Yazmaya ara verdiğim uzun bir aradan sonra harika bir sürprizle beraber oturdum bilgisayar başına. Geçen hafta Beyoğlu’nda dolanırken olmazsa olmaz dergilerimi yoklamak, yeğenime doğum günü hediyesi olarak Can Yayınlarının çıkardığı 3 boyutlu Charlie’nin Çikolata Fabrikası’nı almak (bu ayrı bir yazı konusu, anlatmakla olmaz, mümkünse edinin) ve biraz da soluklanmak için girdim kitapçıya.

Çocuk kitapları alt katta olduğundan vaktimin çoğunu orada geçirdim. Tam işim de param da bitti, bir an önce çıkayım, bugün artık daha fazla kitaba saldırmayayım derken kasanın önünde gördüm onu. Çok bildik bir isim José Saramago selam etmekteydi kitabın kapağında. Bir de kıvrılmış kocaman bir kara balıkla sırtındaki küçük çelimsiz çocuk. Hayatta tesadüflerin anlamı nedir bilmiyorum ama benim için iyi ya da kötü genellikle sürpriz oluyor tesadüfün karşılığı.

Daha önce sadece Körlük adlı romanını okuyup, romandan uyarlanan filmi izlediğim Portekizli José’nin bana bu kadar tanıdık gelmesinin bir diğer sebebi ise yine geçtiğimiz günlerde internetten verdiğim bir sipariş. Çat Kapı Dayım isimli çocuk kitap yerine José abimizin Çatıdaki Pencere adlı romanı gönderilmiş. Böyle bir şey olur mu ya, diye isyan edip ilgili kurumun kulaklarını çınlatırken göz ucuyla bakmaya başladım. Bir baktım ki, kaptırdım gidiyorum. Sonradan öğrendiğim bir bilgiyle yazarın erken dönemde yazdığı ama ölümünden sonra yayımlanan bu eserini büyülenmiş halde okumaya devam ederken işte kasadaki o sürprizle yine şaşırttı beni José Saramago. Bir çocuk kitabıyla karşımdaydı!

Hem de daha kapağıyla kendine çeken, büyülü bir kitapla. Suların Sessizliği ile… Kırmızı Kedi Yayınevi tarafından yayımlanan Suların Sessizliği’ni dilimize çeviren Pınar Savaş. Her biri bir sanat galerisinden fırlayıp gelmiş hissiyatı yaratan resimlere hayat veren isim ise Manuel Estrada. Toplamda 28 sayfa ve kuşe kağıt karton kapak.

Çocukken eve getirip perdenin üstünde yaşayacağına inandığım uç uç böcekleri, eti puf kutularıyla yakaladığım bütün sinek ve kelebekler, evlerini bulamazlarsa bize gelirler diye yuvalarını kapattığım karıncalar ve babannemden saklayıp benim civcivim yarışına girdiğimiz, gizlice evde sakladığımız, ama ertesi gün ölen bütün civcivler en çok da kara boncuk civciv ve gözleri açılmadan annelerinden ayırıp bu kedi benim olsun mu dediğim yavrular beni affetsin. Hepinizi çok sevmiştim, ama çocukça da olsa bencillik dünyanın merkezine kendini koyuyurdu. Aslında hiç kötü niyetim olmamasına rağmen hayat o kadar zordu ki benim olursa koruyabilirdim, benim olursa sevebilirdim, benim olursa güzeldi, benim olursa onu kurtarabilirdim… Öylesine uzuyor ki, sonu yok. Paylaşamadığımız bir yıldız için en iyi arkadaşımla günlerce konuşmamıştık. Sonunda o yıldızdan vazgeçip ay dedeyi sahiplendi de barıştık. Beni çocuk bencilliğime, kapıldığım umutsuzluklara ve yenilmeyi kabullediğim günlere götüren Suların Sessizliği edebiyata ilgili tüm çocukların severek okuyacağı ve uzun yıllar unutamayacağı bir başucu kitabı olmaya aday.

Tijo Nehri’nin kıyısında bir çocuk, üstelik çoğunlukla balık tutamamış bir çocuk yine umutla atar oltasını suya. Öylece beklerken birden oltanın mantarı suyun derinliklerine iner. Belki oltanın ucundaki balıktan daha büyüktü çocuğun heyecanı. Bir balık çeker oltayı, bir çocuk. Çok sürmez bu yaman mücadele. Ya düğümü kötü ya da misinası çürük olmalıdır ki herşeyi alır götürür balık bir anda. Kendisine ait olduğunu düşündüğü balık gidince büyük bir umutsuzluğa kapılır çocuk. Nasılsa saklanmıştır kötü balık. Koşar,koşar ve dedesiyle nenesinin evine varır. Kamışını tamir edip o büyük balığı yeniden yakalayacak ve bu sefer kaçmasına izin vermeyecektir. Nenesi sorar öfkesi büyüyen çocuğa, “o balığın orada olduğuna inanıyor musun gerçekten?” Duymaz, duymak istemez. Bir an önce nehre varıp hesaplaşmalıdır o canavarla. Kıyıya geri döndüğünde güneş çoktan batmıştır. Yine de oltasını atar, bekler. Saatlerce oturur o kıyıda. “Dünyada suyun sessizliğinden daha derin bir sessizlik olduğunu sanmayacak” kadar çok bekler bu anı asla unutmayacağını bilen çocuk. Sonunda misinasını alır eve döner. O koca balığa da iki çift lafı vardır. “Kim tutarsa tutsun, yüzgeçlerinde benim oltamın iğnesi ve üzerinde benim damgam var, öyleyse, o benimdir.”

Bir çocukluk anısından esinlenerek kaleme aldığı bu kısacık ve samimi öyküye onca ustalığı nasıl sığdırdığını anlayamadığım yazarımız bilgelik dolu masalıyla fısıldıyor çocuklara ve çocuk kalanlara; “suların sesini dinle şimdi ormanın fısıldayışlarını / yarılıyor dağların göğsü bir aşkı dinlendirmek için / ve gözlerin uzak yamaçlarda aranıp dururken birşeyleri / sessiz ve sakin beklemekte bekledikçe bileylenen yürek…”