“Bir bebek daha yapmalı mıyız?” diye sordum kocama. Üç çocuğumuz vardı zaten, ama hakikaten istiyordum dördüncüyü. “Neden olmasın?” diye cevap verdi şakacı bir sesle, “Ama biliyorsun, o da kız olacak.”
Dokuz ay sonra, dördüncü kızımız da dünyaya güvenli bir iniş yaptı. Çok heyecanlıydım. İnsanlar sonuncu da kız olduğu için hayal kırıklığına uğrayıp uğramadığımızı sordular. Nasıl soruysa bu? Sanki çocuklarımızdan değil de, piknik için annemizin hazırladığı sandviçlerden söz ediyoruz. O günlerde en büyük kızımız 10, ikincisi 8 ve sonuncusu da 3 yaşındaydı. Her biri için ayrı ayrı şükrediyordum tanrıya. Bir erkek çocuğum olması fikri de hoşuma gidiyordu elbette, ama kız çocuk büyütmenin bambaşka güzellikleri vardı. Tutku dolu, heyecanlı, enteresan ve eğlenceli bir hayat bekliyordu bizi.
Son kızım Catriona’nın doğumunun üzerinden 10 yıl geçti, henüz heyecanımı yenebilmiş değilim. Aynı şekilde kimi korkularım da geçmedi. Büyük kızlarımla büyük mahremiyet savaşları yaşadık mesela. Şimdi en büyüğü 20, ikincisi 18 yaşında. Bütün o yıllar boyunca alkol zehirlenmeleri, ambulanslar, hastaneler, karakollar, çılgın partiler korkulu rüyalarım oldular. Tanrı biliyor, henüz bu karabasanlardan uyanmış ssayılmam. Ben de bir kızkardeşle büyüdüm, pek de melek sayılmazdım. Ama annemle babamın yaşadıkları Gary ve benim yaşadıklarımdan çok farklıydı. Kız çocuğu olma hali büyük bir dönüşüm geçirdi son yıllarda. Öyle görünüyor ki daha zorlu, daha yaralayıcı, daha içe kapalı ve ürkütücü bir hal aldı.
Psikolog ve yazar Steve Biddulph bu tespitlerimin doğru olabileceğini söylüyor. 1997 yılında “Erkek Çocuk Büyütmek” adlı bir kitap yazdı. Kitabı yayınladığı tarihle bugünleri karşılaştırmasını istediğimde erkek çocukların da aynı durumda olduğuğunu kaydediyor. Onları bekleyen pek çok sorunun arasında ailelerin en çok kafaya taktıkları hiperaktivite, akademik başarısızlık, erken yaşta alkol kullanımı vb. geliyor. Ancak Biddulph’a göre kızların da işi hiç kolay değil: “Kız çocukların beşte biri daha erişkinliğe ulaşmadan ciddi bir psikolojik problem yaşıyorlar. Bu problemler aşırı endişeden kaynaklanıyor çoğu zaman ve çocuğun kendisine zarar vermesiyle sonuçlanıyor. Ayrıca taciz ve erken yaşta alkol bağımlılığı gibi bir çok başka problem de var. Aslına bakılırsa kız çocuklar her zamankinden daha stresli ve depresifler.”
Peki değişen nedir?
Biddulph bu değişimin en önemli nedenlerinden birinin pazarlama ve reklam dünyası olduğunu söylüyor. Çünkü çocuklar zihinlerinin hem en açık hem de en karışık olduğu bir dönemde (ergenlik) tüketim dünyasının yargılayıcı, dışlayıcı diline maruz kalıyorlar: “Reklamlar için mükemmel birer alıcı konumundalar” diyor Biddulph, “çünkü dünyaya açıklar, merak içindeler, kendilerine her söylenene inanıyorlar ve dahası insanların onlar hakkında iyi şeyler düşünmelerini istiyorlar. Bu da onları reklamcılar için kolay birer ava dönüştürüyor. Fakat bütün o mesajlar bir araya geldiğinde sürekli kendisinden kuşku duyan bir zihinsel evren yaratıyor. İhtiyaçları sürekli değiştiği için de bu kuşku bir türlü susmak bilmiyor.” Bugüne kadar kız çocuklarının “havalı” olmak için bu kadar çok çaba sarfettikleri bir dönem daha olmadığını söylüyor Biddulph ve devam ediyor, “Belli beden ölçülerine, görünüşe, giysilere sahip olmayı bu kadar kafaya takan başka bir kuşak daha olmadı.” Ona göre çocuklar artık “Bugün ne yapsam?” diye düşünmek yerine “Bugün nasıl görünsem?” sorusuyla başlıyorlar güne.
Biddulph haksız değil, ergenlik öncesi ve sonrası kızların reklam mesajları karşısındaki davranışları pek çok araştırmaya konu oldu. O da bu araştırmalara dayandırıyor görüşlerini. Dahası reklamların diline karşı bu noktadan hareketle ciddi bir kampanya yürütülmesi gerektiğini söylüyor. Çünkü çocukları televizyondan uzak tutmak yeterli değil. Cep telefonlarına, bilgisayarlarına, yürüdükleri sokaklara kadar her yer bu türden yargılayıcı ve yaralayıcı mesajlarla dolu.
Kızlarımın odasında Heat Dergisi’ni görüp merak etmiştim. Ünlülerin özel hayatlarıyla ilgili bir sürü detay vardı. Bunun üzerine Biddulph’a bu türden içeriğe karşı nasıl bir tavır almak gerektiğini sordum. Biddulph’a göre hiçbir çocuk odasına televizyon girmemeliydi. Cep telefonları geceleri mutfakta bırakılmalıydı. Bu türden dergiler de sonraki dönemde okunmalıydı. 14 yaşındaki kızım Miranda’ya bu önerileri anlattım. Cevap çok açıktı: “Tabii tabii… Harçlığımla ne yapacağımı mı söyleyeceksin bana?”
Sezgilerim bana bu türden bir yöntemi en azından denemek gerektiğini söylüyor. Ama gene de aynı zamanda 20’lerinde bir kız babası olan Biddulph’tan farklı olarak dizginleri bu kadar da sıkı tutmak gerekmediği fikrindeyim. Miranda’nın odasında televizyon izliyor olmasının üzerimde baskı kurmasına izin veremem. Çünkü bunun sonu yok. O da, diğer kızlarımda günün 24 saati elektronik iletişim ağlarının tam ortasındalar. Ancak onlara reklamların aslında ne yapmakta olduklarını anlatabilirim. Tabii dilimin döndüğü kadar.
20 yıllık ebeveynlik deneyimime baktığımda şu kadarını görebiliyorum: Onlara ilettiğim kimi mesajları görmezden geliyorlar ama söylediklerim bir şekilde akıllarında kalıyor. Örneğin onlara feminist bir anne olarak söylediklerim boşuna gitmedi. Oysa büyük kızlarım feminizme ilişkin söylediklerimi eski kafalılık, 70’lerden kalmalık diye geçiştirirlerdi. Gerçek dünyayla alakaları yoktu bu düşüncelerin onlara göre. Fakat şimdi üniversitedeler ve benden çok daha ateşli iki feministe dönüştüklerini izleyebiliyorum. Büyük kızım Kate Chopin’in “The Awakening” (Uyanış) romanını duyup duymadığımı sordu… Duymak mı? O kitap benim hayatımı değiştirdi. Gördüğüm kadarıyla kızımın hayatını da değiştiriyor. Kızımın okumanın değerini kendi başına keşfetmiş olmasından gurur duyuyorum.
Biddulph bu konuda benimle hemfikir: “14 yaşında bile, umutsuzca anneleri gibi bir olmamanın yollarını ararlar. Bu yüzden söylediğin herşeye itiraz edeceklerdir” diyor. Ancak annelerin de eli kolu bağlı olmak zorunda değil. Biddulph’a göre üç temel yöntemle kızlarıyla iletişim kurabilirler: “Birincisi ne olursa olsun annenin rol model olduğunun farkında olmak. Bu durumda yapabileceğiniz tek şey davranışlarınızı, konuşmalarınızı yakından takip edildiğiniz fikriyle gözden geçirmek… İkincisi yaptığınız şeylerin nedenlerini çocuklarınıza anlatmak. Böylece her yaptığınıza itiraz etmek yerine, sizi anlamaya başlayacaklardır. Ayrıca onları adam yerine koyduğunuzu da ifade etmiş olursunuz. Dürüstlük çok önemlidir bu noktada. Ve üçüncü yöntem de ona büyürken bir miktar taklit edebileceği doğru dürüst başka rol modeller de göstermek. Çünkü kızınız sizin kopyanız olamaz.”
Biddulph ayrıca şunları söylüyor: “Kız çocukların yüzde 80’i heteroseksüel oluyor ve karşı cinse ilgi duyuyorlar. Yaşadıkları ilk ilişki hayatları boyunca erkeklerle iletişimlerini etkiliyor. Eğer doğru dürüst, iyi, saygılı biriyse iyi geliyor. Fakat değilse ilk ilişkinin verdiği zarar kolay kolay atlatılamıyor ve ciddi özgüven sorunları bırakıyor geride.”
Bütün bunlar sonunda kız çocuk büyütmenin sırrını paylaşabilirim sizinle: Mizah duygunuz olsun bir de kendinizi onların sevgisine bırakın. Yapmanız gereken pek çok şeyi ilişkinin bağlamından yola çıkarak bulacaksınız zaten.
Son olarak dördüncü kızımın doğduğu güne dönecek olursak: Dünyanın en şanslı kadını olduğumu düşünmeye devam ediyorum, henüz durumda bir değişiklik olmadı.