Süreyya Şahabi: Başkaları –özellikle bazi feministler- ‘Parti’yi, cenini insan saydığı için dinciler gibi spermi –üstelik sperm ile yumurtayı birlikte değil- de kutsamakla ve yaşamın kaynağı saymakla suçluyorlar! Öyleyse bunlar, Program’ın, bu bakışına göre, gebeliğe karşı her türden önleme karşı olması gerektiğini ileri sürüyorlar.
Mansur Hikmet: Spermin, hatta cüretkâr kaçmazsa yumurtanın da özel bir kutsallığı söz konusu değildir. Tartışma açıkça bu ikisinin birleşiminden meydana gelen ve gelişme sürecine başlayan yeni varlıkla ilgilidir. İnsan yaşamına saygı tartışması biyolojik bir tartışma değil felsefi bir tartışmadır. Daha doğrusu biyolojik yaşama saygı yaşama duyulan felsefi saygının yansımasıdır. Bu insani potansiyel ve niteliğe duyulan saygıdır. Bu saygı dinsel hurafenin ve tanrıya boyun eğmenin değil insanlığın uslamlamasının göstergesidir. Hangi biçimde olursa olsun insani yaşama karşı saygının yok olması somut insanların, gerçekten varolan insanların yaşamlarını da değersizleştirir. İnsani yaşam bölünebilir, derecelendirilebilir değildir, insanların bağımsızlığına, hareketliliğine, yaşına, bilincine, rengine, cinsiyetine, ulusuna, zamanına, mekanına, “sağlam” veya “engelli” oluşuna bağlı değildir. Bizim tartışmamız, en azından Parti Programı’nın yazarı olarak benim tartışmam döllenmiş yumurtalar ve bölünmekte olan hücreleri “kutsamalıyız” biçiminde değildir. Benim tartışmam şudur: Ceninin anne karnından çıkarılıp başlamış olan yaşam sürecinin kesintiye uğratılmasına dayanabilen ve bunu sorunsuz sayan toplum nüfus artışını önlemede, kadının eğitimini sürdürmesini sağlamada, yoksulluğu engellemede vb. durumlarda bu yönteme güvenecektir, yok edilen insanlarını değerli bulmayacaktır. Ceninin değersizliği bizim değersizliğimizi yansıtıyor ve bu değersizliği güçlendiriyor. Nasıl ki biz zamanında kıtlığa, kuraklığa, toplumun ekonomik ve manevi darboğazlarına karşılık vermek için aynı ölçüde zorunlu görünen, çeşitli tanrı ve tanrıçaların önünde gençlerin kurban edilmesi ve “büyücü kadınların” yakılmasından hayrete düşüyorsak haleflerimiz de ileride bizim uygarlığımızı inceleyip kürtaj geleneğimizden dolayı hayrete düşeceklerdir. Onlar da bu geleneği bizim vahşiliğimizin ve bizim dönemimizde insanın değersizliğinin göstergesi sayacaklardır. Son bir noktaya daha değinmek istiyorum: Gebelikten korunma ve gebeliği önleme yöntemlerinin gelişmesi için kim daha fazla çaba harcayacaktır, kürtajdan talihsiz bir edim olarak kaçınılmasını isteyen biri mi, yoksa çocuk sahibi olmamak ve nüfus planlaması için kürtaja sorunsuz, eksiksiz bir yöntem olarak yaklaşan biri mi?
Süreyya Şahabi: İran’da siyasal gelişmeler sonrasında İran Komünist-İşçi Partisi Programı’ndaki talepler yasalaşıp kürtaj yasallaştığında büyük olasılıkla kürtaj sayısı oldukça yükselir. Kürtaj özgürlüğü yasasının onaylanması ivedi bir önlemdir ve devlet bunu gerçekleştirmek ve buna uymak zorundadır. Buna karşın korunma yöntemlerinin öğretilmesi, cinsel eğitim ve güvenli cinsel ilişkinin olanaklarını sağlama daha uzun bir süreçtir. Acaba kürtaj sayısının hızlı artışı Program’ın ereği olan kürtaj sayısının azaltılmasıyla çelişmiyor mu? Buna bağlı kürtaj karşıtları Program’ın bu maddesinin ivedilikle yürürlüğe girmesine karşı çıkmakta haklı değiller mi?
Mansur Hikmet: Birincisi, kısa erimde kürtaj sayısının artacağı kesin değildir. Bence artmayacaktır, karşılaştırılmaları gereken yasallaştıktan önce ve sonraki kürtajların sayısı değil her iki dönemdeki (resmi veya gizli) kürtajların ve anne tarafından gerçekleştirilen “düşük”lerin toplam sayılarıdır. Ağır yük kaldırma, kendini yüksekten aşağı atma vb. yollarla anne tarafından gerçekleştirilen düşük sayısı İran’da oldukça yüksektir öyle ki bu eylem bu ülke folklorünün bir parçasına dönüşmüştür. Bu “kürtaj” olaylarının hiçbir kaydı tutulmuyor. Kürtajın yasallaşması kürtaj için doktorlara başvuru sayısını artıracaktır, buna karşın sözünü ettiğimiz türden düşük sayısını azaltacaktır. Öte yandan yasal kürtaja karşı gizli düşükler ve kürtajların azalması bu kadınların programımızın gereği onları maddi ve manevi açıdan destekleyecek kurum ve kuruluşlarla temasa geçmelerini sağlayacaktır. Bu kurumların görevlerinden biri anneyi çocuğunu doğurmaya özendirmek, anne ve çocuk haklarını ve devletle toplumun bunlara karşı görevlerini anlatmaktır. Başvuran kadınlardan bir kısmının kürtajdan vazgeçeğini varsaymak olanaklıdır. Kısacası ben kürtajın yasallaşması sonucunda senin sayısal tahminini olası bulmuyorum.
İkincisi, programımız yalnızca kürtajın yasallaşmasını içermiyor, cinsel ilişkileri güvenli kılmak ve korunma araçlarının kullanımının yaygınlaştırılması için ivedi ve yaşamsal önlemleri de kapsıyor. Özgür, güvenli cinsel ilişkinin toplum kültürünün sürekli ve kesin bir ögesine dönüşmesinin zaman isteyeceğini kabul ediyorum. Ancak korunma araçlarının kullanımının birkaç kat artması, prezervatif ve diyaframın daha yaygın biçimde kullanılması, ücretsiz sağlanmalarının devlet politikası olduğu durumda, uzun bir zaman gerektirmez. İstenmeyen gebeliklerin sayısını hızla düşürmek olanaklıdır. İran’da modern normların, yöntem ve ölçütlerin yerleştirilmesinden söz edildiğinde birçok kişi İran halkından sapa köylerde yaşayan insanların görüntüsünü karşımıza çıkarıp halkın “kültürsüzlüğü”nden yakınıyor. Ne var ki İran büyük ölçüde kentli bir toplumdur. Bu insanların büyük çoğunluğunu okula giden gençler oluşturuyor, uzak köylerde yaşıyorlarsa bile akılları, fikirleri kentte ve çağdaş yaşam örneklerindedir. İran’daki insanlar Tevfik gazetesinin “milleti” veya Humeyni cemaatinin “ümmeti” değil Yirminci Yüzyıl’ın sonunda bu çağın teknik ve iletişim gelişmelerini yaşayan kapitalist bir toplumun üyeleridir. İran’daki cinsel eğitim ve korunma olanaklarının artırılması kampanyası kanımca oldukça yüksek bir verimle ilerleyecektir. Ne var ki bir gerçeği göz önünde bulundurmak gerekir. Bunun gerçekleşmesi İslamcılar ve yobazlarla keskin bir mücadele edilmeksizin olanaklı değildir. Ancak siyasal açıdan dinsel fanatizm ve yobazlıkla kesin mücadeleye taahütü olan bir hareket bu programı yürütebilir. Bu herkesten önce işçi sınıfı ve komünistlerin görevidir.
Her şey bir yana kürtaj olaylarının sayısının düşmesi iki ana etmene bağlıdır. İlki güvenli cinsel ilişkilerin artması ve kamunun ücretsiz, uygun korunma olanaklarına ulaşabilmesidir. İkincisi ise yalnızca düşünce düzeyinde değil ekonomik ve toplumsal ilişkiler düzeyinde gebeliğin, doğumun ve anne olmanın kadının toplum ve ailedeki ekonomik, toplumsal, mesleki ve manevi konumuna en ufak olumsuz etkisi olmayacağı, çocuk sahibi olmanın özgür bir seçime, düşünülmüş ve yaşamlarının mutlu bir olgusuna dönüşeceği koşulların sağlanacağı biçimde erkek egemenlikle ve kadın düşmanlığıyla mücadele etmektir. Kürtajın yasallaşması, bu ereğe ulaşmaya dönük bütünsel bir siyasetin dayanaklarından biridir, münferit ve kendinde bir önlem olarak değil bu bütünün içinde görülmelidir.
Süreyya Şahabi: Parti programı kürtajı “insan cenininin taammüden yok edilmesi” olarak niteliyor, sen de konuşmada kürtajın hangi yaşta olursa olsun “yaşamına başlamış insanın evrim sürecini kesintiyeye uğratmak” olduğuna değindin. Bazıları bu betimlemeden yola çıkarak parti programı açısından kürtajın cinayet sayıldığını, programın kürtaja karar veren anneyi taammüden insan öldüren caninin konumuna yerleştirdiğini ve bunun acımasızca olduğu sonucuna varıyorlar.
Mansur Hikmet: “Kürtaj yaşamaya başlayan bir insanın gelişme sürecinin kesintiye uğratılmasıdır” cümlesinden annenin taammüden cinayet işlemesi iddiasına kadar epey yol var. Bunları birbirine yapıştırmak ne sorunu anlamaya yönelik samimi bir çabanın göstergesidir ne de bizim programımızdaki formülasyona karşı etkili bir propagandadır. Bu safsatacılıktır. Bence kürtajı ilkesel açıdan kusursuz bir eylem sayan kişi bunu demeli ve açıkça savunmalıdır. Başkaları adına kendini suçlayıp sonra da öfkelenmek sorunun yanıtı değildir. Ancak bu itiraz bir şeyi gösteriyor: Günün birinde ilgili eleştirmene çocuğun ceninin kaçınılmaz devamı olduğu, ceninin de insanın kaçınılmaz başlangıcı olduğu kanıtlanırsa bizzat kendisi kürtajı taammüden cinayet sayacaktır. Bu da kürtajı savunan biri için güçlü bir konum sayılamaz.
Her şey bir yana bence (günümüz Avrupa’sının yasalarında yaygın olan zaman aralığında) kürtajı taammüden cinayet nitelemek doğru değildir. Çünkü cinayet ve katil hukuksal kavramlardır, tanımları kişisel değil toplumsaldır. Kişiyi çağdaşı olduğu toplumun normları ve gelenekleri bağlamında yargılamak gerekir. Günümüz toplumu insanları yok etmenin tüm biçimlerine cinayet olarak bakmamaktadır. Gerçek, bu dünyada insanların birbirlerini yaşamı hakkından çeşitli biçimlerde yoksun bıraktıklarıdır. Savaşta insan öldüren asker, birilerinin idamına karar veren jüri üyesi, acıma duygusuyla ölmekte olan hastanın ölümünü hızlandıran doktor, ölüm oranının epeyce yükseleceğini bile bile sağlık sigortasını kısan devlet, bölge çocuklarının kan kanserine yakalanma risklerini artıracağını bildiği halde nükleer santralin güvenliğinden kısan kişi, bir yerlerin bombalanmasını emreden cumhurbaşkanı, bomba yerleştiren gerilla veya terörist; bunların hepsi bilinçli biçimde gerçek insanların yaşamlarını ellerinden almaktadırlar. Ancak toplum bunların hepsini katil nitelememekte bunları gerçekleştirenlerin hepsine katil dememektedir. Bizim kişisel anlayışımız toplumun anlayışından farklı olabilir. Kişisel anlayışımız mutlak, yorum kabul etmeyen insani ilkelere dayanabilir. Ancak toplumun cinayetin ne olduğu konusundaki anlayışı görecelidir, tarihsel açıdan koşullu ve değişkendir. Eş ve çocuğun erkek tarafından öldürülmesi bir zamanlar cinayet sayılmıyordu. İslamiyet ve Musevilik’teki Halil İbrahim Bey az kalsın güpegündüz çocuğunun başını iğrenç tanrısal bir operasyonda kesecekti, iyi ki Siyaveş Modaresi’nin dediği gibi son anda tanrının şaka yaptığı ve beyefendiyi sınamak istediği ortaya çıkıyor. Aynı dünya üzeründe, çok eskilerde değil epey yakın zamanlara kadar, savaş tutsakları ve köleleri öldürmek suç sayılmıyordu. Yüzyılımızın 70’li yıllarına kadar siyahların Amerikalı beyaz ırkçılar tarafından asılmaları, linç edilmeleri cinayet sayılmıyordu. Kimse Truman’i Hiroşima ve Nagazaki’deki toplu kıyımdan dolayı katil nitelememiştir, Amerika’da adına kütüphane bile vardır. Toplumun bir eylem konusundaki ahlaki ve hukuksal anlayışı bir çağda o toplumun o konudaki manevi ve duygusal duyarlılığının yansımasıdır. Bu duyarlılık aynı çağda farklı kültürel bölgelerde bile farklı olabilmektedir. Bu duyarlılık, bu ahlaki ve duygusal tepki ve kaçınılmaz olarak hukuksal sonuçları da ebedi değildir ve değişir. Günümüzün eylem ve yöntemlerinin birçoğu gelecekteki kuşakların midesini bulandıracaktır. Ancak toplumun sorunlara ilişkin duygusal biliş ve kavrayışındaki bu gelişme gerçek biçimde, gerçek insanların kuşakları boyunca gerçekleşmelidir. Ben idam cezasına şiddetle karşıyım, bana göre idam cezası nitelik olarak bilerek ve tasarlayarak cinayet işlemektir. Ancak istediğim gibi Amerika’da bir zanlının idamına hüküm veren bir jüriyi katil niteleyemem çünkü toplum ve zorunlu olarak bizzat kendileri yaptıklarını böyle tanımlamamaktalar. Kürtaja yeltenen kadın kesinlikle kendi açısından cenini bir insan veya tam bir insan saymamaktadır, toplumdaki mevcut kültür ve yasalardan gerçekleştirdiği eylem konusunda olumsuz bir görüntü almamaktadır.
Dediğim gibi biz kürtajı katil ve cinayet diye tanımlamıyoruz, Amerika ve Batı Avrupa yasalarının çok ötesinde bir biçimde yasallaşmasını savunuyoruz. Ancak ceninin fiilen yaşama adım atmış belirli bir insanın yaşamının bir dönemi olduğu bir gerçektir. Bu gerçeğin birilerinin kürtaj konusunda vicdan azabına neden olması bizim suçumuz değildir. Kürtaj yapacakların huzuru için bu gerçeği zihnimizden silmemiz ve örneğin bu gerçeği çocukları leylek getirir yalanıyla değiştirmemizi beklemek biraz fazla ileri gitmektir.