Aşağıdaki fotoğrafları yerleştirdik, alt yazılarını yazdık ve berbat bir haber aldık.
Benim (Metin) Selim Ağabey’im, Gökçe’nin biricik babası Ahmet Selim Altunay, 7 Şubat sabahı, aniden öldü. Selim Abi, bir toplantıya girmeden önce yemek yemek için bir lokantaya giriyor. Henüz çorbasını bitirmeden fenalaşıyor ve oracıkta kalp krizinden ölüyor.
Yani biz Türkiye’ye döndükten saatler sonra.
Her ölüm erken ölümdür. Ama bu kadarı ansızın ölüm oldu. Aklıma gelen tek iyi cümle, muhtemelen bir tercihi olsaydı tam olarak bu şekilde ölmek isteyeceğidir.
Selim Abi tanıdığım en akıllı adamlardan biriydi. Muteber, peşinde koşulan bir mimardı. Projeciydi. Aşırı çalışkandı. Ve henüz 64’ünde, yeni projeleri olan, ciddi bir rahatsızlığı olmayan ama yediğine dikkat etmeyen, hareket etmeyi pek sevmeyen nev-i şahsına münhasır biriydi. Hepimiz çok üzüldük. Ama tabii oğlu Cenan, kardeşi Gülümsün, eşi Değer ve Gökçe’nin durumu perişan.
Velhasıl bu yazıyı yazmaya gücümüz yok.
Ama bir vakit bir değerlendirme yazısıyla diziyi tamamlamaya çalışacağız.

Bir yerin zenginlik derecesini ölçmek için tamircilere giden ayakkabıların durumuna bakmak iyi bir ölçüt sanırım.

Bu kırmızı kova ile el yıkanıp sonra yanındaki kağıtlarla silebilirsiniz. Bizde masalara taşınıp duran kolanyalı mendilden daha pis olduğunu kimse söyleyemez.

Bu kaskı kadın mı düşürmüş, yoksa düşmüş kasktan mı sebepleniyor çözemedik. Yardım etmeyi de denedik ama pek alabilecek gibi değildi kaskı.