Günlerden bir gün bizim kızın okula kitap götürme günüydü. Kendine göre bir düzenle dizdiği kitaplarının içinden en çok sevdiği Süpürge’de Yer Var Mı?i elinde, “anneee cadılı kitabımı götürelim” diyerek kapıda hazırdı. Cadı, süpürgenin üstünde maceralara yol alırken yanında ona ihtiyacı olan hayvanları da götürüyor, her bir durakta yeni bir hayvan yolculuğa katılıyordu. Sonra cadının başı sıkışınca hayvanların hepsi bir olup cadıya yardım ediyorlardı. Bu macerayı arkadaşlarıyla paylaşmak için çok heyecanlıydı.


Akşam okuldan alırken kapıda dudakları sarkmış olarak buldum, bıraktığımdaki halinden eser yoktu. Ben daha sormadan anlatmaya başladı.” Anne arkadaşlarım kitabımı beğenmediler. İçinde cadı varmış, cadılar korkunçmuş, hiç eğlenceli değillermiş. Prenses de yokmuş bu kitapta, kötü bir kitapmış bu. Sevmiyorum ben artık cadıları.”

İçimden geçen kocaman bir Haydaaaa!!! ve aklımda son zamanlarda okuduğum iyi araştırmalardan Dr. Hande Eslen-Ziya ve Dr. Itır Erhart’ın; Dengeli, Ölçülü, Yetinen ve Tek Tip Türk Çocuğu: Resimli Çocuk Kitaplarında Kimlik İnşasıii çalışmasından cümleler… Burada, “Resimli çocuk kitapları, çocukların şimdi veya yetişkinlik hayatlarında itaat etmeleri beklenen kültürel normları ve oynamaları istenen rolleri tekrar etmektedirler. Bu kitapların, kültür değerlerini ileten araçlar olduklarını ve bunun da, resimli kitapları, toplumsal normların değerli bir göstergesi haline getirdiğini iddia edilmektedir” temeline dayanan bir tartışma söz konusuydu ve oldukça anlamlıydı.

Kadınlık ve erkeklik biyolojik olarak doğuştan belirlenmenin yanında kültürel olarak izlediğimiz medya ürünlerinde inşa ediliyor, malum. Burada çizgi filmler ve çizgi karakterler özellikle cinsel kimliğin belirlenmeye başladığı 3 yaş civarı oldukça etkili. Maruz kalınan mesajlarda pekiştirilen kadına ve erkeğe dair özellikler kültürel olarak toplumda olması istenen şekilde kurgulanıyor. Kadın; narin, zayıf, güzel, anaç, kırılgan, ev işleri ile alakadar olarak yansıtılırken. Erkekler; güçlü, sert, şiddete eğilimli, kendi ayakları üzerinde duran, iri yarı, kaslı gibi hem fiziksel hem karakter özellikleri ile yer alıyorlar. Tek tip olarak inşa edilen kadın ve erkek özelliklerine tekrar tekrar maruz kalan çocuk bir süre sonra kendisi ile bağdaştırdığı cinsel yönelimini belli etmeye başlıyor.

Bizim kız, uzun saçlı olması gerektiği, bebeklerle oynaması gerektiği ve bir gün anne olması gerektiği konusunda oldukça ikna olmuş durumdaydı. Bunun yanında evdeki durum ise şöyleydi; yurt dışına sık sık seyahat eden baba, eve uzaktan kumandalı helikopter ve uzaktan kumandalı araba, puzzle ve lego gibi bir takım oyuncaklar ile dönerken anne ise prenses kitapları, prenses kostümleri ve bol bol barbi bebekleri yerine cadı kitapları, rahat kıyafetler ve cinsiyetsiz oyuncaklar tercih etmekteydi. Öyle pek de televizyon seyretmeyen hele hele Cindrellaymış, Pamuk Prensesmiş haberi olmayan bizim kız, en çok cinsel yönelimine uygun Miyazaki’nin Küçük Cadı Kiki’sini ve Komşum Totoro’sunu izlerken, yenilerden de sadece Tinkerbell’i biliyordu.

Pedagogumuza göre çocukların cinsel yönelimlerinin “NORMAL” olması için cinsiyetlerine yönelik yaklaşımlarda bulunmak daha sağlıklıydı. Okulumuzun rehberlik yazısı da şöyle diyordu:
“Sağlıklı cinsel kimlik gelişimi için doğru rol modellerin olması çok önemlidir. Anne ve baba davranış ve tutumları ile kendi cinslerine ait özellikleri göstermeleri gerekmektedir. Ailede roller değişmemelidir. Kadın erkek rollerinin değiştiği ailelerde çocuklar kimlik bocalaması yaşayabilirler. Çocukların karşı cins gibi davranmaları beklenmemeli ve bu davranışlar desteklenmemelidir.”

“NORMAL!” olanın sağlıklı olarak adlandırılması beni rahatsız etti. Bunu söylemeden geçemeyeceğim. NORMAL demek biyolojik olarak doğmuş olduğu cinsiyetini destekler davranışlar ve kültürel göstergeler göstermesi miydi? O zaman prenses olabileceğini, anne olabileceğini, çok güzel yemekler yer ise prensesler gibi upuzun saçları olabileceğine inandırılmış çocuklar NORMAL midir? Ya da tam tersi süper kahraman olabileceğine inanmış, bebeklerle oynamaması gerektiğine ikna olmuş ve erkeklerin ağlamayacağını iddia eden çocuklar mıdır NORMAL!?

Okulumuzdaki meslekler partisinde ne olmak istersin sorusunu sorduğumuz çocuklarımız? Prenses olmak istiyorum, süper kahraman, şövalye gibi cevaplar veriyorlar. Bu mudur NORMAL olan?

Bunların hepsi birikince, yahu prensesler ne halt yaparlar? Bu çocuklar neden prenses olmak ister durur? Bunu anlatmam lazım bizim kıza diye anti prenses propagandalarına başladım. Neyse ki çabuk ikna olan bir çocuğum var. Şimdi burada diyeceksiniz ki cadılar ne yapar? Cadılar çocuk kitaplarında en azından ikili karşıtlığı içlerinde barındırıyorlar. Yani cadı kötü bir karakter olarak yer alıp iyi ile savaşmıyor. Kendi içinde sevimsiz ama insancıl ve komik olabiliyor. Prenses kitaplarında ise prensesler süslü püslü elbiseler içinde upuzun saçlarıyla genelde beyaz altı prensini bekleyen ya da kurtarılmayı bekleyen veya kötünün karışındaki iyi olan karakterler olarak karşımıza çıkıyorlar. Ee bu noktada bizinkinin cadı ile kendini özdeşleştirmesini istemem NORMAL değil mi?

O akşam yatarken ritüel haline gelen illa ki okumamız gereken ve okumadan uyuyamayacağımız iki kitabı seçerken cadılı olanı tabii ki istemedi. Bu demek oluyor ki bizim cadılarla, hayvanlarla, maceralarla dolu kütüphanenin pabucu dama atıldı, atılacak. Beni sardı bir korku. Bu böyle olmaz, olmamalı. İşte o anda yeni aldığım ama daha ortaya çıkarmadığım bir kitabı kullanmanın tam zamanıydı. Yeni bir kitap eve geldiğinde heyecanımız bambaşka oluyordu. Bu sefer pek bir tezahürat yapmadı çünkü bu kitapta ejderhalar ile ilgiliydi.

Başladık yeni kitabımızı okumaya. Kitap ejderha ZOGİiii ile ilgili. ZOGİ ejderha okulundan mezun olmak için en son sınavı olan prenses kaçırmayı başarmak zorundaydı. Prenses İnci hiç de öyle klasik prenses gibi resmedilmemiş bu kitapta. Sıradan bir kız çocuğu sanki. ZOGİ prensesi kaçırınca atlar şövalye atına, gelir prensesi kurtarmaya. İşte burada Prenses İnci der ki:
“Durun, sizi şapşallar! Dünyada zaten yeterince kesik, yanık, yara bere var. Kurtarma beni! Geri dönüp bir prenses olmayacağım, o süslü püslü, aptal elbiseler içinde sarayda salınıp durmayacağım. Doktor olmak istiyorum ben, dere tepe dolaşıp insanların dertlerini dinlemek, onları iyileştirmek istiyorum ben.”

ZOGİ bize ilaç gibi geldi. Prenses elbisesi diretmelerimiz, uzun saç ısrarı şimdilik geçti. Bizim kız prenseslerin hiçbir şey yapmadan sarayda oturmalarına da anlam veremedi ve çok sıkıcı buldu. Biz NORMAL bir karakter bulup onunla özdeşleştik sonunda.

Çocuklarımız için dilerim ki, NORMAL olmayanların da sağlıklı sayılabileceği bir dünyamız olsun.

i Julia Donaldson ve Axel Schaffler, Süpürgede Yer Var Mı?, çev. Yıldırım Türker, Türkiye İş Bankası Yayınları.
ii Hande Eslen-Ziya ve Itır Erhart, Dengeli, Ölçülü, Yetinen ve Tek Tip Türk Çocuğu: Resimli Çocuk Kitaplarında Kimlik İnşası, Sosyoloji Araştırmaları Dergisi. http://www.sosyolojidernegi.org.tr/dergi/izlec.php?dergi=7&id=43
iii Julia Donaldson ve Axel Schaffler, ZOGİ, çev. Ali Berktay, Türkiye İş Bankası Yayınları.