Bizim evde yani nam-ı diğer Pavurya Yuvası’nda hayat çoğunlukla Bade’nin ‘’Yürüyen bebek’’ Barış’ın ‘’Uzaktan kumandalı araba’’ hayaliyle geçiyor. Yoo, sanmayın ki almadık/ almadılar.

Hep aldık, hep aldılar. Nasıl bir kafa bilmiyorum ama her alındığında hayatlarında ilk kez görmüşçesine, dört saat ekmek kuyruğunda bekleyip ekmeğe kavuşmuşçasına, tüp sırasında sıranın üçüncü günde kendisine gelmişçesine seviniyor bu yavrucaklar.

Yürüyen bebek ben küçükken de çok revaçtaydı ama illa ki Almanya, Fransa ya da İsviçre’de dayısı, halası, teyzesi ya da amcası olan kız çocukları için ulaşılabilir bir oyuncaktı.

Evet, benim kimsem yoktu yurtdışında, dolayısıyla yürüyen bebeğim olmadan bugünlere geldim. Tamam biliyorum güzel hatta şahane bir oyuncak, kız çocukları arasında ayrıca sükse meselesi ama doymaz mı bir çocuk yürüyen bebeğe?

Doymuyor Bade, her gün alalım, her gün ister, istiyor…

‘’Anneee! Lütfen bana yürüyen bebek aaaal, lütfeeeeeen!’’

‘’Yine mi? E daha yeni aldık ya!’’

‘’Lütfeeeeen anneeee!’’

‘’Peki alırım kızım.’’

‘’Ne zaman?’’

‘’Görürsek alırız bir gün.’’ (‘’Bir gün’’ benim ne kadar zaman kazanacağımı tarttığım sözcük.)

‘’Söööz!’’

‘’Söz!’’

Artık ne zaman ise o zaman almaya gidiyoruz tabii. Alıyoruz, seviniyor Bade. O mutlu biz mutlu.

Erkek olmadığımdan zaar araba sevdasını hiç bilmem. Bazı kız çocukları da hastasıdır arabaların, ben onlardan değilim. Benim çocukluğumda telli arabalar vardı. Abimin de vardı. O da çok severdi.

Alacağım bir tane, bulur muyum Tahtakale’de falan? Satıldığı yeri bilen lütfen haber etsin. Küçük arabaları saymıyorum bile, Barış’ın da var bolca hem de, amaaaa ille de uzaktan kumandalı araba. Neredeyse tek isteği bu. O kadar seviyor ki anlatmaya kelimeler yetmez. Her sabah okula gitmek için hazırlanırken en az iki kez ister.

‘’Anneee! Lütfen bana uzaktan kumandalı araba aaaal, lütfeeeeeen!’’

‘’Yine mi? E daha yeni aldık ya!’’
‘’Lütfeeeeen anneeee!’’

‘’Peki alırım oğlum.’’

‘’Ne zaman?’’

‘’Görürsek alırız bir gün.’’ (‘’Bir gün’’ benim ne kadar zaman kazanacağımı tarttığım sözcük.)

‘’Söööz!’’

‘’Söz!’’

Artık ne zaman ise o zaman almaya gidiyoruz tabii. Alıyoruz, seviniyor Barış. O mutlu biz mutlu.

Farkındaysanız replikler neredeyse aynı. İkizlerle konuşmak eko gibi bi’şey. Dolayısıyla bu konuşmalar neredeyse çoğu zaman peş peşe gerçekleşiyor.

Bir de Pavuryaların asla, asla ve asla almaya doymadıkları onların değimiyle ‘’Oyuncaklı Yumurta’’ dan ne zaman bıkarlar bilmiyorum. Hiç bıkacağa da benzemiyorlar. Hoş ben de seviyorum ama bir zamanlar süt almayı unutmak nasıl mümkün değilse, şimdi de ‘’Oyuncaklı Yumurta’’ almayı unutmak mümkün değil.

Ben bile isteye, rağmen, göze alıp almayı unutuyorum mesela. Bir şekilde yerine bir şey koyup o tarafa ilgilerini çekebilirsem benden mutlusu olmuyor. Tamam zor oluyor ama varsın olsun, yeter ki arsız olmasınlar. Beklemeyi de öğrensinler. Bu ve buna benzer yönlendirmeleri çaktırmadan yapıyoruz elbet. Her istenenin her an olamayacağını anlamak, olması için bir şeyler yapmanın hazzına varmalılar. Her şey için gerekli değil, umarım yanlış anlaşılmam. ‘’Eee, ama çocuk bunlar, tabii ki şımaracaklar, köşe koltukta her daim Gorki’nin Ana adlı kitabını ya da diğer klasikleri okuyacak değiller ya, dört yaşındalar daha’’ demeyin. Elbette bundan bahsetmiyorum.

Zaman zaman şımarsalar da (ki haliyle şımarmak en çok onlara yakışıyor.) iki çocuğu olan bir anne olarak onların sinir bozucu derecede şımarık, arsız, hadsiz ve değer bilmez insanlara dönüşmelerine yardım etmeyeceğim.

Bizim evde baba daha zor reddediyor oyuncak isteklerini. Kendini tutmasa her akşam alabilir. Tamam onların o oyuncakları aldıklarında gözlerinin ‘’Şeker Kız Kendi’’ gibi açılmasını izlemek, sevinç nidalarına tanık olmak paha biçilemez ama her şeyde olduğu gibi bu almaların da fazlası zarar değil mi?

Hayata karşı obur insanlardan hep geri durmaya çalıştım. En korktuğum şey çocuklarımın herhangi bir duruma, eşyaya ya da duyguya karşı obur olmaları. Olmasınlar. Özlesinler. Çabalasınlar. Başarsınlar. Bu demek değil ki durduk oturduk yerde hediye almasınlar, alsınlar tabii. Onun adı da ‘’Sürpriz’’ olsun. Sürprizlerin tadına varsınlar. Kendilerine sürpriz yapılmasını sevdikleri kadar sürpriz yapmayı da sevsinler.

Sanki çocukluğun en kritik yaşlarında bizim Pavuryalar. Henüz dört yaşındalar ama değer verme, sahip olma, ikna olma, ikna etme, arsızlık, yalan, şımarıklık, hadsizlik ve nicesi bu yaşlarda hatta daha erken yaşlarda öğrenilmiyor mu? Elbette yazdığım kadar kolay değil bunları hayata geçirmek. Sabır gerek, bol sevgi gerek, izah etmek gerek. Kaparlar kapmazlar sonrası kendi bilecekleri şey. Ne olursa olsun ‘’Hadsiz’’ olmasınlar.

Sanki bu kriz anında onları ikna etme, çaktırmadan farklı yere, mevcut oyuncağa ya da herhangi bir faaliyete yöneltme işini kıvırdık biz. Kıvıramadığımız anlar da olmuyor değil ama kıvırdığımız anlar çoğunlukta. Bildiğiniz işe yarıyor. Deneyin, farkı göreceksiniz. (Reklam cümlesi oldu bu ama yerinde kullandım bence, hı?)

Onlar çok okusunlar, çok gezsinler, çok eğlensinler, çok konsere gitsinler, çok farkında olsunlar, çok vicdanlı olsunlar, çok sevsinler, baĞzı şeylerin değerini bilsinler yeter, evet!

Mis günler dilerim…