Bizim kıza “bugün ne yapmak istersin?” diye her sorduğumda o günkü planlarının, yapmak istediklerinin bir yerinde mutlaka koruya gitmek vardır. “Anne ormanımıza gidelim” der. Onun orman olarak hayatında önemli bir yere sahip olan bu yer ile bizim tanışmamız ise hamilelik sürecime denk düşüyor. Yani anne karnında burayı sevmiş bizimki.

Bol bol yürüyüş yapmak için geldiğimiz koruya, kızım doğar doğmaz ona temiz hava aldırmak için gelir olduk. Ardından ilk adımlarını atmaya başladığında, “düşerse toprağa, çimene düşsün” diyerek getirdik koruya. Sonra okula başladı, “ağaçları tanısın” diye korudaydık. “Hayvan sevgisi aşılayalım” dedik koruya gelip emekli amcaların, teyzelerin hayat arkadaşları olan köpekleri ile haşır neşir olduk. Meşe palamudu zamanı sincapların kış için nasıl stok yaptıklarını çok yakından izledik. Sincaplara ceviz getirdik elimizle besledik. Böğürtlen zamanı minicik elleri ile dalından böğürtlen yemesini izledik. İlk defa yeşil papağanları gördük kafessiz bir ortamda. Kuşların hangisinin ne ses çıkardığını anlamaya çalıştık beraberce. Bir gün “anne hadi solucan toplayalım” dedi. Bir kavanoz aldık düştük yola, topraktan her bir solucanı “canııııım” diye çıkarıp kavanoza koydu sonra aç kalmasınlar diye yanlarına yaprak iliştirerek nasıl hareket ettiklerini, toprakta nasıl yaşadıklarını anlamaya çalıştı.

Yaz günlerinde kilimimizi, yiyeceğimizi, topumuzu alıp gittik. Her gelen önce mıntıka temizliği yapıp oturuyordu ağaçların altına, giderken de çöpünü yanına alıyordu, biz aksini pek görmedik. Bizimkine “temiz bırakırsak temiz buluruz hadi topla çöpleri” dediğimizde büyük bir iş beceriyormuşçasına mutlu oluyordu. Yaz günlerinde güneş batımına kadar koruda kalıyorduk. Bir gün gökyüzüne bakıp heyecanla “anneeee bak güneş ışıklarını almayı unutmuş” demişti ilk defa gördüğü gurup vakti için.

Kış geldi yine korudaydık. Kalın kalın giyindik, yağmur çizmeleri ayağımızda bata çıka gezdik. Tüm sevdiklerimizi koruya getirdik, adeta evimizin bahçesiymiş gibi sahiplendik. Öyle ki ağaçlara isim koyduk. Devrilmiş büyük bir meşe ağacına devrik ağaç, yan yatmış bir ağaca kaydırak ağaç, bir kökten ikiye ayrılmış gibi görünen birine çatal ağaç, yuvarlak ağaca top ağaç gibi isimler koydu bizimki. Gece gündüz günün her saati bulunduk koruda. Gece evimizin oradan göremediğimiz yıldızları görmek için üşenmedik gittik. Toprağa basarak yürüdük, koştuk eğlendik, her şeyden önemlisi nefes aldık orada.

Bilmeyenler için Validebağ Korusu, İstanbul Anadolu yakasının Karacaahmet mezarlığından sonraki ikinci büyük yeşil alanı. 354 dönümlük bu yeşil alanın içinde bir zamanlar Hababam Sınıfı’nın çekildiği Adile Sultan Kasrı var, şimdi öğretmenevi olarak kullanılıyor. Sağı solu betonlaştırılarak düğünlere ev sahipliği yapsın diye birkaç senedir süren hummalı çalışmaları gördük her gidip gelişimizde. Korunun bir diğer ucunda da Abdülaziz’in av köşkü var hala restorasyonu sürüyor. Bir de Şevket Atalay İzci Okulu ve bu arazinin içinde yer almış.

Şimdi birileri çıkmış, Validebağ Korusu’nun Londra’daki Hyde Park benzeri bir proje ile Üsküdar’ın Hyde Park’ı olmasını ve halka açılmasını sağlayacaklarını müjde verirmiş gibi söylüyor. Bu açıklamalarda da üstelik “arkamız sağlam kimse provoke edemez projemizi” diye baştan “aman Gezi’ye dönmesin” korkusu ile olaya yaklaşıyorlar.

Koru bir park alanı olmasın. Toprak yollar patikalar doğal hali ile kalsın, beton, tahta her ne ise, insan eli değmesin. Evet, bakımsız görünüyor olabilir ama bakımlı ve yapay görünmesindense bakımsız ve doğal kalsın. Çocuklarımız doğayı ve doğal olanı tanısın, toprak ile temas etsin, ağaçlarla arkadaşlık etsin, kuşların sesini duysun, yıldızların ne kadar çok olduğuna şaşırsın yine koruda. Öyle ışıklandırma falan olmasın orada. Hamileler yürüyüş için, yaşlılar bir temiz nefes için, çocuklar doğa için gelir koruya. Hatta öyle ki kaç kere engelli insanlarımızı gördük orada. Tekerlik sandalyeleri ile hiçbir engele takılmadan gezdiriliyorlardı koruda.

Yapılacak bu proje ne vaat ediyorsa etsin. Şu haliyle mutlu insanlar orada. Hatta toplandılar seslerini duyurmaya çalıştılar, “yapmayın, etmeyin” dediler. Bir bağ kurmuşlardı koruyla, aynı bizimki gibi. Parka gitmek isteyenler için İstanbul’da sayısız park vardı, kimse beton havuzlar, peyzajlı ağaçlar, budanmış çimler, yapay göller görmek istemiyordu koruda. Böyle kalsın böyle kalsın diye yükseldi çığlıkları…

Validebağ Korusu’nda çocuk olmak da çocuklu olmak da çok güzel, İstanbul’un göbeğinde sanki bir masaldaymış gibi güzel. Hafta sonu park kalabalığından bile kaçan bizim gibi insanların yaşam alanı orası, zaten halk orada, hep oradaydı. Şimdi söylenen “halka açılmalı” lafları gerçek dışı.

“Validebağ’da Çılgın Proje” diye seçime yürüyenler vaatlerini kontrolsüz projeler, ne zaman biteceği belli olmayan inşaatlar ve doğal olmayan ormansız alanlar üzerine kurmasınlar. Orası, işte yukarıda anlattığım gibi bir yer. “Tinerciler”, “bir kesim insan” var orada falan derken bile ayrımcı bir söylem üretenler sizin benim menfaatimi, engellinin, yaşlının menfaatini düşünmezler. Sağlanacak rant ancak onları mutlu eder. Orada gözlemeci, oyuncakçı, hamburgerci olmasın. Dükkan dükkan üstüne beton beton üstüne konmasın.

Tüm bu sebeplerden dolayı VALİDEBAĞ KORUSUNA DOKUNMA!