David Stillwell‘in GDO’larla çocuklarının sağlığı konusunda kurduğu ilişki, özellikle şehirli insanın bu konuda ne kadar çaresiz olabileceğini gösteriyor. Öte yandan, aynı çaresizlik GDO’ların sofralarımızı işgal girişimine karşı birlikte mücadele etmenin ne kadar önemli olduğunun da göstergesi…

Genetiği değiştirilmiş besinler ve organizmalar (GDO) tarladan sofralaramıza büyük bir serbestiyet içinde giriyorlar. En genel tanımıyla bu ürünler, organizmaların DNA’larına insan tarafından yapılan müdahalelerle elde ediliyorlar.

Organizmaların DNA’larına yapılan müdahale, bugüne kadar uygulanan genetik mühendisliğin çok ötesinde, çünkü böylece organizmaların genetiği yalnızca modifiye edilmekle kalmıyor, tümüyle değiştiriliyor.

Tarımın hemen her alanında seçilmiş genlerin bir araya getirilmesi şeklinde yapılan müdahaleler geride kaldı. Bugün yapılan müdahalelerin özelliği, organizmaların DNA’sında geri döndürülemez değişimlere neden olmaları. Bunun temelinde ise organizmaların, muhtemel zararlılara karşı güçlendirilmesini amaçlayan pestisitlerin bizatihi DNA’larına yerleştirilmesi yatıyor.

Yanlış GDO’nun neresinde

GDO’lardaki temel yanlışlık tüketicinin bu ürünlerin içeriğinde ne olduğunu bilmemesinden kaynaklanıyor. GDO üreten şirketler, halen organizmaların DNA’larına zararlılara karşı bağışıklık kazanmaları için ekledikleri Bt zehrinin nelere sebep olabileceği, söz konusu besinin tüketilmesiyle bedende elimine edilip edilmediği konusunda bilgi vermekten çekiniyorlar. Ne var ki, Kanadalı jinekologlar fetüslerden aldıkları kan kan örneklerinin yüzde 93’ünde Bt toksinine rastladıklarını belirtiyorlar. Bir başka deyişle, annenin yediği GDO’lu besinler doğrudan doğruya bebeği etkiliyor.

Bununla birlikte pek çok hükümet GDO’lu besinlerin işaretlenmesi konusunda şirketlerin yanında yer alıyorlar. Oysa bu ürünlerin işaretlenmesi zorunluluğu, en azından tüketicilere GDO’lu besin tüketmek ya da tüketmemek konusunda kendi tercihlerini geliştirmesinde yardımcı olabilir.

Sağlığını düşünen herkesin, GDO’lu besinler konusunda uyanık olması gerekiyor. Araştırmalar GDO’lu ürünlerin pek çok sağlık sorununa neden olabileceğini ifade ediyor. Genetiğiyle en çok oynanan besinlerden mısır, bu tür araştırmalara konu olmak konusunda da ilk sırada bulunuyor.

Mısırla ilgili asıl problem, aşırı ticari bir ürün olması. Çünkü mısır insanlar kadar hayvanların beslenmesinde de çok yaygın olarak kullanılıyor. Bu da, mısır yemeyerek bu ürünün risklerinden kaçamayacağınız anlamına geliyor. Çünkü et yediğinizde de, hayvanın yediği GDO’lu besinin içeriğindeki Bt toksinini bünyenize almış oluyorsunuz. Ayrıca nişasta bazlı tatlandırıcılar içeren her tür yiyecek ve içecek aynı riski taşıyor. Listenin ne kadar uzadığını görseniz büyük bir ihtimalle şaşkınlıktan küçük dilinizi yutardınız.

GDO’larla ilgili haberleri ne zaman okusam mısıra ilişkin bir nota mutlaka rastlıyorum. Çünkü hazır yiyecekler arasında içinde mısır içermeyen neredeyse yok gibi. Mısır her yerde ve dolayısıyla ondan kaçışımız yok.

Peki bu durumda ne yapmamız gerekiyor? Aşağıda söyleyeceklerim uzun vadeli, yorucu ve ütopik gibi görünüyor, ancak yavaş yavaş başka bir yaşam tarzı geliştirmemiz gerektiğinin de işaretlerini veriyor.

Herşeyden önce GDO’lara karşı tek başınıza mücadele edemeyeceğinizi bilmelisiniz. Monsanto gibi tohum tröstlerine karşı bütün kampanyalara katılmalı, özellikle GDO içeren ürünlerin işaretlenmesi konusunda siyasi partileri ve hükümetleri zorlayabilecek her türden girişime destek vermelisiniz.

Bir baba olarak, çocuğumun sağlığı benim için çok önemli ve bu yüzden elimden geldiğince onu GDO’lardan uzak tutmaya çalışıyorum. Ona neyi, neden yemesi ya da yememesi gerektiğini anlatmak mücadelemin büyük bir parçasını oluşturuyor.

Bunun ötesinde orijinal, GDO’suz tohum üreten kuruluşlara, bunları destekleyen sivil toplum örgütlerine destek veriyorum. Çünkü bu sorunun yalnızca benim çocuğumu ilgilendirmesi bir yana, tek başıma onu GDO’ların verebileceği zararlardan koruyamayacağımı biliyorum.

Başka ne yapabileceğime gelince… Aklıma şunlar geliyor:

Yaşadığım şehrin yerel yönetimini ve benden oy isteyen siyasi partileri bu konuda ne düşündükleri, neleri planladıkları konusunda sorguluyorum.

Balkonumda küçük bir bahçe kurdum. Elbette bu bahçenin ailemi beslemeye yetmeyeceğini biliyorum. Ama besin döngüsünün, doğanın ne olduğunu çocuklarıma anlatmak için iyi bir yöntem olduğunu düşünüyorum.

Alışveriş ettiğim manav ve marketi, sebze, meyve ve eti nereden aldıkları konusunda sorguluyorum. Elbette kesin olarak öğrenmek imkansız, ancak doğal ürünler satan dükkanları destekleyerek bu konuda bir tür teşvik sağlamaya çalışıyorum.

Çocuğuma yedikleriyle sağlığı arasında nasıl bir ilişki olduğunu anlatmaya çalışıyorum.