Bir çocuğa evden gitmeyi öğretmek. Herhalde bir anne-babanın yapmayı en son isteyeceği şey. O kadar üzerine titrediği, binbir zahmetle büyüttüğü, kendi geleceğini onunkiyle eşlediği ve evet bütün bunları severek (kimi zaman sevgi kılıfına bürüyerek) yaptığı çocuğa bir gün yuvadan uçup kendi yoluna gitmesini söylemeyi düşünmek. O kadar eğitim, ihtimam vs. ile geleceğe hazırlanan çocuğun, evden gittiği günü hayal etmek hangi ebeveynin kalbini endişeyle ve hüzünle doldurmaz ki?..

Pek çok ebeveynin aklına ancak kâbus formunda düşürdüğü bir başka mesele daha var. Ya çocuğum içinde yaşadığım toplumun kurallarını, öğretilerini hiçe sayan biri olursa… Öyle ya çocuk büyüyecek, ana-babasının gururu olacak, yüzünü ağartacak… Bunun için kendi arzularından, yeteneklerinden, meraklarından vazgeçecek ve ne olursa olsun ebeveyninin başını göğe erdirecek… Kızları babalarının istediği delikanlıyla evlenmedi diye ölüm fermanlarına cevaz veren annelerin, oğullarını istediği mesleği seçmedi diye görmezlikten gelen babaların, cinsel tercihleri yüzünden toplumun linç iştahına terk edilen çocukların ülkesinde yaşıyoruz.

Samed Behrengi de böyle bir ülkede yaşıyordu. 24 Haziran 1939’da Tebriz’de doğdu. Öğretmen oldu. Fars ve Azeri halk masallarını derledi, onları yeniden düzenledi ve yazdı. Ayrıca kendi çocuk öykülerini yazıyordu. Çocukluğun ne denli politik bir durum olduğunun farkındaydı. Bu yüzden yazdığı öykülerde telmihlerle İran ve dünya politikasına dair göndermelerde bulunmayı asla ihmal etmedi. Çocuklara içinde yaşadıkları dünyayı sorgulamaları gerektiğini, hiçbir şeyi sırf büyükler, politikacılar, askerler ya da polisler, hattâ toplumun çoğunluğu öyle istiyor diye kabullenmemelerini söylüyordu. Başkaldırmayı ve başkaldırının ne denli ahlaki bir durum olduğunu anlatıyordu. Yazdığı masallar Şah’ı çok rahatsız etti. Ve bir gün İran gizli servisinin adamlarınca Aras nehrinde boğuldu. Öldürüldüğünde henüz 29 yaşındaydı.

En ünlü öyküsü Küçük Karabalık (Türkçedeki en iyi çevirisi İlknur Özdemir, Can Yayınları) hemen bütün dillere çevrildi. Masal içinde masal anlatılan öykü bir balık, büyükannenin 12 bin çocuğa (torunları ve çocukları) Küçük Karabalık’ın hikâyesini anlattığı bir kurguyla başlar. Küçük Karabalık dünyanın içinde yaşadığı küçük dereden ibaret olmadığını düşünmektedir. Keşfetmek, merakını gidermek, yaşamaya değecek deneyimler edinmek ister. Başta annesi olmak üzere bu balık kabilesinin tüm büyükleri onu yolundan çevirmeye uğraşırlar. Başaramayacaklarını anladıklarında, kabilenin diğer gençleri de onu örnek almasınlar diye öldürmeye kalkışırlar. Tam bu noktada annesi Küçük Karabalık’ın arkasında duracak ve kendi yoluna gitmesine destek olacaktır.

Küçük Karabalık yol üzerinde kendi hayatlarına sıkışıp kalmış kurbağalarla, örgütlenip balıkçıları dize getiren bir başka balık sürüsüyle, onun zekâsını küçümseyen yengeçle ve varlığıyla bütün bir denizin balıklarına korku salan bir balıkçılla karşılaşır. Elbette sahiden yaşamak isteyen için hayat hiç de kolay değildir. Kaçınılmaz olarak ve aslında büyük bir haz da alarak kendisini nasıl savunacağını, iyiyi kötüyü, hırlıyı hırsızı birbirinden ayırmayı öğrenir. İçgüdüleri ve özgüveni ona kime güvenip kime güvenmeyeceğini zaten söyleyecektir. Başına gelebilecek kötü şeyleri düşünerek geri adım atmaktansa, mücadele etmeyi tercih eder Küçük Karabalık. Öyle anlar gelir ki, yaptığı yolculuğa gıpta edip peşine takılan başka küçük balıklar tarafından kurban edilmeye kalkışılır. Derdi efsane olmak, başkalarının gözüne girmek, hikâyesini dilden dile anlattıracak bir kahramanlık yapmak değil, sahip olduğu hayatı arzuladığı gibi yaşamaktır. Ama okuyucu bilir ki bu talep, tüm öncekileri bertaraf edecek kadar sahici ve güçlüdür.

Küçük ve karadır balık. Tek başınadır. Ama hiç vazgeçmez. Kimselere bir şey öğretmek olmasa da derdi, ondan çok önemli bir şey öğreniriz hep birlikte. Hayat aslında yalnızca onu yaşamaya değer bulanlarındır.

Küçük Karabalık’ı mesela Çirkin Ördek Yavrusu’ndan ayıran şey şudur: Kafasına taktığı şey başkalarına nasıl göründüğü değildir. Hattâ Behrengi hikâyenin sonunu muallak bırakır. “Sonsuza kadar mutlu yaşayan” bir balık değildir hikâyesi anlatılan. Çünkü Küçük Karabalık, mutluluğu bir rüşvet olarak kabul etmez. Önemsediği tek şey arzu ettiği gibi yaşamaktır. Çünkü hayat onundur. Yaşadığı hayatın ödülü yine hayatın kendisi olacaktır…

Küçük Karabalık anne-babaların çocuklarına anlatmayı isteyeceği türden bir masal değil. Ama sahip olduğu hayatı anlamlandırmak isteyen tüm çocuklar bu masalı bir şekilde okur ya da yaşarlar…