Cengiz Özdemir, sokaklara hijyen getireceğim derken hayvan katliamına neden olacak 5199 sayılı yasayı yapanların bilmiyor olabilecekleri bir tarihi anlatmış…

Çok değil, bundan birkaç yıl önce Beyoğlu cenahında elinde asası, omuzunda halıları ve kilimleri ve peşinde kelimenin gerçek manasıyla bir köpek sürüsü ile İstiklal Caddesini ve ara sokakları arşınlayan Halıcı Osman nam bir şahsiyet var idi. Halıcı Osman diğer pekçok benzeri gibi bir süre sonra köpekleri ile birlikte “kırklara karıştı” ve ortadan yitip gitti. Ancak kendi gitse de namı yadigar kaldı. “Kardeşin duymaz, eloğlu duyar” misali bu avucumuzdan kayıp giden şehir dervişini bir Fransız sosyolog kitaplaştırdı ve “İstanbul’un Köpekleri” adında bir kitap peydahladı..! Catherine Pinguet adındaki bu kadıncağız, 12 yıl Cihangir’de yaşarken, gönül gözü bizden daha açık olacak ki, Halıcı Osman ve köpeklerinden yola çıkarak bu şehirde evcil hayvanlar ile insanlar arasındaki sosyolojik ve psikolojik bağı irdelemiş, kurcalamış. Tam da bugünlerde gündeme gelen ve tüm hayvan severlerin karşı çıktığı, “Hayvan Hakları Koruma Kanunu”nda yapılması düşünülen değişiklik ile bu şehrin kültüründe evcil hayvanların yerini bir hatırlayalım.

Merhamet ve modernizm

20 yy.a kadar batıdan gelen tüm seyyahlar ağız birliği etmişçesine İstanbul’da sokak hayvanlarının özellikle de köpeklerin çokluğundan şaşkınlıkla bahsederler. 1655 yılında İstanbul’u ziyaret eden Fransız Seyyah Jean de Thevenot, seyyahatnamesinde halkın köpekleri nasıl koruduğunu, hatta bazı zenginlerin bu hayvanlara bakılması için nasıl vasiyet yoluyla para bağışladığını anlatır. Ancak en yoğun şaşkınlık 19. yy dan sonra gelenlerde görülüyor. Çünkü modern hayat ile birlikte artık köpekler ve diğer hayvanlar bir “sorun” olarak algılanıyor idi . Sanayi devriminden sonra batılı başkentlerde peşpeşe çıkan yasalarla sokak hayvanları önce barınaklara toplanıyor sonra da itlaf ediliyor. 1850’lerden sonra örneğin Paris’te bir tane bile sahipsiz sokak hayvanı bırakılmıyor. Bu sebeple doğuya seyahat eden yabancılar bugün dahi sahipsiz sokak hayvanlarını gördükçe çok şaşırıyorlar.

19.yy'da İstanbul'da Yaşamış Velilerden Köpekçi Hasan Baba ve "Müritleri"

19.yy'da İstanbul'da Yaşamış Velilerden Köpekçi Hasan Baba ve "Müritleri"

 

Ancak yabancıların anlayamadığı bu hayvanların şehir hayatında oynadıkları roldü. Bir kere bu hayvanlar belediyenin henüz çöpleri toplamadığı dönemlerde doğal bir çöp öğütücü işlevi görüyor ve çöplerden beslenerek bunların birikmesini engelliyordu. İkincisi henüz güvenlik hizmetlerinin yeterince örgütlü olmadığı bu çağda her mahallenin bir köpek sürüsü vardı ve her sürünün bir lideri bulunurdu. Bu sürü mahalleye yabancı birinin girmesini cebren engellerdi. Bir diğer ilginç yan ise 19. yy’da şehirde ortalama 30-40 bin köpek olmasına rağmen kuduz vakalarının neredeyse yok denecek kadar az olmasıdır. Yabancı gözlemcilerin de bu duruma şaşırdıklarını biliyoruz.

İstanbul’da yönetici sınıfların bu hayvanları birer “sorun” olarak görmeleri batı ile sıkı ilişkiler kurulması sonucunda başlar. İlk girişim 2. Mahmut devrinde yapılır ve şehrin köpekleri bir gemiye doldurularak Sivriada’ya gönderilir. Ancak gemi yoldayken çıkan bir fırtına neticesinde tekrar geri dönmek zorunda kalır ve kayalara oturur. Bizim hayvancağızlar hürriyetlerine kavuşup şehre dağılırken, müneccimler bunun tanrının bir tekdiri olduğuna kanaat getirip 2. Mahmut’u ikna ederler. İstanbul’un köpekleri 40 yıl kadar rahat ederler.

İkinci girişim Sultan Abdülaziz devrinde yaşanır. Abdülaziz, Galata’da piyasa yapan şık beylerin ve yabancı sefirlerin köpekler tarafından taciz edildiğini işitince müneccimlerin ikazlarını kaale almadan bu zavallı mahlukatı toplayıp Sivriada’ya derdest ettirir. Ancak üstüste çıkan yangınların sebebinin bu zavallı mahlukların çektiği ızdırap olduğuna kanaat getirilir ve umumi bir af ile köpekler yine şehrin sokaklarına dağılır.

Üçüncü girişim 1889’da Alman kayzeri 3. Wilhelm’in güzide şehrimizi ziyareti sırasında görüntü kirliliği yaratır düşüncesiyle köpeklerin yeniden toplanması olmuştur. Ancak bu kez halk ayaklanmış, çeşitli nümayişler yapmak ve istidalar vermek suretiyle bu girişim de savuşturulmuştur.

30 bin Civarında Köpeğin Katledildiği Sivriada

30 bin civarında köpeğin katledildiği Sivriada

Dördüncü girişim en kanlı girişim olmuştur. 1908’de iktidara gelen İttihatçılar, Terakki’nin ancak kanla gerçekleşeceğine iman etmişler ve ilk denemeyi bu zavallı mahlukat üzerinde gerçekleştirmişlerdir. Bu tehcir daha sonra alacakları çok daha vicdansız tehcir kararlarının bir provası mahiyetindeydi. Bir kararname ile köpek başına kelle parası ödeneceği duyurulmuş, bunu duyan Sulukule dolaylarından bir kısım Kıpti zevat şehre hücum etmiş ve ne kadar köpek varsa derdest ile kafeslere koyarak yetkililere canlı olarak teslim edip, üç kuruş kazanmanın zevkini yaşamışlardır. Ancak bu zavallı hayvanların Sivirada’da aylarca açlıktan ve susuzluktan acı acı ulumalarını dinledikçe, herhalde lokmaları boğazlarına dizilmiştir. Bu talihsizler açlıktan ve susuzluktan en sonunda birbirlerini yemiş ve İstanbul’un en büyük köpek katliamı gerçekleşmiştir. Sonrasında bir Fransız girişimcinin adaya gelip hayvanlardan arta kalan yağları ve kemikleri toplattırıp Marsilya’ya gübre hammaddesi olarak ihraç ettiği rivayet edilir. Müslüman ahali ise bu zalim uygulamanın vebalinin birgün mutlaka çekileceğinden emindi.

Sivriada'ya hayvanseverler tarafından dikilen kitabe

Bu olaydan sonra İstanbul’un gündelik hayatında köpeklerin bir daha hiçbir zaman eskisi kadar hükümleri olmadı.

Şimdi diyorum ki, elinizi bu zavallı mahlukattan çekin. Onlar bizim merhamet kültürümüzün birer sembolü olarak, istedikleri gibi sokaklarımızda dolaşsınlar. Unutmayın ki, karar alıcılar olarak iman ettiğiniz İslamiyette hayvanlar da Allahın Ümmeti sayılmış ve onlara kötü davrananlar lanetlenmiştir. Bu nedenle evinde yemeği yokken kasaptan aldığı ciğeri haşlayıp kedilere köpeklere dağıtan insanlarımız var oldukça merhamet ve umut her zaman var olacaktır…

 

Kaynak: T24