Böyleymiş işte hayat. Okullar biter, karneler alınır, sınavlar bitmezmiş… İlkokul bitince hâlâ çocuk oluruz. Ortaokulda sivilceleri ve hayatla sorunları olan bir ergen. Lise okulu kırmak demektir, hem artık başkasının içtiği su şişesinden içebilmeniz, hayatınızın tüm akışını değiştirecek o sınava çalışmak zorunda olduğunuzun sürekli hatırlatıldığı deli zamanlardır. Üniversite aşktır çoğu zaman. İsyandır, devrimdir… İnatla umut etmektir. Derken ergenliğin bitip gençliğin başladığı yerde kaldığınız süre henüz beş seneyi geçmemişken saçlarınızda beyazlar boy vermeye başlar. Bir, iki, üç derken saymalar biter. Ne zaman büyüdüğünüzü anlamadan büyütür hayat. Yaşamak tatile girmez kimi yerlerde. Hele ki eteğinin bir ucu egenin sularıyla yıkanırken diğer ucu Dicle ve Fırat’ın sularına değen bir memlekette, yaşınız kaç olursa olsun sınavlar hiç bitmez.

Yine o büyük sınavlardan birine girdik, ya hep birlikte sınıf atlayacağız ya da yine çuvallayacağız. Bu sınavda kopya çekmek serbest, herkes yanındakine anlatsın, kâğıdını açık tutsun, haykırsın lütfen. Hem zaten bütün soruların cevabı çok açık ve net; barış! O da mı ne?

Söz ve müziği Şanar Yurdatapan’a ait olan ve Melike Demirağ’ın seslendirdiği “Zeynep’in Barış Dersi”, 1989 yılında Ada Müzik’ten çıkan İstanbul’da Olmak / Anadolu albümünde yer alıyor. Hatırlayanlar olacaktır illa ki, buyrun:

Melike by destroyeerere

-Anneciğim, herkes “Barış“ diyor, sen de diyorsun;
Anlatırmısın bize, ne demek “Barış“?
-Peki, dinleyin öyleyse
Bütün tarih boyunca savaşmış insancıklar,
Evler yanmış, yıkılmış, öksüz kalmış çocuklar…
Sakat, hasta bir dünya, milyonlarca işsiz aç,
İnsanlık hâlâ muhtaç “Sevgi, dostluk, kardeşlik ve huzura”
Türkçede buna barış derler, barış derler, barış derler
Amerikalılar ”Peace” derler,
Rusçada buna “Mir” derler,
Fransızlar “éLa Paix” derler, İspanyollar “La Paz“ derler,
Almanlar ”Der Frieden” der, İtalyanlar ”İl Pace” der buna…
Bir savaş uçağına gömdüğümüz parayla
Milyonlarca aç doyar
Evler yapardık binlerce…
Yetmez mi hepimize kardeşce paylaşınca?
Yeter de artar bile:
Ekmek ve iş ve toprak
Şu güzelim dünya
Japonlar buna ”Hei Wa” der, Yunanlılar ”İrini” der,
İngilizler “Peace” derler, Hollandalılar “Frejde” der,
Araplar “As Sulh” derler, Farsçada buna “Aşti” derler,“Birileri” de “Aşeti” derler,
Bizde “Böyükler” Cıs derler buna!..

Gelelim haftanın kitabına; Küçük Prens’e, Le Petit Prince’e, Little Prince’e, ya da Mîryazê Piçûk’a…

Aslında çok daha güzel bir zamanda keyif içinde anlatmalıydım, ilk kez on bir yaşında okuduğum ve o günden beri aralıklarla defalarca elimden geçen ve her defasında farklı bir tat bırakan bu en sevdiğim kitabı. Hakkında sayısız tanıtım ve inceleme yazısı yazılmış olan Küçük Prens’e hak ettiği kadar güzel bir yazı yazamayacağımı en baştan belirtmeliyim. Ama öyle bir zaman geldi ki sanırım derdimi en iyi o anlatır… Onlarca dilde sevgiyi anlatan bu küçük arkadaşa şimdilerde çok ihtiyacımız var.

Fransız yazar ve pilot Antoine de Saint-Exupéry tarafından yazılan ve ilk kez 1943 yılında yayımlanan ve içinde Exupéry’nin çizimlerinin de yer aldığı bu hikâye New York’ta bir otel odasında yazılmış. En kaba özetiyle uçağı Sahra Çölü yakınlarında düşen bir pilotla yaşadığı gezegenden çok uzaklarda olan Küçük Prens’in yollarının kesişmesi ve kurdukları arkadaşlığı anlatıyor. Küçük Prens’in yaşadığı gezegen olan Asteroid B-612’den dünyaya yaptığı yolculuğun sebebi ve yolculuk süresince başına gelenler bir çocuğun bakış açısından ustalıkla anlatılıyor.

Küçük Prens, gezegeninde yetiştirdiği gülü yabanî otlardan korumak için bir koyun arayışına girer, amacı bir koyun bulup gezegenine ve gülüne geri dönmektir… Yolculuğu sırasında bir gül bahçesine tesadüf etse de kendi gülüne geri dönmekten başka bir şey istemez. Bir tilkiyi evcilleştirir ve bir yılanla konuşur. Sevgiyi, emeği, özveri ve cesareti bir çocuğun dünyasından aktarır. Yazarın resimleriyle bir bütündür. Elinize alır almaz bitirmek ister, sonlara yaklaştıkça nemli gözlerinizle bitmesin diye ağırdan alırsınız.

Küçük Prens, kesinlikle sadece bir çocuk kitabı değil, her yaşta okura hitap ediyor. Öyle ki bir daha böylesi zor yazılır dedirtecek bir anlatım söz konusu. Orijinal dilinde okumayı çok istediğim halde Yaşar Avunç’un Türkçe çevirisindeki anlatımında da oldukça etkileyici bir dil hâkim. Ülkemizde hatırı sayılır bir hayran kitlesi olan kitabın çeşitli basımları mevcut. Mavibulut tarafından basılan orijinal hali, 95 sayfa. Kitabın üç boyutlu baskısı ise koleksiyonluk. Her sayfasında ayrı bir sürpriz gizli. Dileyen çizgi roman formatında da okuyabilir. Sahaflara yolu düşenler 1978 yılında yayımlanan Cemal Süreya-Tomris Uyar çevirisine denk gelirse kaçırmasın derim. Genç Turkuvaz yayınları da yakın zamanda Küçük Prens’in yeni maceralarını içeren bir diziyi yayımlamaya başladı. Avesta’dan çıkan Kürtçe baskının ismi ise; Mîryazê Piçûk.

Yaşınız kaç olursa olsun, bu küçük dosttan öğreneceğiniz çok şey olduğunu sakın unutmayın…