Jiplerden oluşan bir kuyruk. 3-4 jip var. Şoförlerin elinde telefon arkadaşlarına haber veriyorlar. Derken arkamızda da bir onbeş kadar jip bitiveriyor.
Burası Yala Ulusal Parkı. Evet adı Yala. Hatta eski adı da Ruhunu. İkisini yan yana yazıyorlar bazan ve Ruhunu Yala oluyor.
Yaptığımız faaliyet de leopar görmek. Öyle Discovery TV gibi leopar pornosu filan yok. Yahut kıpraşan bir şey bile yok. Cangılda 100 metre kadar ilerideki ağacın üstüne yayılmış bir “şey” var. Hakikaten uzun tarifle bulunabiliyor. Birisi her yerin ağaç olduğu bir yerde 100 metre ilerideki bir ağacın bir dalındaki leoparı gösteriyor. Allah’tan abi iri de görünüyor bir şekil. Fotoğrafını bile çektik. Gerçi derin kadrajla görünülebilir kıldık fotoda leoparı, ayrı.
Hayatımızın hiç bir köşesi doğal olmayınca doğal hayat seyredeceğiz diye bin türlü zibidilik yapmak hazin tabii.
Neticede Ali İlyas “büyük tedi büyük tedi” diye diye gitti ve sonuç karşısında suratını buruşturup yakındaki yaban domuzlarına takıldı. Parkı bilmem de civarda yaban domuzlarının pek yabaniliği kalmamış. Dışarıda bakkalın elle beslediği yaban domuzu fotoğrafından izleyebilirsiniz.
Bu arada leopara da aksiyona da haksızlık etmeyelim. Öndeki cipteki Hollandalılardan dinledik ki leopar ciplerinin önüne atlamış ve sonra koşarak o ağaca çıkmış. Şans işte.
Yala çok güzel bir cangıl. Civarı da öyle. Binlerce çeşit kuş, timsahlar, yaban domuzları, mandalar (bufalo deyince daha karizmatik olabilir bu tabii), maymunlar ve filler bolca ve her yerdeler. Mutlular da sanırım.
Filleri bilmem de biz en fazla Tangalla’da mutlu olduk. Muhteşem bir kumsal. Goyambokka kumsalı. Kaldığımız yer ağaçlar içinde Green Garden Cabanas. Sahibi olan karı koca lokum gibi. Ati Sinhala dilinde büyükanne demek. İlyas “ati ati” diye kadıncağızın peşine takılıp durdu. Ati de sağolsun işi gücü bırakıp İlyas’la ilgilendi sürekli.
Çalışanlar birbirinden sempatik. İlyas kucaktan kucağa dolandı. Torunları Britney de bolca bizim kucağımızda ikamet etti. Velhasıl yolunuz Sri Lanka’ya düşerse selamımızı söyleyin. Akraba olduk. İlyas’ın selamı daha muteber olabilir tabii.
Şunu da ekleyelim, Tangalla bir yandan da marijuana merkezi. Sahildeki büfelerin çoğunda Jamaica bayrağı eşliğinde Bob Marley ve ganja fotoğrafları kimliği açık etmeye yönelik. Yine de konuyla ilgilenmediğinizi düşünürlerse ikram da ediyorlar eksik olmasınlar.
Mevzu, Goa ile Nepal arasında bir açıklıkta.
Tangalla’da günümüz şöyle geçiyordu. Sabah 8 civarı uyanış. Tembel kahvaltıya giderken yolda muz yemek. Yol dediğim 100 mt. Muzun kabuklarını ponylere vermek. Sonra denize gitmek. Sonra cabanamızın önüne gelen köpekler ve ponylerle muhabbet. İlyas için bir light yemek ve öğle uykusu. Sonra tekrar deniz yahut kasaba merkezinde iki tur. Akşam 8.00’de İlyas yatağa Gökçe ve Metin de bira içmeye.
Problem, bitmiş olmasında.
Şimdi Unawatuna’dayız. Anlatırız 🙂
İlyas notları
1. İlyas dillenmeye devam ediyor. Hatta inceden çoklu dilleniyor. Biz bir yerden giderken “see you” diyoruz. O da diyor. Ve el sallıyor. Hatta bazan bizden önce davranıp diyor. “Tenkyu” da bol kullandığı ikinci kelime.
2. Alman / İsviçreli çift arkadaşımızın 4 ve 6 yaşındaki kızlarıyla seviyeli bir ilişki kurdu 🙂 Çünkü zavallı kızların aralarındaki oyuna sürekli girmek istedi. Onlar da sıkça nezaket gösterseler de bir noktada baydılar tabii durumdan. Ama yine de iyi bir koalisyon oluştu diyebiliriz.
3. İlyas zaten bebek severdi. Buranın havasından mıdır suyundan mı bilinmez aşırı bir ilgi gösterir oldu. Misal önceden bir 3 yaşında bir de 6 aylık birisi olduğunda hemen 3 yaşındakine yönelirdi. Şimdi 6 aylığa meylediyor. Gidip emzik veriyor, ayaklarını öpüyor, mama yedirmeye su içirmeye teşebbüs ediyor. Britney ile bu sevgi tavan yaptı zaten. Fotoğraflardan belli oluyordur.
4. Yemek ve uyku konusunu abarttı. En az Türkiye’deki kadar uyuyor ve özellikle sabahları daha fazla yiyor. Lakin Türkiye’de balığa bayılan velet balık cennetinde balık yemez oldu.
5. Kendi kendine daha fazla vakit geçirir, oynar oldu. Daha bir büyüdü sanki. Yani o “milestone”lardan birisini burada geçti sanırız. İstanbul’da bizden pek uzaklaşmazdı. Burada basıp gidiyor ve takılıyor kendi başına.
6. Denizden ve tuktuklardan ayırmak zor oluyor. İstanbul’da ne yapalım deyince fiks cevabı “Dodo, ba” idi. Yani dondurma yiyelim ve parka gidelim. Burada ise deniz.
7. Babaanne, anneanne ve dayı (diya) özlemi tavan yaptı. Sürekli bir şeylere binip babaanneye gidiyorum diyor.

Bu çocuk yolda ağlamadı mı? Ağladı. Hem de "şikayetim yaradana" şeklinde. Burada babasına kızdığı için ağlayan Ali İlyas, babasına sarılmak istemekte. Cemal Süreya demişti ya "Annesinden dayak yediği halde, yine 'anne' diye ağlayan bir çocuktur aşk."

İşte İlyas bu babaannenin peşinde "ati ati" diye dolandı. Demin beslediği pony de belki tekrar sebeplenirim diye yancılık yapıyor.

Britney'ciğimiz. Hep güler yüzlü, hep saçları taralı, hep güzel kokar, hep ağır başlıdır. Bir tanedir.

Babamız hiç bir fedakarlıktan kaçınmayarak bu kabukları topladı bize. Teker teker toplasaydı saatler sürebilirdi. Daha önce toplanmış terk edilmişi buldu dakika bile sürmedi 🙂

Bu albümün kartpostal fotosu da bu. Ferdi Özbeğen eşliğinde seyrediniz lütfen. Ustayı sevgiyle anıyoruz.

Altı üstü makas alacak. Her türlü kağıtta denedi. Bu arada çalışan kadının yüz ifadesine baksanıza. Çocuk görünce bu kadar gözleri parlayan insanlar olması dahi iyiliklerine ipucu olmuştur sanırız.

Yolda gördüğümüz bisikletli kadın indi ve sanki bu durumda yapılabilecek tek doğru buymuş gibi İlyas'ı kucağına aldı. İlyas da kadının cep telefonuna daldı tabii.

Bu adını unuttuğumuz ulusal parkta da tuhaf sürüngenler ve acayip kuşlar gördük. Ve ucu yine enfes bir kumsala çıktı.
Merakla bekliyorum yeni yazıları yeni resimleri. Sizin yüzünüzden hiç aklımda yokken Sri lanka gitmek istediğim ülkeler arasında ilk beşe girdi bile. Ama abi ben bu leoparı göremedim; etiketlesen mi acep?? evirdim çevirdim vallahi göremedim. bir nevi renk körlerine gösterilen sayılar gibi… leopar körlüğü 🙂 öperim hepinizi
Günsu’cum, sen bundan görememişsin bir de bizim halimizi düşün 🙂
ben de kabuk isterim