sizofrengisunusrevize02Çocukluk yakın zamanlara dek doktorlar tarafından ciddiye alınmayan bir sendrom olmakla beraber, hastalığın çok eski zamanlarda bile bilindiği tarihi kayıtlardan anlaşılmaktadır. Ta 8. Yüzyılda İran’lı tarihçi Veletnom kısa boylu, gürültücü yaratıklardan söz etmektedir ki, bunların bu gün ‘çocuk’ dediğimiz varlıklarla aynı olması muhtemeldir. Ne var ki, çocukluğun tedavisi yüzyılımıza, ‘çocuk psikologları’ ve ‘çocuk psikiyatristleri’nin ortaya çıkışına dek neredeyse imkansızdı. Tarihsel ihmale uğramış bu sendromun toplumun yarısından fazlasını direkt olarak etkilemiş olması hayret vericidir. Hatta, gerçek rakamlar çok daha vahim olabilir. çünkü kişisel bildirimlerden elde edilen bu veriler, toplum tarafından kabul edilme isteği yüzünden çarpıtılmış olabilir.

Çocukluğun kendi başına bir olgu olarak kabul edilmeye başlanması, DSM IV kapsamına alınmasıyla kesinlik kazanmıştır. Sendromun temel özellikleri taslakta şöyle belirlenmiştir;

1. Konjenital başlangıç
2. Cücelik
3. Duygusal dengesizlik ve gelişmemişlik
4. Bilgisizlik
5. Sebze iştahsızlığı

Çocukluğun Klinik Özellikleri
Bu makalenin amacı tedavi konusuna ışık tutmak olmakla beraber, klinik özellikler üzerinde kısaca durmakta yarar vardır, çünkü bazı hekimler bu konuda yeterli bilgiye sahip olmayabilir.

Konjenital başlangıç:
Bu konuda yayınlanmış nadir makalelerden birinde, çocukluğun neredeyse daima doğuştan itibaren varolduğu bildirilmektedir. Aynı makalede, bazen bu durumun yıllarca farkedilmeden kalabileceği, hatta ömür boyu subklinik seyredebileceği konusunda uyarı yapılmaktadır. Çocukluğun biyolojik yönüne eğilen araştırmacılar, ‘organik çocukluk’ arasındaki ayrımı kesinleştirme çabasını sürdürmektedir.

Cücelik:
Çocukluğun en iyi bilinen belirleyicisi kuşkusuz cüceliktir. Çocukların genel topluma oranla kısa oldukları su götürmez bir gerçektir. Özellikle, tek dişli küçük çocukların (bunlara bebek de denmektedir) tedavisi çok güçtür. Bu tür çocuklarda infantil davranış gözlenir ve içgörüleri kesinlikle yoktur. (bkz. Tom ve Jerry, 1967).


Duygusal Dengesizlik 
ve Gelişmemişlik:
Genellikle tanı için bu kriter yeterlidir. Bu yüzden de diğer yönlerden normal bir çok yetişkin, profesyoneller hatta yakın çevreleri tarafından ‘çocuk’ olarak etiketlenir ve sosyal stigmayı ömür boyu taşımak zorunda kalırlar.

Bilgisizlik:
Aslında birçok çocuğun zeka seviyesi normalin üzerindedir, ancak hemen tamamı çok cahildir. Gerçek bir çocukla karşılaşmış biri, birazcık genel kültür gerektiren bir konuda bile, onunla tartışmanın imkansızlığını kavramıştır. Çocuklar, yaşadıkları dünyaya ilişkin çok az şey bilirler Politika, sanat, ilim konusunda aşırı cahildirler. B elki de bu cehalet nedeniyle, çocukların, kendi de çocuk olmayan arkadaşı nadiren olur.

Sebze İştahsızlığı:
En umulmadık özellik budur. Ne var ki halk arasında yaygın olan bu inanışı ampirik gözlemler de doğrulamıştır.(bkz. Temel Reis, 1957).

ÇOCUKLUĞUN ETİYOLOJİSİ:
Son yıllarda çocukluğun nedenleri konusunda pek çok kuram üretilmiştir. Bunlar arasında en akla yakın olanlardan birkaçı aşağıdadır.

Sosyolojik Model:
Çocukluğun sosyolojik nedenlerine ilk eğilen kişi Emile Durkind’dir. Çocuklar hakkında iki anahtar gözlem yapmıştır;

  1. Çocukların büyük çoğunluğu işsizdir,
  2. Çocuklar toplumun en az eğitim almış kesimine dahildir.

Gerçekten de, çocukların %20’sinden azı ilkokul dördüncü sınıfa kadar gelmeyi başarabilmiştir. Çocuklar açıkça bir ‘dış grup’tur. Entellektüel yetersizlikleri nedeniyle bazı çocuklar oy hakkından bile mahrum bırakılmıştır. Sosyolojik bakış açısına göre, tedavi çocukların genel topluma assimile edilmesine yöneltilmelidir. Ne yazık ki, bazı kurbanlar çocukluğa öylesine batmışlardırki, çalışmaları imkansızdır. Umut vaat eden bir rehabilitasyon programında ağır derecede çocukluk kurbanlarının limonata satacak düzeye kadar iyileştirilmesi sağlanmıştır.

Biyolojik Model:
Çocukluğun doğuştan itibaren görülüyor olması, biyolojik modeli ortaya çıkarmıştır. Çakmaktaş ve Jetgiller (1939) tarafından yapılan bir araştırmada, çocukluğun ailesel olduğu kanıtlanmıştır. 8000 ailede yapılan bir çalışma, yarıdan fazlasında en az iki çocuk bulunduğunu göstermiştir. İleri araştırmalar, çocuksu aile bireylerinin bile belli bir süre için çocukluğa tutulduklarını ortaya koymuştur. Kültürler arası çalışmalar ailesel çocukluğun Uzak Doğu’da daha yaygın olduğunu açığa çıkarmıştır.

Çocukluğun genetik özelliği konusunda yapılan ilginç bir araştırmada 106 çift ikiz incelenmiş, tek yumurta ikizlerinde hastalık görülme oranının şaşırtıcı derecede yüksek olduğu anlaşılmıştır- yani ikizlerden birine ‘çocuk’ tanısı konmuşsa, diğerinin de çocuk olma olasılığı çok yüksektir.

Psikolojik Model:
Bu konuda bir çok kuram vardır. En fazla ilgi gören model Seligman’ın ‘öğrenilmiş çocukluk’ modelidir. Buna göre, çocukmuş gibi davranılan bireyler sonuçta pes ederek çocuk haline gelirler. Bu kuramlara karşı çıkan bazı uzmanlar ise çocukluğun gerçekte varolmadığını ileri sürmektedir. Szasz (1980) çocukluğu faydacı bir etiket olarak tanımlar. Konformite arayışı içinde, kurallara uymayan bireyleri ‘Çocuk’ olarak etiketleyerek toplum dışına iteriz, ve onlardan kurtuluruz.

ÇOCUKLUĞUN TEDAVİSİ
Çocukluğu tedavi etme girişimleri sendromun kendisi kadar eskilere dayanır. Ne yazık ki ancak modern zamanlarda hümanist ve sistematik tedavi protokolleri uygulanmaya başlamıştır. Bu reform, çocukluktan muzdarip bireylerin sayısındaki artış sonucu gerçekleşmiş olabilir. Bu kaygı verici artış sonucu devlet müdahalesi kaçınılmaz hale gelmiştir. 19. yy günümüzde de çocukluğun tedavisi konusunda en kapsamlı program olma özelliğini koruyan ‘devlet okulları’nın ortaya çıkışına sahne olmuştur.

Bu program dahilinde bireyler durumlarının vehametine göre ayrılmış tedavi gruplarına yerleştirilir. Örneğin, en ağır bir şekilde tutulmuş olanlar ‘ana okulu’ programına sokulur. Bu düzeydeki hastalar tipik olarak kısa, kurallara uymayan, duygusal olarak gelişmemiş ve cahil kişilerdir.

Bunların tedavisi, mecburen, en alt düzeyde terapi ile mümkündür. Çocuğun bazı temel yetileri kazanması (örn. parmak boyalarını kullanmak) sağlanır.

Ne yazık ki, bu sistemde büyük ölçüde etkisiz kalmıştır, programın getirdiği muazzam vergi yükünün yanısıra, çocukluğun görülme sıklığındaki artış da durdurulamamıştır.

Bu başarısızlık ve artan çocukluk salgını, akıl sağlığı ile uğraşan profesyonelleri çocukluğun tedavisi konusunda daha ciddi çalışmalara yöneltmiştir. Freud’un öne sürdüğü kuramlar ışığında çocuk psikologları ve psikiyatristleri önemli klinik başarılar elde ettiklerini ileri sürmüş, ancak 1950’lerde bu iyimserlikleri kaybolmuştur. Yıllar süren ve çok masraflı analiz sonrasında bile kurbanların hala ‘çocuk’ kaldıkları gözlenmiştir. Kuşkusuz tablo tümden karanlık değidir. Bazı araştırmacılar, prognozun aslında o kadar kötü olmadığını, yeterli izleme çalışması yapılmadığı için öyle gözüktüğünü ileri sürmektedir.

Bir yıllık izleme çalışmaları, çocukluğun tedaviye dirençli bir bozukluk olduğunu düşündürmekte iken, 10 yıllık bir dönemi kapsayan bir çalışma genel kültür, olgunluk, boy ve sebze yememe konularında hastaların normal standartları yakaladığını göstermiştir. Aynı çalışmada kendiliğinden iyileşme oranının %95 olarak saptanması bir klinik reform olarak değerlendirilmiştir.

Bu sevindirici sonuçlara rağmen, çocukluk günümüzde akıl sağlığı ile uğraşanları en çok meşgul eden ciddi ve hızla yayılan bir hastalık olarak yerini korumaktadır. Üstelik, psikolojik rahatsızlığın ötesinde bir çok fiziksel rahatsızlıkta bu bireyleri daha fazla etkilemektedir. 20 yıl önce yapılan bir çalışmada, su çiçeği, kızamık ve kabakulağın çocuklarda normal kontrollere oranla 6 kat daha sık görüldüğü kanıtlandı. Ayrıca, kaza riski de daha yüksektir. Normal yetişkinlerle karşılaştırıldığında çocukluk kurbanlarının çok daha sık olarak dizlerini acıttıkları, dişlerini kırdıkları ve bisikletten düştükleri gözlenmiştir. Açıktır ki bu sinsi hastalığa yakalanmış olan milyonlarca kurbana ümit vermeden önce daha bir çok konuda araştırma yapılması gerekir.

Kaynaklar:

  1. Barby-Kenn (1971) ‘Davranışın Plastisitesi’
    Psikoterapiler
  2. Çakmaktaş ve Jetgil (1939 ‘İş anlaşmazlıklarının kognitif çözümlemesi’
    Günümüzde Endüstriyel Psikoloji
  3. Reis,T (1957)
    ‘Uç vakalarda ıspanak kullanımı’
    Sebze Bilimleri Dergisi
  4. Reis, T (1968) ‘Ispanak; fenomenolojik bir perspektif
    Varoluşçu Botani
  5. Tom, C & Jerry,M (1967)
    ‘Sıçanı anlamada bir model olarak insan davranışları’
    Cezanın Ödülleri

 Okuma Önerileri;

  1.  Christ, J (1980) ‘Çocuklarda büyüklük fikirleri’
    Uygulamalı Teoloji Dergisi
  2. Kissof, K.G.B. (1975) ‘Öğrenilmiş davranışın söndürülmesi’
    Sibirya Psikoloji Derneği’nin 38. toplantısında sunulan bildiri
  3. Smythe ve Barnes (1980) ‘Davranış tedavisi diş çürümesini önler’
    Davranışçı Ortodonti Dergisi
  4. Potash ve Hoser (1 980)
    ‘Smythe ve Barnes’ın ileri sürdüğü kuramın yanlışları’
    Dental Psikiyatri Dergisi
  5. ‘ Smythe ve Barnes (1981)
    ‘Sizin araştırmanız berbat yapılmış; Potash ve Hoser’a yanıt’
    Su Psikiyatrisi Dergisi
  6. Potash ve Hoser (1981) ‘Anneleriniz postal giyerdi; Smythe ve Barnes’a yanıt’
    Böceklerin Yaşamı Dergisi
  7. ‘ Smythe ve Barnes (1982) ‘Potash ve Hoser’ın cinsel yaşamlarındaki utanç verici anlar; ileri yanıt

    Newsweek
    Jordan W. Smoller
    Journal of Polymorphous Perverslty
    Kısaltarak çeviren: Banu Büyükkal

Derginin orijinal sayfalarını görebilmek için, küçük görsellerin üzerine tıklayın. 

s01copy

s02copy s03copy s04copy s05copy s06copy