Bu yazı Hrant Dink’in anısına kaleme alındı…

Bu hafta kendisini en az Tomris Uyar kadar kıskandığım ve “Pippi Uzunçorap” adlı kitabıyla dünyanın en ünlü çocuk edebiyatçıları arasına ismini yazdıran İsveçli yazar Astrid Lingren‘in en sevdiğim kitabından, Aslanyürekli Kardeşler‘den söz etmek istiyorum…

Çocukluk ve gençlik yıllarında küçük küçük hikâyeler kaleme alan Lingren, genç yaşta iki çocuk sahibi olunca kendisini evine ve çocuklarına adayarak yazmaktan uzaklaşmış, ama çocuklarına öyküler uydurmaktan asla vazgeçmemiş. Önceleri kitap çıkarmayı aklının ucundan dahi geçirmediğini belirten Astrid Lingren, 1944 yılında kızı Karin için uydurduğu öyküleri Britt-Mari’nin Sırları adlı kitapta bir araya getirdi. Ardından “Pippi Uzunçorap” ile birlikte kısa sürede büyük bir okur kitlesi kazanan yazar o günden sonra birbirinden güzel hikâyelerle tüm dünyada çocuklar kadar büyüklerin de beğenisini kazandı. Bu durumda belki bir gün kitap yazamayacağından adı gibi emin olan Funda Demir’in öyküsü de yazılabilir bir yerlerde, değil mi? Her şey mümkün.  :))

Yine çocukluk yıllarında okunmuş ve çok sevilmiş olan bu kitap, yıllar sonra bir arkadaşımla sohbet ederken aklımıza düşünce yeniden okumuştum. İyi ki de okumuşum, ne iyi etmişim. 🙂 Tıpkı kaybetiğim bir eşyayı bulmak gibiydi.

Gelelim kitabımıza… Elimdeki kopya 2007 yılında İthaki yayınları tarafından yayımlanmış. Ali Arda tarafından çevirisi yapılan eser, çocukluk yıllarımda okuduğum halinden çok daha güzel. 5 yaş üstü tüm Bacaksız’larımıza hitap eden Aslanyürekli Kardeşler, karton kapaklı, ciltli ve 255 sayfadan oluşuyor. Kitabın içindeki harika çizimler Ilon Wikland tarafından yapılmış.

Şöyle diyor arka kapakta:
Aslanyürekli Kardeşler, insanın göze aldıklarıyla güzelleşmesinin öyküsüdür. Cesaretin asıl kaynağının kin değil, sevgi olduğunu gösterir. Güzel, güneşli bir bahçe gibi yaşanılabilecek bir dünyanın, ancak sevgiden alınan cesaretle kurulabileceğini öğretir bize. Pek çok eleştirmen tarafından dünyanın en güzel yüz eseri arasında gösterilen bu kitap, hemen hemen tüm dünya dillerine çevrilerek milyonlarca okuyucu bulmuştur.

Dokunaklı bir başlangıçla okuru selamlayan bu kitap, aslında müthiş bir maceranın, iyilikle kötülüğün, sevgiyle nefretin mücadelesini gözler önüne seriyor. 255 sayfa olduğuna bakmayın Lindgren öyle bir usta ki, bir çırpıda okunuyor. Birbirine sevgiyle bağlı iki kardeşin hayalle gerçeğin iç içe geçtiği dünyasına yolculuğa hazır olun.

“Size ağabeyimi anlatacağım, ağabeyim Jonatan Aslanyürekli’yi. Onun öyküsü bir parça masal ve biraz, birazcık hayalet öyküsüne benzese de gerçek bir öykü. Benim ve Jonatan’ın dışında hiç kimse bu öyküyü bilmiyor. Jonatan’ın soyadı ilk başta tıpkı benim, annemin ve babamın ki gibi yalnızca
Aslan’dı.  Jonatan Aslan’dı. Ben Karl Aslan, annem Sigrid Aslan ve babam Axel Aslan’dı.

Babam daha ben iki yaşındayken bizi terk etmiş, denizlere açılmıştı. Ondan bir daha haber alamadık. Neyse, şimdi size Jonatan Aslan’ın nasıl Jonatan Aslanyürekli olduğunu ve sonrasında yaşanan bütün o şaşılası olayları anlatacağım. Jonatan benim çok yakında öleceğimi biliyordu. Sanırım bunu, benim dışımda herkes biliyordu. Okuldakiler bile biliyordu. Çünkü ikinci yarıyıl boyunca hiç okula gitmemiş, hep evde kalmıştım. Sürekli hastaydım, öksürüyor ve genellikle yataktan kalkamıyordum. Öleceğimi annemin elbiselerini diktiği bütün o teyzeler de biliyordu. Onlardan biri annemle konuşurken istemeden kulak misafiri olmuştum. Uyuduğumu sanıyorlardı. Ama yalnızca gözlerim kapalıydı. uyuyormuş gibi yaparak dinledim, böylesi korkunç bir şeyi -çok geçmeden öleceğimi- benim duyduğumu bilsinler istemiyordum.

Tabii üzülmüş ve çok korkmuştum. bunu anneme göstermek istemiyordum. Ama Jonatan eve geldiğinde onunla konuştum. “öleceğimi biliyor musun?” dedim ve ağlamaya başladım. Jonatan biraz düşündü. Belki de bu soruya hiç cevap vermek istemiyordu.“evet, biliyorum,” dedi sonunda.

O zaman daha çok ağladım.”

Spoiler verdiğimi düşünenler yanılıyor, kitabın giriş kısmından bir bölümdü bu paylaştığım… Kardeş olmanın anlamını yitirdiği bir dünyada bu muhteşem duyguyu hatırlatalım istedim Bacaksız’a. Kardeş olmak için illa aynı anne-babadan doğmak gerekmediğini de… Benim de bir kardeşim vardı, güvercin tedirginliğiyle yaşardı nefes aldığı günlerde. Şimdi nefes alması gerekmiyor, Nangijala’da (kitapta geçen bir çeşit cennet tanımlaması) Hem zaten yıldızlar soluyamaz ama binlerce yıl ışıldar, değil mi?  Evet, bu sefer hepimiz Jonatan’ız, var mı itirazı olan? Hrant Dink Aslanyürekli’ydi, kardeşinin davasının peşini bırakmayan bizler de Aslanyürekli’yiz. Sanırım kardeş olmanın değerini bilen bütün uzunçorap giyenler, örenler, duyanlar, bilenler aynı zamanda Aslanyürekli.  Bir gün Bacaksızlar’ın da Aslanyürekli Kardeşler’den olması umuduyla…

Hoşça kalın.