Gündem Çocuk, yaklaşık 7 yıldır çocuk hakları alanında çalışmalar yapan bir dernek. Amacı çocuğun bir politik varlık olarak tanınmasını; yetişkinlerin yasalara, şehirlere, hayatın her alanına dair düzenlemelerinde, etkinliklerinde çocuk odaklı bir bakış açısı geliştirebilmelerini sağlamak. Gündem Çocuk bundan böyle Uzunçorap’ın yazarlarından biri olacak. Dernekten arkadaşlar Gündem Çocuk yazar kimliği altında bize bu alanda yaptıkları çalışmaları anlatacak, birlikte dert edinmemiz gereken meselelerden haberdar olmamızı sağlayacaklar. Bunun öncesinde onları sizlerle tanıştırmak için minik bir söyleşi yaptık. Bu kısacık söyleşide bile, gündem çocuk olduğunda sandığımızdan çok daha fazla meseleyle karşı karşıya olduğumuzu anladık… 

Önce sizi kişisel olarak tanıyalım, sonra da Gündem Çocuk’u konuşalım isterseniz…

Didem Ünsür: Yaklaşık 11-12 yıldır sivil alanda çalışıyorum. Daha önce TEGEV, Toplum Gönüllüleri Vakfı gibi sivil toplum kuruluşlarında çalıştım. Gündem Çocuk’la da 2006 yılında çalıştım. 2006’dan beri üyesi ve gönüllüsüydüm. Geçtiğimiz Kasım ayından bu yana da profesyonel olarak çalışıyorum.

Mehmet Onur Yılmaz: Asıl mesleğim mimarlık. Üniversite yıllarından beri çocuklarla çalışmalar içerisinde yer aldım. Toplum merkezlerinde çalıştım, doğrudan çocuklar için düzenlenen gönüllü dershane gibi işlerde de çalıştım. En sonunda çocuk hakları konusunda daha aktif, doğrudan hak temelli çalışma gibi bir yola da girdik. Meslek alanımla insan haklarını ve çocuk haklarını ilişkilendiren çalışmalar da yapmaya çalışıyorum. Kurulduğu günden bu yana Gündem Çocuk’un üyesiyim.

Gündem Çocuk ne zaman kuruldu, kimler kurdu, derdi nedir?

Didem: 2005 yılında kuruldu.

Onur: Çocuk hakları örgütü en temelde. Ama biraz farklı bir çocuk hakları örgütü. Şu nedenle farklı. Özel ve tek bir alanda yürütmüyor çalışmalarını. İçinde mimar da var, avukat da var, eğitimci de var, sosyal hizmet uzmanı da var, çocuk gelişimcisi de var. Farklı alanlardan, çocukla doğrudan ya da dolaylı çalışan pek çok uzmanın, yıllarca o alanda çalıştıktan sonra hak temelli olarak birlikte, özellikle savunuculuk temelinde çalışılması gereğini hissederek bir araya geldikleri bir örgüt. Kitlesel bir örgüt değil, binlerce üyesi yok, ama var olan üyelerimizin tamamı bu alanda kendi alanlarında ya başka sivil toplum örgütlerinde ya da kendi meslek alanlarında uzman olarak çalışan insanlar. Onların bir ihtiyaç hissederek bir araya geldikleri bir örgüt. Çocuk haklarına, çocuk politikası temelinde; çocukların haklarının verilmesi noktasında yetişkinlerin algısının değiştirilmesi temelinde bakan bir grup insanın kurduğu bir örgüt.

Şimdiye kadar neler yaptınız? Kimlerle, ne tür işbirlikleri gerçekleştirdiniz? Gündem Çocuk dediğiniz şey pratik olarak neye tekabül ediyor?

Onur: Adıyla da kendini anlatan bir şey. Gündeme çocuğu getirmek. Basının gündeminde çocuklar cinsel istismar, dram, sıkıntı veya popüler anlamda sevimli bir ikon olarak gelirler, ama sorunlarıyla ve haklarıyla çok fazla gündeme gelmezler. Herkes çocukları görünce sever, ama bunun pratikte bir karşılığı yoktur çocuklar açısından. Gündem Çocuk’un temel derdi çocuğu haklarıyla bir birey olarak gündeme getirmek. Eksik insan olarak değil, kendi potansiyelleri, fikirleri, yapabilirlikleri, yetişkinlere oranla ayrıcalıkları olan bir birey olarak görüp bunları da yetişkinlere anlatabilmek… En temel derdi bu. İçinde yer alan insanların çeşitliliğinden dolayı çok farklı alanlarda çalışmalar yürüttük. Sondan başa doğru gidecek olursak: En son Didem’in de çok aktif yer aldığı çalışmalardan biri… Geçen seneki depremden üç gün sonra kendimizi Van’da, Erciş’te bulduk ve oradaki çocuklarla nasıl bir çalışma yaparız diye bakınırken, çocukların kendilerini ifade etme ihtiyaçları olduğunu fark ettik. Elimizde kameralarımız, fotoğraf makinelerimiz vardı. Onlarla paylaştık. Bir süre sonra onların başını çektiği bir hareketle Erciş’in Genç Sesi diye bir gazete, bir medya portalı, bir blog türü bir şey çıktı. Onlar çocukların diliyle depremi Türkiye’ye anlatmaya başladılar. Gene Eksi 18 Medya grubumuz vardı daha önce Ankara’da. Bir grup çocuk gazetecilerle, belgeselcilerle bir araya geldiler, televizyonlarda staj yaptılar, kendi medya ürünlerini oluşturma çabasına girdiler ve belgesel çektiler. Raporlar yazıyoruz, çocuk haklarına ilişkin, özellikle çocuklara yönelik hak ihlallerinin görünür kılınması için raporlar yazıyoruz. En son Van’daki çocukların depremden bir yıl sonraki durumlarına ilişkin bir rapor yayınladık. Eğitim, barınma, sağlık sorunlarının nasıl devam ettiğine dair… Ondan önce 2011  yılında, Türkiye’de Çocukların Yaşam Hakkı Raporu‘nu yayınladık. Bir yıl içerisinde, 815 çocuğun önlenebilir nedenlerle yaşamını kaybettiğini tespit ettik. Bu yıl bu raporların sayısı üçe çıkacak.

Önlenebilir sebepten kastınız nedir?

Onur: Okul ortamında çocuklar üzerlerine demir kapı düşerek, pencereden düşerek, yolda giderken foseptik çukuruna düşerek hayatlarını kaybedebiliyorlar… Tamamen yetişkinlerin ya önlem almadığı, ya görmezden geldiği ve ihmal ettiği sözde kazalar… Biz şu temel noktadan çıktık: Çocuk ölümü doğal kabul edilemez. İnsanlar doğarlar, yaşarlar ve ölürler. Ama çocukluk o “doğarlar”dan hemen sonra gelen evre. Orada bir ölüm gerçekleşiyorsa bir acayiplik vardır. Web sitemizde de var bu rapor. 2012 versiyonu önümüzdeki ay yayınlanacak.

Didem: Bir de ayrımcılıkla ilgili bir rapor çalışıyoruz. Birçok çalışma yapıyoruz ama hepsi birkaç ana başlık altında toplanabilir. İlki toplumda çocuk algısının değişmesiyle ilgili. Onur’un bahsettiği, eksik insan, çocuk, şirin gibi algının dışına çıkıp, çocukların da fikirleri, ihtiyaçları olabildiğini göstermek. Toplumdaki çocuk algısının değişmesi için çalışmalar yapıyoruz. Savunuculuk çalışmaları yapıyoruz bu raporlarla birlikte.

Onur: Raporların temelinde vaka takibi de var. Okullarda yaşamını kaybeden çocuklarla ilgili çalışmayı yaparken karşılaştığımız ailelerden ihtiyacı olanlara psikolojik ve hukuki destek sağlamaya çalışıyoruz.

Didem: Ayrıca çocukların katılım hakkıyla ilgili çalışmalar var. Medya çalışmaları da bu bağlamda yapılıyor. Bir yandan da ağ çalışmaları yapıyoruz. Türkiye genelinde çocuk hakları alanında çalışan örgütleri birbirleriyle ilişkilendirmeye çalışıyoruz.

Onur: Buna en son örnek mesela çocuğa yönelik şiddete ilişkin altı ayrı bölgede bir haritalama çalışması var. O bölgenin kendi özelliklerine göre çocuğa yönelik şiddetin sebeplerini, çözüm önerilerini ortaya koyacak ve o bölgedeki sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte çalışılacak 1.5 senelik bir çalışma içerisindeyiz.

Nasıl karşılıklar alıyorsunuz? Politik bir mahluk olarak çocuğu gündeme getirme fikri nasıl geliyor insanlara? Mesela kurumsal düzeyde nasıl bir karşılık buluyorsunuz?

Onur: Türkiye’de devletle ya da kamu kurumlarıyla çalışmak çok kolay değil. Devlet kocaman bir fil, onu hareket ettirmek de çok zor bir şey. Ama şunu söyleyebilirim: 2005’te ilk çalışmaya başladığımızda hak temelli yaklaşım, çocuk politikası, çocuk odaklı yaklaşım dediğimizde bize boş boş bakan insanlar şimdi kurumsal olarak bu lafları en azından kullanıyorlar. Bu bile bir gelişmedir. Yedi yıl içerisinde, bu az mı, çok mu, bilemiyorum… Sonuçta kavram olarak artık devlet ya da kamu kurumları, çocuk odaklı yaklaşım diye birşeyden haberdarlar. Çocuk haklarını biliyorlar. Hak temelli yaklaşım dediğiniz zaman 5-7 yıl önceki gibi bakmıyorlar. Bunları artık belgelere yazıyorlar. Şimdi sıra bunun altını doldurmaya geldi. Kolay bir mücadele değildi ama en azından 7 yılda bu gelişmeyi sağladığımızı düşünüyoruz. Biz bir sivil toplum kuruluşuyuz. Gerektiğinde muhalif, yaramaz, karşı çıkan bir kuruluşuz. Ama sivil toplum kuruluşu olduğumuzu kabul eden her kurumla işbirliği de yapıyoruz. Pek çok kurum ve kuruluşla da çalışmaya hiçbir zaman kapalı değiliz. Samimiyetle yaklaştığınızda iyi karşılıklar buluyorsunuz. Devletin garip refleksleriyle de karşılaştığınız oluyor ama kuruluşumuzdan bu yana pek çok şeyin değiştiğini söyleyebilirim.

Okullardan ve velilerden nasıl tepkiler alıyorsunuz? Derdinizi anlatmak yerel düzeyde ne kadar kolay oluyor?

Didem: Karşımızdaki çocuğu yararına bir şey yaptığımıza ikna olduğu için kurduğumuz ilişkiler de iyi. Gündem Çocuk şöyle bir yere geldi: Artık fikri soruluyor, çocukla ilgili yapılan çalışmalara çağrılıyor. Aileler, çocuklar kısmında her şey daha kolay. Çünkü kendinizi samimi bir şekilde anlatabiliyorsunuz.

Onur: Bazen ulaşmak çok zor. Mesela Erciş’te kolaydı. Zaten aileleri oradaydı. Çalışmanın birinci haftasında çocuklar yaptıklarını ailelere göstermek istediler. Velilere bir gösterim yaptılar. Röportajlar yapıldı, televizyonlar davet edildi vs. O samimiyeti, o heyecanı bulan veliler teşekkür ederek çıkıyorlar. Velilere ulaşma şansını bu ve benzeri fırsatlar dışında bulamıyoruz. Karşılaştığımızda ise çok iyi tepkiler alıyoruz. Sivil toplum kuruluşu olmamızın gereklerini kavrayan herkesle de çok rahat çalışabiliyoruz.

Türkiye’de çocuk mevzubahis olduğu zaman en acil olarak ele alınması gereken meseleler neler?

Didem: Kentlerin çocuk dostu kenti olması mevzusu var. Onunla ilgili çalışıyoruz ama bence mesela en birinci öncelikli meselelerden biri okullardaki fiziksel güvenlik meselesi. Son yıllarda biz de o konuya bir hayli eğildik. Sadece medya üzerinden ulaşabildiğimiz velilerle, 26 çocuğun eğitim ortamlarında önlenebilir sebeplerle hayatını kaybettiğini gördük. Bu mesele çok önemli ve öncelikli.

Onur: En önemli sorun çocukluğun nasıl algılandığı… Çok tuhaf gibi görünebilir ama, yetişkinlerin çocuklara ilişkin algısı, çocukların yaşadığı bütün sorunların temelindeki şey… Şu yanlış algıyı da yaratmamak lazım. Hiçbir insan hakkı bir başka insan hakkından daha öncelikli değil. Ama tabii ki yaşam hakkı önemli. Türkiye’de çocukların yaşam haklarına yönelik ihlallerle  ilgili çok ciddi bir cezasızlık var. Bir çocuk bir yerde düşüp hayatını kaybederse bununla ilgili dava açılmıyor. Okulda hayatını kaybederse dava açılmıyor. Bunun örnekleri var. Çocukların hayatını kaybetmesine ilişkin ciddi bir perde var yetişkin algısında. Çocuk, yaramaz, kaza, öldü… Böylece kalıyor. Bu da bir algı sorunu. Ama yaşam hakkı ihlaline yol açıyor. Bu algı değişmediği sürece bunu mevzuatla değiştirmek kolay değil. Somut bir örnek: Fadime Yalçın diye 9 yaşındaki bir kız çocuğu, Manisa’da, okuldan çantasını almaya çalışırken, okulun parmaklıklarına kafasını sıkıştırıyor ve orada yaşamını kaybediyor. Bununla ilgili bir dava açılmıyor. Üç yıldır dava açmak için uğraşıyoruz. Okuldan sorumlu öğretmen kimdi, nöbetçi öğretmen neden orada değildi, okulun anahtarı kimdeydi, Fadime nasıl içeri girdi? Bunların hiçbiri sorulmadan dosya kapatılıyor. Bu bir algı sorunu. Bunu aşmadan, başka bir çok sorunu konuşamaz hale geliyoruz. Didem’in söylediği önemli, bu ara yoğunlaştığımız mevzulardan biri. Veliler çocuklarını gönül rahatlığıyla okula teslim ediyorlar her gün. O okul ortamının ne kadar güvenli olduğunu, sizin evde çocuklarınıza sunduğunuz koşullara ne kadar benzediğini sorgulamıyoruz. Çünkü “çocuk bana emanet” tamam, ama çocuğun başına bir şey geldiğinde ortada kimse yok. Bu hem bir algı sorunu, hem bir kültür sorunu, hem bir hukuki sorun, hem de insan hakları sorunu. Diğer taraftan şöyle bir şey de var; sayısal olarak arttığı için de önemli: Çocuklar, özellikle belli bölgelerde, politik olarak da kullanılıyorlar. Biz onları politik bir varlık olarak görüyoruz ama onlar zaten politikler ve bundan dolayı da istismar ediliyor. Kötü muameleye uğruyorlar, işkence görüyorlar, Pozantı örneği gözümüzün önünde. Çocuk olmanın hiçbir avantajını yaşamadıkları gibi, dezavantajlarını yaşıyorlar. Bu kocaman yetişkinler dünyasında çocuk oldukları için daha fazla acı çekiyorlar.

Çocuklara karşı iki yüzlü olduğumuzu söyleyebilir miyiz, bu söylediklerinizden yola çıkarak?

Onur: Biraz değil, bir hayli iki yüzlü. Çocukluk dediğimiz şey, kişisel olarak bakıldığında insan hayatında geçici bir devre. Ama bu aileler için de öyle, çocuğunuz büyüdüğü için çocuklukla ilişkiniz bitiyormuş gibi… Herkeste bu geçicilik algısı… Oysa toplum için sürekli çocukluk. Toplumda çocuklar hep var. Siz hayatınızın bir yerinde çocuksunuzdur, büyürsünüz. Ama çocukluk geçmez. Çocukluk kalıcı bir toplumsal kesimdir aslında. Bunu hep bu geçicilik üzerine kurduğumuz için, kerhen durumu, eksik insan durumu, bir an önce büyüsün yetişkin olsun durumu o iki yüzlülüğü besliyor. Çocuk, bugün var yarın yok. Yarın büyüyecek. Bu yüzden çok durmuyoruz üzerinde. Halbuki çocukluk dediğimiz şey, insanın bütün hayatını kurduğu dönem. Potansiyellerinin en yüksek olduğu, algısının en açık olduğu, kendinin en çok farkında olduğu dönem. Biz bu dönemi geçicilik algısıyla heba ediyoruz. Hem kendi çocuklarımız için heba ediyoruz, hem kendimiz için heba ediyoruz… Ama bu geçicilikten dolayı toplum olarak da heba ediyoruz ve değerini bilmiyoruz. Çocukları bir an önce büyümesi gereken müstakbel erişkinler olarak görme kolaylığına kaçıyoruz.

Öte yandan herkes çok seviyor…

Onur: Evet sorduğunuz zaman seviyorlar. Çocuklar masumdur, günahsızdır, ama çocuk eline taş alırsa teröristtir. Tiner alırsa katildir. Etiketlemeye bayılırız. Öte yandan cicidir, sevimlidir… Bu konuda o kadar çabuk yön değiştirebiliyoruz ki… Çünkü aslında çocuğu görmüyoruz, çocuğun bütün yapabilirliklerini, kapasitesini, üzerindeki tehditleri, bizim yarattığımız koşulları görmeden onu etiketlemeyi çok seviyoruz. Sokak çocuğu, tinerci diyoruz, çalışan çocuk diyoruz, taş atan çocuk diyoruz… Kurtuluyoruz. Etiketlenmiş olarak raflara diziyoruz. Görüntüye bakarsan seviyoruz.

Çocuklara bakışımız toplum hakkında ne söylüyor?

Onur: Herkes kendi üzerinden değerlendirebilir. Mutsuz bir çocukluk geçiren bir insanın, mutlu bir yetişkin olması çok zordur. Bunu psikolojik olarak da açıklayabilen vardır belki, sosyolojik olarak da vardır bir karşılığı. Mutlu çocukluk, mutlu yetişkinliğin olanağıdır. Çocukluk mutsuz geçiyorsa, baskı altındaysa, hakları ihlal ediliyorsa, bunun hayatın geriye kalanında değişeceğini söylemek pek mümkün değil. Süregiden bu baskılanmış, hor görülmüş, hakları ihlal edilmiş, etiketlenmiş çocuklar ve çocukluk yüzünden toplumun genelinde de kendini ifade edemeyen, kendini var edemeyen, birey olamayan, özgüveni eksik, siyasi olarak tavır belirleyemeyen, gerektiği yerde gereken sözü söyleyemeyen bir toplum ortaya çıkıyor.

Bu galiba sınıfsal bir durum da değil…

Onur: Kesinlikle. Hatta yoksul ailelerin çocukları bazı şeyleri aslında yalıtılmış ailelerin çocuklarından daha fazla fark edip kendilerini geliştirme olanağını bulabiliyorlar denebilir. Yoksulluk iyidir diye söylemiyorum. Ama mecburen daha fazla hayat deneyimi biriktiriyorlar. Bilgisayar ekranının başından, servis penceresinden dünyayı gören çocuğun hiçbir şansı olmuyor. O yüzden sınıfsal değil, çok yaygın bir toplumsal durum. Ne ekonomik durumla, ne sınıfsal durumla alakalı. Kadına yönelik şiddet de böyle. Zengin ailelerde de olur, yoksul ailelerde de…

Bir yanda tinerci, yoksul, sokak çocuğu, taş atan çocuk diye etiketler var. Diğer yanda hiperaktif, yaramaz, aşırı hareketli diye başka türlü gene etiketleniyor sanki… Daha profesyonel bir ehlileştirme sistemine dahil ediyor böylece.

Onur: Farklı formlarda ama sonuçları itibariyle çok farklı olmayan bir hal var. Temel sebep var. Yetişkinlerin çocuklara yönelik çarpıklık, onların potansiyellerini görmeme, onlara fırsat vermeme ya da verememe… Yoksullukta verememe, öbür tarafta da vermeme olarak karşımıza çıkıyor.