Günümüzde, basın yayın organlarında, çok dilli bebeklerle ilgili çok sayıda haberler dönüp dolaşmakta. Hal böyle olunca ebeveylerin kafalarında soru işaretleri oluşuyor. Bir kısım dil bilimci, bebeklere küçük yaşta dil öğretiminin zararlarından bahsederken diğer bir kısım ise bunun yaralı olabileceğini söylüyor. Ben de bir anne ve bir İngilizce öğretmeni olarak okuduğum bazı makalelerden edindiğim bazı bilgileri sizlerle paylaşmak istedim.

Bilingualizm
Bilingual olmak yani çift dil edinimi çocuğun aynı anda ve aynı oranda iki dile maruz kalmasıyla çocuğun iki dilde de kendini ifade edebilmesi anlamını taşıyan bir kavram. Ebeveynleri farklı milletlerden olan veya yurtdışında doğup orada okuyan ve aynı anda iki dil edinen çocuklar buna örnek. Bu senaryoda çocuk bir dil öğrenmez, edinir. Yani doğumu itibariyle bebek çift dile maruz kalır ve tıpkı bizlerin ana dilimizi edinmemiz gibi aynı anda iki dili edinir. Bunun için ilk koşul çocuğu ile bir dilde iletişim kuran ebeveyn veya kişilerin tutarlı olmasıdır. Bu kişi veya kişilerin diğer dili kullanmaması, bir o dilden bir bu dilden konuşmaması önemlidir. Örneğin; anne sadece İngilizce iletişim kurarken babanın sadece Türkçeyi tercih etmesi, anne ve baba Türkçe konuşurken, çocuğun okulda ve sokakata İngilizceye maruz kalması veya ebeveynlerin Türkçe konuştuğu durumda bakıcının sadece İngilizce konuşması gibi. Tutarlı olunan durumlarda, çocuk, aynı anda iki dil edinimini gerçekleştirir, tutarsız davranılan durumlarda ise (yani annenin bir İngilizce bir Türkçe konuşması gibi) soyut öğrenme yetisi gelişmemiş çocuğun kafası karışabilir, iletişim problemleri  yaşıyabilir ve bunu takiben sinirli, hırçın davranışlar sergileyebilir. Bunu uygulamak isteyen ebeveynin hangi dilde kendini daha rahat ifade ettiğine dikkat etmesi önemlidir. İletişimde bizleri model alan çocuklara bir dil edindirelim derken, kendimizi rahat ifade edemediğimiz bir dili seçersek, bu, çocuğun da kendini ifadede zorlanması olarak dönüt verebilir. Bir diğer husus ise çocuğun iki dile eş oranlı maruz kalmasıdır. Oynanan oyunların, dinlenen şarkıların, konuşmaların eşit oranlarda tutulmaması, bir dile ağırlık verilmesi, çocuğun diğer dildeki iletişim yetisini güçsüz hale getirir. Geçmişte, aynı anda iki dile maruz kalan çocukların daha geç konuştuğuna dair bir inanış vardı. Ne var ki günümüzde yapılan araştırmalar bunun tersini kanıtlar niteliktedir. Her çocuğun bir dili konuşmaya başlaması değişkenlik gösterir, aynısı bilingual çocuklar için de geçerlidir tabii ki. Fakat doğru yaklaşımlarla, iki dili aynı anda edinen çocukların, soyut öğrenme becerilerinin, diğer kültürlere olan hoşgörülerinin daha gelişmiş olduğuna dair yapılan araştırmalar bulunmaktadır. Yeter ki çocuk her iki dile de eşit oranda, tutarlı bir biçimde maruz bırakılsın.

İkinci dil öğretimi
Dil edinimi ile dil öğretimi arasında fark bulunur. Dil ediniminde bebek, doğumundan itibaren farklı dillere maruz kalırken, ikinci dil öğretiminde bebek ilerleyen yaşlarda, anadilinin yanı sıra, başka bir dille tanışır ve bunu öğrenir. Bilim insanlarının arasında ikinci dil öğretimiyle ilgili farklı görüşler yer almaktadır. Eskiden çoğunlukla duyduğumuz ‘dil küçük yaşta öğrenilir’ düşüncesinin aksine, anadil kullanma yetisinin gelişmeden, çocukların, ikinci dil öğreniminde yeterince başarı elde edemeyeceği savı bulunmaktadır. Yapılan bazı araştırmalar, ikinci dil öğrenimi esnasında, 3-6 yaş arasındaki çocukların, 8-12 yaş arasındaki çocuklardan daha başarısız olduklarını göstermiştir. Bu düşünceyi savunan dil bilimciler, küçük yaştaki çocukların soyut öğrenme yetisi gelişmediği için, yabancı dil öğrenmede zorlandıklarını ayrıca yazamadıkları ve yeterince pratik yapamadıkları için dili daha geç öğrenip daha çabuk unutabildiklerini söyleyerek bu tezi savunmaktadırlar. Öte yandan, bu düşüncenin tersini savunan dil bilimciler, bir çocuğun, kendini ana dilinde ifade edebilmesiyle birlikte, yabancı dil öğrenebileceğini, bunun ise ileriki yaşlarda çocuğun dile olan hakimiyetini kolaylaştıracağını ve artıracağını, buna ek olarak aksansız bir şekilde konuşmasına yararı olacağını savunmaktadırlar. Gramer öğrenmede dezavantajlı konumda olan küçük çocukların, erken yaşlarda farklı seslerle tanışarak, bu dillere aşinalık elde edeceğini ayrıca farklı kültürlerle de daha kolay etkileşime girebileceğini ileri sürmektedirler. İki grubunda birleştiği düşünce ise ana dilini kullanmada ciddi zorlukları olan, kendini ifadede çok güçlük çeken, zihinsel sorunları olan, üç yaşına geldiği halde bir iki kelime ile konuşan çocukların, yabancı dil öğrenirken, psikolojik olarak zarar görebileceğidir. Küçük çocuklarda dil öğretimi, oyunlarla, şarkılara ve somut olarak yapılmalı, soyut kavramlara mümkün olduğunca yer verilmemelidir. Bu dili öğreten kişiler çocukla hedef dilde konuşmalı, çocuğun öğrenme çağına inebilmelidirler. Yani bir lise öğreniminden bir hayli farklı şekilde, aktivitelerden yararlanarak, soyut bilgileri karıştırmadan, dersleri o yaşa adapte edebilmelidirler.

Anadilin dil öğrenimine katkısı
Bir dil hocası olarak sürekli gözlemini yapabildiğimiz bir konuda dil bilimciler velileri uyarırlar: ‘Anadile hâkimiyeti iyi olan bir çocuk ikinci dili öğrenirken çok daha az güçlükle karşılaşır.’ Bir çocuk kendi dilini ne kadar iyi kullanabilir ve o dilde kendini ne denli iyi ifade edebilirse, diğer bir dili o kadar rahat öğrenip, kullanabilir. Kendini anadilinde ifade edemeyen çocuk, ikinci dil öğreniminde zorlanır, hatta ve hatta bazen hırçınlaşır ve ön yargı geliştirir. Bu durumun yansıttığı sorunlar sadece sosyal hayatla sınırlı kalmayıp, çocuğun tüm derslerde olan başarısını da etkiler.

Son söz
Kısacası bu konuda farklı inanışlar ve bu inanışların doğurduğu farklı yaklaşımlar bulunmaktadır. Şahsen ben, bir dil öğretmeni olmama rağmen, çocuğumla İngilizce konuşmadım. Çevremde İngilizce bilen çok fazla kişi olmadığı için bu konuda tutarlılık gösterebileceğime inanmadım çünkü. Karar vermeden önce, ebeveynler, kendilerini, olanaklarını iyice tartmalı, çevredeki söylemlere çok da kulak asmadan, trendler ne imiş diye düşünmeden nihayi karara öyle varmalıdırlar. Yani çocukla ilgili her şeyde olduğu gibi, çocuğun bulunduğu ortam, çocuğun yetisi, tutumu ve ebeveynlerin bu konudaki olanakları, ebeveynlerin tutumlarını belirlemede esas olmalıdır.