Bravo bana! Gene ne yapıp ne edip hasta olmayı becerebilmiştim. Off! Yine o Düseş doktora gidecektik. Ondan çok korkuyordum çünkü hastalarına yanlış ilaç vermesiyle ünlüdür. Annem nedense çok sever o adamı.

Hayal eksikliği çıkmıştı bende. Hayal eksikliği öyle çok önemli bir hastalık değildir, ancak yanlış tedavi edilirse kalıcı hasarlara sebep olabilir. En kötüsü de Wilde bakterisi çünkü bu bakteri sanba aynı anda fabl biti de bulaştırabiliyor. Bu hastalık çok yaygındır. Oscar Wilde adında bir yazara kalemden bulaşmıştır. Neyse gene girmiştik doktorun yeni kitap kokan hayalhanesine.

Niye Dr. Bukowski’ye muayene olmuyorum ki? Tamam, biraz ağzı bozuk bir adamdır ama gene de severim onu. Şu an annen Dr. Düşes ile görüşüyor. Beni muayene ederken farkettim adamın özü şaşı gibiydi. Sanırım ben yanlış görüyorum, iki gözü de şaşı olan bir adamı Yazarlar Gezegeni’ne hem doktor hem yazıtvekili yapamazlardı herhalde. Reçeteyi yazmaya başladı, tüylerim diken dikendi. Şimdi düşzaneden ilacı alıyoruz. 10 gün sabah akşam içmem gerekiyor.

– Kahvaltımı yaptım, mutfaktan ilacımı aldım ve odama gidiyorum. Hmm, tadı o kadar da fena değil.

Elif! Tatlım marketten 750 gram kıyma alır mısın? Sulu köfte yapacağım da.

– Tamam, anne.

Tuvalete girdim giyiniyorum, sonra bir fark ettim ki aynada gözükmüyordum! Afallamıştım fakat aldırmadım. Sonra aynadaki yokluğuma bakmayı bırakıp, ödevlerim olduğunu hatırladım ve koşarak evden çıktım. Annem gene nasihat vermeye başlamıştır.

“Yavrum dikkat et! Koşma, ayakkabının bağı çözülür düşersin. Bak geçenlerde Aysel’in oğlu Orhan öyle dişini kırmış. Paranın üstünü unut…” derken lafı kesildi çünkü kapı benim tarafımdan sertçe kapanmıştı. O hızla uzaklaşırken Dostoyevski Amca’ya çarptım.

– Özür dilerim!

– Sen kimsin, ha n’oluyor! Ben birini göremiyorum.

– Dostoyevski Amca ben Elif, Nuri’nin kızı. Nuri Bilge’nin kızı. Tabii babam öldü nereden hatırlasın. Hani şu kitap çıkaran “Havva’nın Üç Kızı” diye. Hatırladın mı?

– Elif! Aman tanrım, ben ruhlarla mı konuşuyorum. Sen ne ara öldün, Elif?

– Ne? Ne ölmesi Amca, ben yaşıyorum!

– Ben seni niye göremiyorum?

– Yoksa ben görünmez mi oldum?

– Sanırım öyle. Ama boşver, geçenlerde Bay Tolstoy da içti ondan bir şey olmadı.

– Olamaz! Gerçekten görünmez olmuştum. Hepsi ilacım yüzünden olmalıydı. O doktora güvenmemem gerektiğini biliyordum!

– Ama bunun tadını biraz çıkarabilirdim sanırım.

Öncelikle istediğim her yere bedavaya girebilirdim. İlk olarak bir yazı parkına gittim oradaki okur dolaplarında delice eğlendim. Sonra kitaplı karıncaya, oradan da kabus tüneline. Ama en güzeli öykü gondoluydu. Biraz yorulmuştum, bir banka oturdum.

Ah!

Biri üzerime oturmuştu. Hemen onu üzerimden ittim ve eve koştum. Bu durum beni rahatsız etmeye başlamıştı. Annemi olaya inandırmak zor olmuştu ama en sonunda ikna oldu. Düşzaneye ilacı şikayet etmeye gitmiştik. Ben ise sorunun Düşes’te olduğunu düşünüyordum. Düşzane doktorumuza danışmamızı istedi. Düşzanede üzerime un döktüler. En azından şimdi birazda olsa gözüküyordum.

Düşes dut yemiş bülbüle dönmüş hiç konuşmuyordu. En sonunda ağzındaki baklayı çıkardı. Meğersem O, Kabuslar Gezegeninden gelen bir ajanmış. Kabuslar Gezegeni ile beş yıldır bir savaş içerisindeyiz. Bu savaş sadece fabl yüzünden başlamış. Cumhurbaşkanımız olan Jules Verne ve Başbakanımız Victor Hugo bile savaşın sonunu getiremedi. Kabuslar Gezegeni bizim gezegenimizi çok kıskanır.

Bir gün La Fontaine çok güzel bir fabl yazdı ve Kabuslar Gezegeni başkanı fablın kendisine ait olduğunu söyledi. Buna dayanamayan Fontaine bir hikaye savaşı başlattı ve o günden bu güne hala o savaşlar sürüyor. Her hafta iki gezegeninde en iyi yazarları toplanıp hikaye yazıyor. Düşes’te ajanlık yaparak bizim hikayelerimizi Kabuslar yazarlarına iletiyormuş.

Benim görünmezlik problemim çabuk geçti; çünkü Düşes bu ilacın panzehirini de yanına almış. En sonunda Düşes ülkesine gönderildi ve iki gezegenin arasında geçişler yasaklandı. Bu arada yarın benim hayatımın en güzel günü olacak çünkü evleniyorum! Artık adım “Elif Bilgin” değil “Elif Şafak” olacak.