak, psikologum ve ben yukarıda çerçevesini anlattığım tıbbi hikâyenin doğum öncesi ameliyat raporlarını almak üzere çağrıldık. Utanılacak kadar büyük bir klitoris anında çirkince deforme olmuş bir penis olarak ortaya çıktığında bir kadınla birlikte olma olasılığım ve

LAX’den JFK’ye yapılan bir uçak seyahatine kadar devam eden fevkalade harika kimliğim –lezbiyen olmam- görünüşte sonsuza kadar yine çalınarak daha da uzaklaştı.

Artık bir canavar olduğumdan iyice emin olarak, başka kimsenin beni sevip istemeyeceğinden emin olarak kocamla oturmaya devam ettim.

Minnetle, Tamara ile tanışana kadar. Bir tusunaminin inceliği ve gücüyle, duygularımı sardı, kalbime ve yatağıma doğru kükredi. Kendimi boşanma, skandal, borç içinde ve –hayal edemediğim bir mutlulukla- ona doğru sürüklenmiş buldum.

Lezbiyen olarak açılmış olmak giriştiğim en güçlü hareketti. Toplum ve aile baskısına rağmen, acayip cinsel organlarımı çevreleyen utanç dağına rağmen yaptım, -bence- kurtuluşum tamamlanmıştı. “Bitmemiş kız” değil, “butchdum!”

Yanımdaki güçlü femme ile onurlu butch kimliğim yeterli değildi; Frankenstein’nın canavarının gönlü alınamazdı. İlişkimizin “cicim ayı” zamanı geçince eski kendinden nefret geri döndü; kendinden nefret ve kendine zarar verme. Eğer “gerçekten” bir erkeksem nasıl bir butch olabilirdim? Kadın bile değilken kendimi nasıl “lezbiyen” olarak tanımlardım? Kendimi bir aldatan, dolandırıcı ve bundan daha fazla da ucube olarak hissettim.

Anti-depresan ve HMOlar sağ olsun ki bu sefer daha kısa bir süre için depresyon teşhisiyle tekrar hastaneye yattım. Karanlık krizalit süreci, daha derinden gelen bir açılma süreci, interseksüel olarak açılmak.

Erkek Fatma, bitmemiş kız, yürüyen kafa, Frankenstein, butch –tüm bunlar harika/berbat, sivri/hastalıklı takımlardı; bunları giyen vücut ise cinsiyet geçişli (transgendered), hermafrodit, queerdi. Ve en önemlisi, bu acayipliğe eşlik eden travma, tıbbileştirilme, yara izleri, gizlilik ve utanç elemanlarıdır. Küçücük, aciz, neredeyse oğlan çocuğu olarak doğdum ama dünyamın beni yanıtlama yolu beni interseks yaptı, yapıyor.

1998 Mart ayında, tedavinin üzerinden neredeyse 10 yıl geçtikten sonra, testosteron almayı ve erkeğe geçiş yapmaya karar verdim. 1996’dan beri interseks cemiyetinin faal bir üyesiyim, geçiş yapma kararı ile baş edebileceğimi düşündüm. Kendimi cinsiyet savaşı cephesinden kaçmış bir firari, bir korkak gibi hissettim.

Politik olarak kendinin farkında bir interseksüel olarak mümkün olduğu kadar sağlam bir erdişi ve görünür hermafrodit olmanın görevim olduğunu sanıyordum. Fakat tekrar vücut/takım mecazına dönünce kendimi çıplak ve soğuk hissetmeye başladım. “Çıplak” vücudum umumi tuvaletlerde ve kabinlerde yaşlı küçük kadınları korkutuyor, alışveriş yapmak gibi basit bir işi zorlaşıyordu:

“Genç adam, bu annenin kredi kartı mı?”

Dolayısıyla kendime yeni bir takım buldum –farklı bir isim, “diğer” hormon, ehliyetimde farklı bir harf- bu bana daha çok uyuyordu, benim için dikilmişti.

Benim –şimdi “bizim”- çamurlanmış, çamurlu hayal meyal cinsiyetime, utanma ve öfke sorunlarımla mücadele etmeme rağmen Tamara ve ben yedi yıldır beraberiz. 2000 yılında evlendik, sperm bağışı ve Tamara’nın yumurtasıyla şimdi bir kız bebeğimiz Alder oldu. İkimiz de kendimizi “lezbiyen” olarak tanımlıyoruz böylece meydan okumaları olmadan heteroseksüel “olduk”.

Tamara sıkça kendini maske takıyor, bu sanılara meydan okumak ve açıklamak zorunda hissediyor.

Gerçekten de elbise değiştirmem onun da kendi dolabını yeniden gözden geçirmeye –harfi harfine ve mecazi olarak- zorladı.

Her sabah aynada kendime baktığımda dıştan nasıl göründüğüm hatırlatılıyor. Eninde sonunda ben sadece bir adamım: kocayım, babayım, bilgisayar manyağıyım, müdürüm ve gelecekte bir bilge ve büyükbaba olmak istiyorum. Hücrelerimin bazılarında olan Y kromozomu ve uzattığım yüz kıllarım beni daha az bir kız, erkek Fatma, lezbiyen, butch, kadın mı yapar? Artık hiç uymasalar da, doğuştan kazandığım haklar olmasalar da, hiçbir zaman giyinmek için benim olmasalar da tüm bu kimliklerimi giyindim dolayısıyla kesinlikle bana aitler. Geçmişi geri getiremem ve geçmişimden pişman olmaktan çok sıkıldım yani zor kazanılmış yücelticiler ayakta durmak zorundalar. Aynaya baktığımda hepsini görüyorum.

Metnin orijinali için: My Life as an Intersexual

Çeviri: Aligül Arıkan