Advertisement

Yazar: Engin Öncüoğlu

YÜRÜ ZOMBİM, FETİH HAZIRLIĞI BAŞLASIN

Sağcı demeye dilim varmıyor ama Tercüman okunan bir evde büyüdüm ve ortalama her Türk kadar ben de “birlik beraberlik, huzur ve sükun” telkinine maruz kaldım. “Eskiden kim Kürt, kim alevi hiç bilmezdik.” serzenişlerine kulak kabartarak da gençliğimi yedim, bitirdim. Milliyetçi-muhafazakâr muhitin diskurlarının hepsine kulak kabarttım. Hiç birini hakir görmedim. Aklımın yettiği kadar bu iklimi koruyacak tedrisatı da takibe de çalıştım. Çok kıymetli tavsiyeler aldım, güzel kitaplar okudum. Gerçekten müstesnâ, hâlis ve çelebi insanlarla da tanıştım. Üzerimde hakları bâkîdir. Gel gelelim ulaştığım menzilde; sağcılığın kof hamaset kullanılarak, halka pespayeliğin dayatıldığı bir siyasi yöntem olduğuna kaniyim. Zira, Maraş Katliamı’nın yaşandığında veya...

Devamı…

Mazlumun ah’ı

Sevdiğim bir arkadaşımın gayrı safi millî hasıla üzerinden verdiği bir örnek vardır. Eğer bu miktar bin dolardan aşağıda ise, sokakta çöpçü de, geri dönüşümde kullanılacak çöp de olmaz. Etraf pistir ama çöp de organiktir. Bu miktar iki bin dolara çıktı mı? Bir çalı süpürge ve verevine kesilmiş bir teneke devreye girer. Zira ekonomi, toptan gıda sirkülasyonuna imkan verecek kapitali biriktirebilmiştir. Çöpçüler, yeni yeni asfaltlanmış sokak ve kaldırımların kaba tozunu toplayıp, teneke varillere boca ederler. Miktar, dört binlere çıktığında, belediyenin işçilerine verecek bir üniforması bile vardır artık. Beş binleri aştığında üniformaya fosforlu şeritler eklenir, sokaklarda çöplerin biriktirildiği yığınların yerini de...

Devamı…

Hepimiz İpşir Paşa’yız!

Ülkenin normu bozuldu. Mesela “istikrar” kelimesinin ne manaya geldiği muamma. “Barış” için sözlüğe bakmak son derece yanıltıcı ve tehlikeli olabilir. “Özerklik” denince kimsenin aklına akademi gelmiyor herhalde. “Hukuk” her şeyden önce devlete, iktidara ayak bağı olmuş durumda. Tüm bu muğlaklık içinde bir grup akademisyen, Türkiye’nin en acı ve en güncel meselesini konu eden bir metne imza attılar. Metinin muhtevası ile başlayan tartışmalar; küçümseme, hakaret ve en nihayetinde tehdit ve soruşturma ile hepimizi farklı kutuplara yerleştirdi. Küçük, büyük siyasi hesap peşindekiler de bu bozuk normun içinde pozisyon aldılar ve muhalefet ve iktidar arasında niteliğe dair hiçbir fark olmadığını iyice gözümüze...

Devamı…

Kayıp, aranıyor

Enîs mûnis olmanın güzel bir ifadesidir “yanında kendin gibi olmak”. Kimi eski arkadaşlar böyledir. Sizi her halinizle kabul eder. Onlar rahat, siz daha rahatsınızdır. Kelimelerinizi tartmaz; tutarlı ve örnek olmak gibi bir gayretiniz yoktur. Benim de var böyle arkadaşlarım. Sunturlu bir küfür dilimin ucuna gelse esirgemem. Toyluklarımı bilirler. Yenilerini paylaşmaktan da gocunmam. Mesela, sulugöz olduğumu bilirler, alay ederler. Ama gerçekten üzüldüğüm zaman da onlara malum olur. Dedikodunun cazibesine kaptırıp acımasızca başkalarını çekiştiririz, biliyorum benim de arkamdan konuşurlar. Hiç de esprili olmayan ben, bu arkadaşlarımla geçirdiğim birkaç saat içinde etrafımdakileri güldürebilecek bir belagatle, rahatlıkla konuşabilirim. İllâ bir kadeh parlatmam da gerekmez. Mazi hali besler. Hani “Son Sardunyalar” şarkısında diyor ya: Bir söyler, bin gülerdik; işte öyle. Yine de insan istiyor ki; olduğu gibi kalmasın. “Görünmek istediği” gibi olsun. Bana eski Türkçeyi rahmetli Müjgân Cunbur öğretmişti. Azim ve tevazunun ne kadar müşfik bir örneği idi, anlatmak kabil değil. Benim okuduğumdan fazlasını yazmıştı muhakkak, ama sanırdınız ki; o da sizden bir şeyler öğreniyor. Kimse hakkında kötü konuştuğunu -gerçekten- duymadım. Fakat, onunla temas etmiş olanlar, vicdan ve doğruluk istikametinde ne denli kararlı olduğuna şahittir. Sevgisini ve ümidini her dem canlı tutardı, asla peşin hükümlü değildi. Yanında hal ve hareketlerime azami dikkat etmeye çalışırdım, bulunduğu mecliste münakaşaya girmekten çekinirdim. Benden yana mahcup olmasın, hayal kırıklığı yaşamasın isterdim. Kelimelerimi özenle seçerdim. Şakalarımda ölçülü, aktardığım hususlarda iddiasız ve açık fikirli olmaya çalışırdım. Müşterek konular bulmaya gayret ederdim....

Devamı…

Okul fetişizmi

Sosyal medyada az biraz vakit geçiren herkes, elbette hararetli bir siyasi tartışmaya denk gelmiş, müdahil olmasa da kendini bir tarafta bulmuştur. Benim şahit olduğum en garip çıkış bir arkadaşımın profilinde vuku’ buldu: Sayfasında link verip paylaştığı bir makalenin altına “Bu tip yazıları benimle paylaşmayın!” diye yorum yapmıştı bir aklıevvel. Beriki iyi niyetini korudu ve “ben yazıyı kendi sayfamda paylaştım, okumak zorunda değilsin” mealinde bir açıklama getirdi. Açıkçası, ben de -karşı tarafta- bir teknoloji fakirliği olduğuna kani idim. Fakat cevap daha enteresan oldu: “Arkadaşların içinde liste yap, kim hangi fikirde ve neyle ilgili ise onlarla paylaş.” diye Facebook kullanma ve...

Devamı…

İyi kalpli insanların programı

Yıllardır tekrar ederim: Ankara ziyareti, huzurevi ziyaretine benzer. Ana-babanın gönlünü almak için ruhsuz, sıkıcı mekanlara, kibirli yönetici ve hoyrat hastabakıcılara, sözde estetik kaygılarla oraya buraya iliştirilmiş çirkin reprodüksiyon tablolara, temiz intibâ uyandırmak için boca edilmiş çamaşır suyunun ağır kokusuna ve lüks görünsün diye lüzumsuz, zevksiz, pahalı bin çeşit malzemeye, aksesuara tahammül edilir. Akrabanın gönlü hoş, idare ile işler halledildikten sonra ise hemen kaçılır bu şehirden. Ankara’da yerel yayın yapan Radyo ODTÜ stüdyosu ve bahçesinde geçen birkaç saatin ardından kızımla birlikte, öğle vaktine yakın, ancak ofise gelebildik. Yol boyunca ikimiz de mahzun ve arabada sessizdik. Sessizliğin iyice ağır geldiği ve...

Devamı…

Uyan Ey Gözlerim Gaflettten Uyan

Geçtiğimiz haftalarda, memleketimize kurulan bir komplonun nasıl sahneye konduğunu hep birlikte idrak ettik! Evvela, söz de katoliklerin ruhani lideri olan Papa Françesko’nun insanlıktan uzak açıklaması, sanki dünyanın tek meselesi buymuş gibi, haber bültenlerine konu oldu. Neyseki, bilgisi ve sağduyusu ülkenin her kesimi tarafından kabul edilmiş olan gazeteci Murat Bardakçı bu izansız beyana -tokat gibi- bir cevap verdi![1] Bu milli mesele karşısın da başta Vatan Partisi olmak üzere, gerçek tarih bilgisine sahip tüm unsurlar her türlü siyasi çekişmeyi bir kenara koyup hep bir ağızdan -tüm dünyaya- insanlık dersi verdiler. Son derece sağduyulu (ve gözleri öfkeden körelmemişler için) meseleyi vazıh şekilde...

Devamı…

S.O.S., Ercik Bezleri, Öklid, Pisagor, Fakülte Tezleri veya Tevfik Fikret'in "Şermin"i

Barış Manço’nun son yıllarında bestelediği çocuk şarkıları, albümdeki diğer şarkılara kulak vermeme mani olmuştu. Kolay yoldan para kazandığını düşünmüyordum belki ama; müzisyenliği eskisi kadar ciddiye de almadığından emindim. Son iki yıldır, dudak büktüğüm Ayı, Süper Babaanne, S.O.S. Aman Hocam, En Büyük Mehmet gibi şarkıları çocuklarımla birlikte, zevkle dinliyor ve söylüyoruz. Not da düşelim: favorimiz Ademoğlu Kızgın Fırın Havva Kızı Mercimek. Şaşılacak şey, çocuklarla birlikte okumaktan zevk aldığımız bir şiir kitabımız da var! Tevfik Fikret’in Şermin’i. Tevfik Fikret diyorum! Hani Sis şiirinde İstanbul’a: “Sarmış yine âfâkını bir dûd-ı munannid, Bir zulmet-i beyzâ ki peyâpey mütezâyid. Tazyîkının altında silinmiş gibi eşbâh,...

Devamı…

Muhafazakârlık hayata meydan okunacak yer değildir!

Dün kahkahalar yükseliyorken evinizden, Bendim geçen, ey sevgili, sandalla denizden! Yahya Kemal[1] Meşhur Patek Philippe saatlerinin çok güzel bir sloganı vardır. Mealen şöyle der “Bir Patek’in asla sahibi olamaz, ancak sonraki nesiller için emanetçisi olabilirsiniz”. Hani makul bir fiyatı olsa almak isterim. Benim de bir kızım, bir oğlum var. Onları hayata hazırlamak, iyi bir ahlâkla yetiştirmek kadar önemli. Bu gayeyi hem bana, hem de onlara hatırlatacak bir nesne olsa; gerçekten; ona paha biçilebilir mi? Rahmetli Ulus Baker, “Muhafazakâr Kisve”[1] makalesinde “aile” üzerinden çok mükemmel bir tarif yapar “Modern dünyada muhafazakâr, geçmişin değerlerini üstlenen biri değil, aksine şu anda kendisinin...

Devamı…

Ağlanacak zamandır

Mel Gibson’ın “Tutku” filminde Hz. Meryem’in sokakta koşarken düşen oğlu için önce büyük bir panik yaşadığı ve ardında da onu kollarının arasında teskin ettiği bir sahne vardır. Bu “flash-back”, çarmıhını taşıyan oğlu, türlü eziyet ve aşağılamaya maruz kalırken, olan biteni seyretmek zorunda kalan annenin çektiği acıyı çok daha çarpıcı bir şekilde ortaya koyar. Zaten, Hz. Meryem’in kutsallığı, bir anne için tasavvur edilebilecek en büyük acı karşısında gösterdiği iman ve metanette kavidir. Nitekim kutsal metinler de dâhil olmak üzere, tüm kıssalar ve “batıl” dediğimiz itikatlar bir “insanlık” durumunu tasvir eder. Dinler Tarihi çalışan araştırmacılar, bu metinlerin hitap ettikleri topluluğun kolektif şuurundaki...

Devamı…
  • 1
  • 2