İlk barınak tecrübesinin yarattığı şoku atlattıktan sonra iyice merak etmeye başladım. Bir dernek üstelik neredeyse tek kişinin finanse ettiği bir dernek mucizeler yaratıyorsa, koskoca bütçeli yerel yönetimler kimbilir ne güzel işler yapıyordur diye gayet düz bir mantık yürürtüm.

İnsan beklentisini düşük tutmalı, her tür duruma hazırlıklı olmalı ki karşılaşacağı kötü olaylardan daha az hasar alsın. Pislikten geçilmeyen beton ya da fayans hücreler, içinde aç susuz bırakılmış balık istifi hayvanlar, vahşetin ta kendisiymiş meğer bu işler. Bunlardan bahsedip kimsenin sinirini hoplatmayacağım, merak edenler için neredeyse her ilçede bir ölüm kampı zaten var.

Bizim hikâye diğer barınakları ziyaret etmemle ivme kazandı. Bir tanesine gidip gelmeye başladık o hayatımı kökünden değiştiren arkadaşımla. Aklımızca sistemi düzene sokacağız, toplum vicdanını harekete geçirip insani bir çözüm uygulatacağız. Köpek sahiplenmek isteyenlere tek tek servis vererek barınaga götürdük, temizlik yaptık, tahta paletler alıp tek tek boyadık, mama malzeme ilaç akışı sağladık, gönüllü çalışacak taşın altına elini koyacak insanlar bulmaya çalıştık, vs vs vs. Ve bunları yaparken insanoğlunun duyarsızlığı ve vahşeti karşısında tabii ki bolca ağladık.

Buz gibi bir Şubat günü, yalvar yakar yaptırtma başarısı gösterdiğimiz karantina kafeslerine götürdüğümüz mamaları dağıtıyordum. Hücrelerden birisinin kapısını açtığımda küçücük turuncu yoluk tüylü bir şey beni görüp hareketlendi, eğilip baktım, bir Pekinese. Hani petshoplarda yüzlerce dolara alıcı bulan cinslerden. Avuç kadar. Islak taş hücrenin içinde zangır zangır titreyerek ağlıyor. Köpekler ağlar mıymış? Ağlarmış… Gördüm.

Zar zor bulabildiğimiz gönüllülerden bir hanım, yanıma geliyor.

Başlıyor saydırmaya,

“Allah bunları biiiiiiiip”…

“Asıl bunları biiiiip”…

“İnsan dediğin hiç biiiiip”…

Susun, diyorum, lütfen susun. İşçiler soğuk havada ana binadan çıkıp yemek vermez, temizlik yapmaz ama ya duyarlarsa? Zaten barınağa girip çıkıp, olanı biteni görmemizden rahatsızlar, girmemizi yasaklarlar filan. Ne olur susun, deyip turuncu yoluk tüylü Pekinese’e uzatıyorum elimi, titreyerek gelip kokluyor, Allah’ım ağlıyor bu, gerçekten ağlıyor. Kafamdan hızlı hızlı düşünceler geçiyor, bu geceyi bile çıkartamaz burada, donarak ölür, ağlamaktan katılır, ev köpeği bu hayvan, gece uykun kaçacak, al bunu, al. Kulağımın dibinde, “bunlar biiiip”, “aslında biiiiiiiip” sesleri devam ediyor ve gittikçe yükseliyor.

Birden Eğilip yoluk tüylü turuncu köpeği kucaklayıveriyorum, ağırlığı yok gibi.

Kemikleri elime batıyor, çok zayıf ve çok kötü kokuyor. Islak tüyleriyle kabanımın içine giriveriyor hemen. Kalbimin üzerinde deli gibi atan kalbini hissediyorum, tuhaf bir duygu. İnliyor ve ağlıyor. Gönüllü hanımı sakinleştirmeye çalışıp arabaya koşturuyorum, kimse görmeden çıkmamız gerek. Eğer görürlerse almama izin vermeyebilirler, eşref saatlerine denk gelmezsek herşey olabilir. Orası farklı bir cumhuriyet.

Koynumda inleyen kötü kokulu, yoluk tüylü turuncu köpekle veterinere gidiyoruz. O muayene olurken düşünüyorum bu avuç içi kadar şey nasıl ve neden bir barınağın soğuk ve ıslak taşları üzerinde titriyordu, nerden nasıl gelmişti oraya, bunları nasıl öğreneceğim ben, kayıt tutulmuyor ki orada. Her canı sıkılan hayvanını getirip bırakıp çekip gidebiliyor. Ne soran var, ne de napıyorsun sen diyen.

İnlemesi ve titremesi geçmiş turuncu Pekinese muayeneden geliyor. Veteriner diyor ki, “Eğer göz ve bağırsak operasyonu başarılı geçer ve herşey yolunda giderse 5-6 sene daha mutlu mesut yaşarsınız! Ama iki gözü de tamamen kör olduğu için itinalı bir bakım gerektirir.” Ne?! Kör mü? Çok güzel haber, yaşlı ve kör bir köpeğim oldu..

Ameliyat ve nekahat sürecinden sonra ortaya Pekinese’e biraz daha benzeyen bir köpek çıkıyor. Yaşlı ve kör köpeğimle artık eve gitmemiz ve ne yapacağımızı düşünmemiz gerekli. Eve gidince köpekleri bahçeye, kedileri alt kata yerleştiriyorum. Kör bir hayvanla hiç yaşamadım, alışana ve bir ev bulana kadar koruma altında olması lazım. Pıtır pıtır dolaşıyor evde. Tanımaya öğrenmeye çalışıyor heryeri, duvarlara eşyalara çarpıyor. İçim burkuluyor, kucağıma alıyorum. Ama sonra vaz geçiyorum. Nasıl öğrenecek başka türlü, kendisinin keşfetmesi lazım. Yatağımızın yanına peluş bir minder yerleştiriyorum ve o ilk gecemizde horlayarak derin bir uyku çekerken ben değişik bir huzur içinde onu inceliyorum. Bir deri bir kemik kalmış bedenini, üzerindeki yaraları, kesikleri, yolunmuş tüylerini…

Turuncu Pekinese’in evi keşfetmesi bir gün sürüyor. Tuvaleti gelince değişik bir ses çıkartıp haber veriyor. Nereye gitsem beni takip edip, oturunca oturuyor, kalkınca kalkıyor. Yaşlı köpeğin avantajları işte, herşeyi biliyor… İsim ve sahip sırası gelince içimden ona Funky demek geliyor. Kulağına eğilip “Funky, sen benim kör prensimsin sana Funky diyeceğim” diye fısıldıyorum ve o küçücük şey, kocaman bir hav sesi çıkartıp kuyruğunu sallayarak bana onay veriyor.

Sahip arama çalışmalarımı sürdürürken bu küçücük turuncu köpeğin nasıl barınağa geldiğini de öğreniyorum. Gözleri görmemeye başladığı ve yaşlandığı için ailesi tarafından barınağa getirilip bırakılmış. 10 senelik beraberliğin anısı olan tasması ve karnesi ile…

Hissettiğim ve düşündüğüm şey gönüllü hanımın biiip‘lerinden çok daha fazlası oluyor tabii. Acaba çocukları var mıydı diye düşünüyorum. Eğer varsa, o çocuk 10 sene aynı evde yaşadığı hayvanı yaşlandı diye terk etmenin normal olduğunu yerleştirmiştir kafasına. Offf ki ne off!

“Annenin takma dişleri canımı sıkıyor artık, hadi ormana götürüp bırakalım.”

“Anne, dedemin kulakları duymuyor artık, gözü de görmüyor, yenisini alalım.”

“Hayatım, baban iyice yaşlandı, bakıma ihtiyacı var, yarın terk edelim onu artık.”

Ne fark var ?

Arasam mı diye düşünüyorum şu eski sahipleri, arayıp hesap sorsam mı? Küfür mü etsem?  Dövsem? Ne farkedecek ki? Adamlar ellerini kollarını sallaya getirip bırakıp atıp gitmiş işte. Hem de manzarayı göre göre, hep ıslak olan o taş hücreleri, pisliği, vahşeti göre göre. Ben ne diyeceğim ki? Ya da onlar bana ne diyecekler? O zavallı herhalde arabaya binip gezmeye gittiğini düşünüyordu, nereden bilecek ölüme terkedileceğini?

Vazgeçiyorum.

Sonunda Funky’yi bir Alman aile sahipleniyor ve çok zor ayrılıyoruz. O, 5 sene daha görmeyen gözleriyle, görenlere nispet edercesine çok mutlu yaşıyor. Son yıllarını çok severek ve sevilerek geçiriyor. Bir ibret hikâyesine imza atarcasına….

Ben ise, bu turuncu, yaşlı ve kör köpek sayesinde barınaklara burnumu sokup, zor bir yolculuğa çıkmaya kesin olarak karar veriyorum.