Yalnızca bir çocuğum varken, her şeyim oydu, dilediği her şeyi yapma ruhsatı vardı bu yüzden. Ama iki çocuğum olduğunda, kızımın davranışları değişti. Film seyrederken, kitap okurken dikkatini daha uzun süre verebiliyor ve kendini eskisinden çok daha iyi ifade ediyor. Ayrıca etraftaki nesneleri kırıp dökmemeye, başkalarına zarar vermemeye ve özellikle insan ilişkilerine özen gösteriyor.

Fakat kızımın karanlık bir yanı da olduğunun farkındayım, aslında bundan dolayı kendimi sorumlu da hissediyorum. Örneğin en ufak bir şekilde rahatsız edildiğinde, beklenmedik bir biçimde bağırmaya başlayabiliyor. Ya da kapıyı çarpıp uzaklaşıyor bulunduğumuz yerden. Böcek ısırdığında, istemediği bir gürültüye maruz kaldığında vs tahammül gösteremiyor. Bedenine, giysilerine, dinlediği müziğe fazlasıyla takıntılı.

Doğanın kanunlarıyla, ebeveynliğin kanunları birbiriyle ne kadar çelişebilir sorusuna kızımla yaşadığım deneyimden yola çıkarak şöyle cevap verebilirim. Bu çelişki sonsuza kadar sürebilir, denge ise tam orta yerde.

Davranışçı psikolojinin kurucularından John B. Watson şöyle yazmıştı: “Bana bir düzine sağlıklı bebek verin, her şeyleri yerinde olsun, bırakın onları yetiştireyim. Size şunu garanti ederim ki her birini genetiklerine, yeteneklerine vs bakmaksızın doktor, sanatçı, avukat ya da tüccar olarak yetiştirebilirim.”

Bu denli aşırı bir ifadeyle barışmam mümkün değil, ama gene de ebeveynin davranışlarının çocukların davranışlarında belirleyici olduğunu düşünüyorum. Ve derinlerde bir yerde, kızımın o karanlık tarafından kendimi sorumlu tutuyorum.

Oğlum doğduğunda, kızım üç yaşına yeni girmişti. Oğlum kolay bir bebekti, yabancılarla iyi anlaşıyordu. Kızımsa bebekliğinde yabancılara, hatta nine ve dedelerine karşı, şüpheci ve mesafeliydi. Oğlum kendini her ortamda güvende hissediyordu. Büyüdükçe daha enerjik ve dikkatsiz bir çocuk olmaya başladı. Şimdi iki yaşında, heyecanlı, hareketli ve sosyal bir çocuk. Dışarda oynamayı seviyor. Otoriteye karşı duyarsız ve sabahın 5.30’undan önce uyumuyor.

Psikolog Abraham Maslow’un da iki kızı var ve o da davranışçılık ekolünden. Aslında davranışçılığı kişisel, kültürel problemlerin çözümünde bir araç olarak görüyor. Ancak kitaplarından anladığım kadarıyla, davranışçılığa olan imanını ilk kızı doğduğu andan itibaren kaybetmeye başlıyor. Kızının varlığı, insanlığı davranışlarına indirgenemez gibi görünüyor ona da. Derken ikinci çocuk da doğuyor ve artık davranışçılığa olan sadakatten eser kalmamış durumda. Diyor ki: “Çocuklarımız Freud’u, Watson’u ve Pavlov’u ortadan kaldıracak güçteler, özellikle de evdeki nüfusları birden fazlaysa.”

Kızlarının birbirlerinden ne kadar farklı olduklarını anlatıyor. Anne rahminde bile gözlemlenebilirmiş bu farklılık. Öğrenme ve davranış arasındaki ilişkinin ne denli zayıf olabileceğini daha bu noktadan başlayarak anlatıyor. Sonraki aşamalarda daha bütüncül bir teori geliştirmeye çalışıyor, işin içerisinde fiziksel verileri de katıyor ve derken elinde karmakarışık bir teori denemesi kaldığını fark ediyor.

Kendi hayatımda da benzer bir süreç yaşadığımı söyleyebilirim. İki çocuğun, bir çocuktan iyi mi kötü mü olduğunu söyleyemem. Ama her çocuğun bir diğerinden farklı olduğunu rahatlıkla iddia edebilirim. Asla birbirlerine benzemiyorlar ve işte bu yüzden ebeveynlik gizemini ve heyecanını kaybetmiyor.

Jessica Grogan, Psychology Today

Kaynaklar

Abraham Maslow and Warren Bennis, Being Abraham Maslow: An Interview with Warren Bennis, http://www.abrahammaslow.com/video.html.

John B. Watson, Behaviorism (Revised edition). Chicago: University of Chicago Press, 1930), 82.