Hanife Yaşar, Hürriyet Aile için Yasemin Göksu ile söyleşi yaptı. Göksu, aşkla büyüttüğü oğlu Evrim’i ve oğlu kadar sevdiği yeğeni Çınar ile ilişkisini anlattı…

Yasemin Göksu; “Şahrud Seyduna Türküleri” adlı albümde söylediği şarkılar ile keşfettiğim, “Kalanların Ardından” solo albümünü evire çevire dinlediğim bir isim. Elveda Rumeli dizisinin müziğinde duyduğunuz o muhteşem ses de yine bu isme ait. Başarılı bir müzisyen ve duyarlı bir aktivist olan Göksu’ya “Aşkla büyüttüm” dediği oğlu Evrim ve oğlu kadar sevdiği yeğeni Çınar ile olan ilişkisini, müzik çalışmalarını ve kot işçileri için sürdüğü çalışmalarını konuştuk.

Evrim ve Çınar adında oğullarınız var sanırım Twitter’dan gördüğüm kadarıyla. Biraz onları tanıyalım mı?

Evet, Evrim oğlum ama Çınar yeğenim oluyor. Eşimin kız kardeşinin oğlu. Benim oğlum zannetmeniz çok normal zira çoğu zaman ben de öyle sanıyorum. Ayrıca dinleyicilerim de öyle zannediyorlar. Hatta “Size ne kadar çok benziyor oğlunuz” diyenler bile var (Gülüyor). Ama inanın, bir tek doğurmadım, o kadar… Onu öyle seviyorum ki “Bu ancak aşk olabilir” diyorum kendi kendime. Ondan uzak kalabilme limitim 2 gün, sonrası kriz! Bazen annesine taşıyıcı anne muamelesi yapıyoruz. Canım benim, çok olgun davranıyor bu konuda.

Evrim’i de böyle aşkla büyüttüm ve hâlâ da devam ediyor bu aşk. O artık yetişkin bir delikanlı. Üniversiteyi bitirdi, bilgisayar bilimleri okudu. Mesleğiyle ilgili bir işte çalışıyor. Ayrıca roman çevirileri yapıyor. Arada senaryo yazıyor ve tabii ki benden bağımsız bir hayatı var.

Madem annesi gibisiniz, nasıl bir duygu o kadar aradan sonra yeniden anneliği yaşamak? İkisinin süreci farklı mı?

Evrim’in küçüklüğü sırasında Bodrum’da turizmcilikle uğraşıyordum. Bana sorsanız birkaç çocuk doğururdum, o kadar tutkunum çocuklara. Fakat o zaman eşim, başka çocuk arzu etmedi. Uzun yıllar rüyamda çocuk doğurdum ben. Burnuma bebek kokusu gelirdi. Yani “Doğuramamaktan acı çeken bir kadın oldum” desem, abartmış olmam. Yıllar sonra Çınar’ın gelmesi hayatıma bir lütuf, bir armağan gibi oldu. Ve gerçekten bana taze anneliği yeniden yaşattı, yaşatıyor da. Bu son derece heyecan verici. Ayrıca çeşitli şehirlerde yakından takip edip ilgilendiğim çocuklarım da var.

“Evrim’in annesi olmak şahane bir duygu”

Çocuğunuzu büyütürken onun babasıyla zıtlaştığınız oldu mu? Nasıl dengelediniz ebeveyn rollerinizi?

Oooo, olmaz mı! O, hayata karşı fazla temkinli bir insandı. Durağan yaşamayı severdi. Ben daha bağımsız ve dominant bir kişiliktim. Oğlumun, hayatın pratiği içinde becerikli ve donanımlı olmasını istedim hep. Ama bir yandan çok korumacı bir yapım da var. Dolayısıyla biraz da baba oldum sanki. Eşimle ayrıldığımızda oğlum ortaokul sondaydı. Psikolojisi için olağanüstü dikkatli olmaya çalıştım. Ama bu meslek sizi ailenizle düzenli olarak bir arada tutabilen bir meslek değil. Zor yıllardı gerçekten. Sonuçta Evrim, duyarlı, zarif, zamanından önce olgunlaşmak zorunda kalan, entelektüel bir delikanlı oldu. Ve her zor zamanımızda beni sürekli rahatlatmaya çalışarak, bana zaman zaman ağabeylik de ederek, sırdaşım, dostum oldu. Onun annesi olmak şahane bir duygu.

Kaç yaşında anne oldunuz? Planlı mıydı? O zamanki duygularınızı anlatabilir misiniz?

Ben çocuk denecek yaşta sert bir politik ortama girdim. Sonra lise son sınıfta ilk eşimle, yani oğlumun babasıyla karşılaştım ve ani bir kararla evlendim. O vakit şimdiki gibi birlikte oturmak falan söz konusu olmazdı. Evlendikten sonra aylarca ciddi bir boşluk ve bunalım yaşadım. İçimden bir ses bana bir bebeğin deva olacağını söyledi ve ben o iç sesime inanarak anne olmaya karar verdim. Gerçekten bu böyle oldu. Oğlum doğduğunda 20 yaşına basmamıştım daha.

Velâkin bebek doğduğunda beni çok tatsız bir sürpriz bekliyordu. 30 küsur saat süren çok zor bir doğumdan sonra, kendime geldiğimde bebeği kabul edemedim. Buna “doğum sonrası psikozu” diyorlar. Zor hamilelik geçiren ya da zor doğum yapan genç annelerde görülürmüş daha çok. Of, of… Ağır bir durum: Büyük bir suçluluk duygusu, anksiyete, bebeğe dokunamama… Birkaç gün sürdü, ömrüm gitti.

Sonra hastaneden çıkacağımız gün, doktorum gelip eşimi ve annemi dışarı çağırdı. Benden bir şey saklıyor gibiydiler, halleri bir tuhaftı. Sonra öğrendim ki bebekte zor doğumdan dolayı kalça çıkığı varmış. Psikolojimden dolayı söylemeye çekinmişler. Ben bunu duyunca bir ağlamaya başladım. Saatlerce hiç durmadan, krizler halinde… Ve bir mucize oldu. Zehrimi boşalttım, bebeğimi göğsüme bastım, anne oldum! Belki de bu yüzden o kadar çok istedim tekrar doğurmayı ama olmadı.

“Çınar beni yaşıtı sanıyor”

Çocuklarınızla diyelim artık, nasıl vakit geçirirsiniz genelde? Özellikle Çınar’ı merak ediyorum, küçük olduğu için.

Ben kendi oğlumla da yeğenlerimle de vakit geçirirken kendim daha çok eğlenmişimdir hep. Fakat oğlum küçükken öyle ağır bir işte çalışıyordum ki beş adam yan yana gelse pes ederdi. Bu yüzden çok fırsatımız olmadı bu keyif etmelere. Sonra ikimize özel zamanlar yaratarak telafi etmeye çalıştık hep. Şimdi Çınar’la beraberken de öylesine delice eğleniyoruz ki, beni bayağı yaşıtı sanıyor anlayacağınız. Halide (annesi) bizi okula beraber vereceğini söylüyor (Gülüyor).

Bir de ciciannelik misyonunuz var galiba (Yine Twitter’da Toprak Güzelcan yazmış oradan gördüm). Bu bildiğimiz cicianne mi yoksa anne kadar yakınlık ifadesi mi?

Ah… Toprak, benim çok sevdiğim bir müzisyen arkadaşımın, Turgay Güzelcan’ın oğlu. Elime doğdu ve ben de ciciannesi oldum. Çok tatlı, şimdi Ortaokul çağında ve İzmir’de oturuyorlar. Fark ettiğiniz gibi bana Twitter’dan yazıyor artık (Gülüyor).

Sütanne geleneğine nasıl bakıyorsunuz? Cicianne deyince aklıma geldi…

Kesinlikle çok önemli bir gelenek ve de çok gerekli. Ben ne yazık ki oğlumu 2 hafta kadar zar zor emzirebildim. O dönem bir sütanne bulabilseydim minnettar olurdum. Zira bağışıklığını koruyamadığımız için çok ciddi hastalıklar geçirdi. Şimdi, eğer imkân olsaydı Çınar’ın süt annesi olmayı çok isterdim. Gerçi sonradan doktor arkadaşlarım, “Eğer üst üste deneseydin, bir süre sonra süt gelirdi” dediler ve beni bitirdiler! Ama ne yazık ki vakit geçmişti artık.

Aktivist bir sanatçısınız. Çeşitli sosyal meselelerle yakından ilgileniyorsunuz. Örneğin; Silikozis Hastası Kot kumlama işçileriyle Dayanışma Komitesi…

Evet… Ne yazık ki sadece Türkiye’de değil, dünyanın sosyal devlet zafiyeti yaşanan başka ülkelerinde de yapılan dehşet bir iş. Kot kumaşı çok dayanıklı olduğu ve uzun yıllar giyildiği için daha çok tüketim sağlamak üzere tekstil devlerince bir moda yaratılıyor. Kotları kum, taş, kimyasal vs. ile yıpratıyorlar. Özellikle kumlamada, küçük hücrelerde korunmasız ve hastalıktan bihaber gençleri çalıştırıyorlar.

Silika tozu ciğerlerine doluyor ve tedavisi imkânsız silikozis hastalığına yakalanıyorlar. Sonuç; moda uğruna şu an ölümle karşı karşıya, korkunç işkenceler çeken binlerce insan. Onlar için zamanı tersine çeviremeyiz ama bir yasa çıkarttırabildik sonunda. Fakat hukuk mücadelemizde ciddi sorunlar yaşıyoruz. Kayıt dışı çalıştırıldıkları ve iş yerlerini ispat edemedikleri için açılan davalar düşüyor. Üstelik bu yoksul, yatağa ve makineye bağlı insanlara yüklü para cezaları geliyor. Merak eden www.kotiscileri.org adresinden bakabilir.

“Tecavüzcüler yaptıklarıyla kalıyorlar”

Biraz da gündemden beslenelim. Tecavüz vakalarından çok hakkında verilen yargı kararları gündemde. Neler söyleyeceksiniz?

Korkunç! Türkiye’de ne yazık ki gerçek bir sosyal devletten bahsetmek olanaksız. Yasalar erkek egemen bir anlayışla yürüyor hâlâ. Yoz bir ahlakçı anlayış ama müthiş bir iki yüzlülük bir yandan da. Tecavüz, taciz, ensest… Sadece geçen yıl tecavüze uğrayan çocuk sayısı 7000 imiş. Bu nedir ya? Bu nasıl bir ülke? Son 10 yılda cinsel istismara uğrayan çocuk sayısı 250 bin. Hangi ahlâk yani? Biz birbirimizi niye kandırıyoruz arkadaş? Ya kadınlar? Taciz edilen, ırzına geçilen, ha bire şiddet gören, öldürülen…

Hangi yasa gerçekten kadın erkek eşitliğini sağlıyor, hangi yasa gerçekten kadına demokratik bir sosyal ortam sunuyor, onu koruyor? Tecavüzcüler yaptıklarıyla kalıyorlar. Yazılı ve görsel basında korkunç cinsiyetçi ve ayrımcı ifadeler kullanılıyor. Milletvekilleri insan haklarıyla ilgili yasa çıkarırken ceplerinden para harcıyormuş gibi bir tutum içindeler. Anlaşılır gibi değil.

Müzik çalışmalarınızda son durum nedir? Yoğun olduğunuzu biliyorum ama detayları da öğrenelim.

İçinde olduğum projeler var. Mısırlı Ahmet, İspanyol ve Türkiyeli dansçılar ve etnik enstrümanlarla yaptığımız performans, İclâl Aydın’la yaptığımız, 60’lı yıllardan bugüne müzik, anılar ve şiirlerden oluşturduğumuz “Şarkılar Girmiş Hayatınıza” projesi, benim sesine hayran olduğum Erdal Bayrakoğlu’yla yaptığımız “Rumeli’den O Yani…” Balkan, Karadeniz arası müzik yolculuğu, Edirne Belediyesi Modernize Halk Dansları ekibi 22. Nefes ile yürüttüğümüz danslı gösteri… Bu yıl Torium AVM için hazırladığım ve başka projelerle sürecek olan çalışma, gerçekleştirebilirsem yeni bir albüm, olmadı single…

Bu arada Efkan Şeşen’in 14 sanatçının katıldığı “Soluk Soluğa 25 yıl” albümüne onun çok güzel bir bestesini okudum. “Uzak Durma” Çok güzel bir albüm oldu.

Dizi müziği var mı yakın zamanda?

İsim vermeyeyim şimdi, birkaç şey geldi ama henüz karar vermedim. Hangisi bana daha uygun bilemedim. Bakalım…

Yasemin Göksu’nun solo albümleri:
Ates Oldum
Gül Kuruttum
Kalanların Ardından
Urumeli Hatırası