Seksek yıldızlar vardır!

…ve ışığını çok uzun zaman önce kaybetmiş bir gezegene iyi gelirler

Bir zamanlar sokakta köşedeki kaldırıma oturmuş ekmek arası peynir domatesimi yerken, şimdinin aksine çırpı bacaklarıma konan kara sinekleri düşünürdüm. Bir sinek olsam üzerine konacağım kişiyi seçebilirdim, ama bir çocuğun nerede, nasıl ve ne şekilde bulunacağına karar veren büyükler vardı. Sinekler insanlardan özgürdü.

Bir balık ne hayal ederdi? Deniz kızları gerçek miydi? Kuşlar -ki en çok serçeler- sadece yağmur yağarken mi yıkanırlardı? Karıncaların koşturarak gittiği yuvalarında kaç kişi yaşıyordu? Sokaktaki çöpleri toplayıp, hortumla her yerleri sularken, bir de kapının önünü yarım yamalak süpürmenin tüm dünyayı temizlemeye yettiğini sandığım günlerdi. Ne okul vardı hayatımda o zamanlar ne de hayat bilgisi… Yine öyle bir gün. Annem elimden tutmuş, çekiştire çekiştire yürüyoruz. Aynı semtteki dayımlara yolculuk. Ay yeni çıkmış, bembeyaz. Yolda fırına uğrayıp ekmek alıyoruz. Ay yine orada. Büyümüş mü ne? Kafam hep yanda. Binaların arasında gözükmüyor bazen, kayboldu işte diyorum, yeniden karşıma çıkıyor.

“Anne ay bizi takip ediyor, gerçekten!”

“Hadi yürü yavrum, herkes bizi bekliyor, geç kaldık. Ay hep aynı yerinde.”

“Ama anne, evimizin önündeydi,şimdi burada.”

“Hadi, yürü dedim sana.”

Tüm geceyi somurtarak geçirdikten sonra eve dönüş için yola çıktığımızda artık iyice tepeye çıkmış, geceyi aydınlatan kocaman ay selamlıyor beni. Demek kapının önündeydin diyorum. Eve dönene kadar ara sıra görünmez olma oyunu oynasa da, yine bizimle. Kapının önünde vedalaşıyorum onunla. Beni takip etmesi, sevmesi, koruması, yolumu aydınlatması demek çünkü. Yıllar geçiyor. Ne fizik, ne matematik kalıyor öğrenmediğim.

Kocaman insan oluyorum.

Her şeyi bildiğim halde, hâlâ ne zaman ay beni takip etse eskiden kalma bir mutluluk, bir güven duygusu hissediyorum. Sonra bir gün bir öyküyle ansızın karşıma çıkıyor, sevgili, yardımsever ve tonton, bilge Ay’ım. Tam hayal ettiğim gibi hem de…

Bir zamanlar milyonlarca yıldır aynı yerde hareket etmeden durmaktan sıkılan bir grup yıldız varmış. Diğer yıldızlar onlara seksek yıldız dermiş. Seksek yıldızlar yok olup gitmeden önce başka gezegenlere gitmek, oraları tanımak isterlermiş. Diğer yıldızlar seksek yıldızların bu fikrini hem çok saçma bulur hem de bundan korkarmış. Seksek yıldızlar bir gün benim sevgili Ay’ıma gitmişler. Dertlerini anlatmışlar. Onları dinleyen ay, onlarca yıldır ışığını çoktan kaybetmiş olan bir gezegeni aydınlattığını, ve Dünya adındaki o gezegenin aslında biraz daha parlamaya ihtiyacı olduğunu söyleyerek diğer yıldızların aksine seksek yıldızları yüreklendirmiş.

Peki ama oraya nasıl gideceğiz diyen seksek yıldızlara; birbirinize sıkıca sarılın,sakın bırakmayın. Kocaman tek bir yıldız olana kadar sarılın, sonra sizi aşağıya iteceğim. Orada başınızın çaresine bakarsınız demiş. Yıldızlar bir araya gelip tek ve kocaman bir yıldız olunca onları aşağıya itmiş. Yeryüzüne inen yıldızlar ise bir süre dolandıktan sonra içlerine girecekleri insanları seçmişler. O gün bugündür dünyada içlerinde yıldız taşıyan insanlar varmış. Bir araya geldiklerinde kocaman ve tek bir yıldız olup neler yapabileceklerini bilerek yaşarlarmış…

Bu güzel öykü daha önce Vejeteryan Külkedisi ile tanıdığımız Nunila Lopez ve Myriam Cameros ikilisinin ikinci kitabı Uyanış Öncesi Öyküleri’nde yer alıyor. Tadı damağında kalanlar için kitapta “Datruelo” ve “Renkler” isimli iki öykü daha bulunuyor. Nota Bene Yayınları tarafından basılan Uyanış Öncesi Öyküleri çocuklar kadar büyüklerinin de seveceği bir kitap. İçimizde taşıdığımız tüm yaralı kız çocuklarına, bütün kızların içinde taşıdığı yaralara hitaben yazılan Uyanış Öncesi Öyküleri alışa gelenden farklı bir kitap.

Umarım tüm Uzunçorap annelerinin ve kızlarının yaralarına iyi gelir.

Keyifli okumalar.