Hergün sadece eve dönebilmenin bile bizi kahraman yaptığı zamanlardayız. Tehlike gırla, görev ve sorumluluk ise sonsuz. Aman arabanın taksidi geldi, ev kirası ödendi mi, yine mi doğalgaza zam gelmiş giy bir kazak daha… Tüm bunların üstüne çağın vebası yalnızlık da eklenince ohh gelsin depresyon. Aramızda şanslı olan aşıklar da yok değil. Daha da şanslı olan aşıklar evlenmekte gelin-güvey olmaktalar. Mutlu son… Ama işler bununla bitmiyor. Bu aşık gelin-güveyimiz gün geliyor çocuk sahibi olmak istiyor, cesarete bakınız. Dünyanın ne kadar tehlikeli ve zor biryer olduğunun bilincinde olsak da çocuk sevgisi de bambaşka. Doğurasımız da var, geçemiyoruz önüne. Özellikle büyük ve karışık şehirlerde yaşayan, çalışan anne-babaların ilk en büyük derdi anaokulu… Çocuk nasıl bir anaokuluna gitmeli? 0-6 yaş hayati önem taşır bir çocuğun hayatında söylemleriyle iyice panikleyen ve ne yapacağını bilemeyen tonla ebeveyn bir yandan yoğurt yedirme işini kronometrik ayarlarla yerine getirirken diğer yandan anaokulu aramakta.
Anaokullarının da çocukları yarış atına çevirmeye başladığı bir düzende birkaç veli bu durumun yanlışlığını görmüş ve kendi anaokullarını kendileri yapmaya karar vermişler. Başlangıçta sayıları 10 olan, sonra 30’a yükselen ailenin girişimi sonucu Küçükkarabalık Anaokulu kapılarını minik arkadaşlarımıza açmış. Kâr amacı gütmeyen, patron okulu olmayan Küçükkarabalık, Montessori denen bir felsefeye göre eğitim veriyor. Montessori’nin ne menem birşey olduğunu okulun yöneticisi Sibel Özkul Keleş ve psikoloğu Iraz Toroz Suman’la yaptığımız röportajda ayrıntılarıyla bulacaksınız.
Anaokulunuzu biraz anlatır mısınız? Sizin sırrınız nedir?
Suman: 2010 yılında öğrenciye kapılarını açan Küçükkarabalık bir veli insayatifi. Yani patronsuz ve kârsız, velilerin bir araya gelip kurduğu bir okul. Daha doğrusu veliler biraraya gelip Montessori ve Kaynaştırma Eğitimini Geliştirme Derneği’ni kuruyorlar, Küçükkarabalık Anaokulu da bu derneğin iktisadî girişimi. Bence okulun özelliği burada gizli. Bu oluşumun içine girmek isteyen çok sayıda aile var ve biz de hepsinin bizimle olmasını istiyoruz. İleride ilköğretim hayalleri de var.
Şu an okulunuzda kaç öğrenciniz kaç sınıfınız var? Öğrencilerin yaş aralığı nedir?
Suman: Şu an okulumuzda 32 öğrencimiz var. Toplam 2 Montessori sınıfımız mevcut. 3-6 yaş arası çocukları kabul ediyoruz.
Okulunuz kaç saat sürüyor? Çalışan anneler için esnek saatleri var mı?
Keleş: Okulumuz sabah 08.30’da öğrenciye kapılarını açar ve eğitim akşam 17.30’a kadar da sürer. Yarım gün, tam gün diye ayrı ayrı seçeneklerimiz yok. Okulumuz tam gün ama erken almak isterse velilerimiz saat 15.00’te alma şansları var.
Okul öncesi eğitim sizce neden önemli?
Keleş: 0-6yaş çocuğun tüm geleceğinin temellerinin atıldığı dönemdir. Bir hamuru şekillendirmek gibi düşünün, bu dönem çocuğun formunu verdiğiniz yaş aralığı. O yüzden okul öncesi eğitimin nerede, hangi felsefeyle alındığı, çocuğa nelerin verildiği çok önemli. Algıları çok açık oluyor. Eğilimleri ortaya çıkmaya başlıyor. Bu dönemde çocuğa ne verdiğiniz çok önemli.
Suman: Bir de dünyanın nasıl bir yer olduğuna dair bir takım kararlar alıyor, çok kritik birşey. Ve 0-3 yaş arasında bunu anne-baba ya da temel bakım veren yetişkinler üzerinden yapıyor, bizim ülkemizde genelde bu kişi anne oluyor. 3 yaş bittiğinde sosyal bir varlık olduğunu keşfetmekle birlikte sosyal uyaran olarak neye maruz kaldığı çok önemli. Çünkü o maruz kaldığı şeyi bu dünyanın gerçeği kabul ediyor çocuk, o zaman da ne sunduğunuz çok kıymetli. Şehir hayatında çocuk anneden çok öğretmeni görüyor bazen. Çalışan anne-baba çocuktan geç gelebiliyor eve. Dolayısıyla aslında okul, çocuğun hayata dair bilgi topladığı yer oluyor. Okulöncesi eğitim çok kritik oyüzden.
4+4+4 hakkında ne düşünüyorsunuz?
Suman: Çok düşünülmemiş, altyapısı yok, tepeden inme. Benim oğlum henüz ilköğretim çağında değil ama, arkadaşlarıma ve buradaki velilere bakıyorum bu Eylül’de okullar açılacak ve çocukların hangi okula gideceği, bu okulun kaç saat süreceği, neye dönüştüğünü bilmiyorlar. Çocuk büyütmek çok ciddi bir iş ve çok ciddi bir panik havası var şu anda. Ayrıca bu seneki kaos nedeniyle çok ciddi yaş farkı olan çocuklar aynı sıralarda oturacak. Bunda aslında bir sorun yok çünkü çocuklar birlikte yaşama işini çok hızlı bir şekilde halledebilirler. Sorun şu ki, sistem buna hazır değil. Sistemin kendini çökerteceğini düşünüyorum. Çocuklar da bunun bir parçası olacağı için çok üzgünüm.
Montessori eğitim sistemi nedir? Nasıl uygulanır bu sistem? Nerelerde öğrenilir?
Suman: Felsefe adını kurucusu olan İtalyan doktor Maria Montessori’den alır. Özünde çocuğa ve çocuğun iradesine saygı var. Montessori, çocuklar için, çocukluk döneminin yetişkinler tarafından sürekli derslerin ve öğretilerin dikte edileceği bir dönem değil, çocukların içlerinde taşıdıkları bilgelikle, tercihlerini yapabileceği bir dönem olması gerektiğini savunur. Gördüğünüz gibi herşey çocuk boyunda ve çocuk dostu. Onların ulaşamayacağı hiçbir şey yok, gün içinde ne çalışacaklarına dair seçimlerini yüzde 100 kendileri yapıyorlar. Bu bir yetişkin iradesinin bu işin içine hiç girmediği anlamına gelmiyor. Yetişkinler çocukların en kıymetli rehberleri, öğretmenleri değil rehberleri. Onlara o keyifli yolculukta eşlik eden önderler diyebiliriz belki de.
Keleş: Felsefenin göbeğine oturan şey; barış ve hoşgörü. Çok yalnış anlaşılan birşey var, zannediliyor ki, çocuk son derece özgür ve ne isterse onu yapıyor. Tam tersine Montessori sınıfları, çocukların çok özgür olduğu sınıflardır ama hazırlanmış ortam dediğimiz birşey var. Bu sınıflarda çocuğun güvenliğini, sağlığını tehdit eden herhangi birşey yoktur. Mesela sınıflarımızda camlar vardır bıçaklar vardır, ütü vardır ama bunların limitleri vardır yani çocuk gelip şurada görmüş olduğunuz kırmızı çubuklarla istediği gibi oynama şansına sahip değildir çünkü bu bir oyuncak değil, bir eğitim malzemesi. Çocuğa materyal sunulur, nasıl kullanacağı öğretmen tarafından gösterilir ve çocuk ondan sonra bu amaca uygun olarak bunu kullanır. Bunu alıp kılıç gibi oynayamaz. Her zaman sınırlar ve kurallar vardır ama bu sınırlar içinde çocuk seçme şansına sahiptir.
Suman: Klasik sistemle farkı çocukların kendi seçimlerini yapabilmesi. Her çocuğun bireysel hızı vardır, benim çocuğum gelişiminin bu evresinde dinazorlarla çok ilgileniyor olabilir ama onunla aynı gün doğmuş başka bir arkadaşı tamamen pratik yaşam biçimini geliştirmeye, kesmeye biçmeye odaklandığı bir dönemden geçiyordur. Hepsinin tıpkı biz yetişkinler gibi ilgi alanları farklı. Montessori çocukların ilgi alanlarının ve gelişim hızlarının farklılığına saygı duyuyor ve izin veriyor. Bir montessori ilköğretim okulunda çocukla öğretmen periodik bir şekilde buluşuyorlar ve öğretmen çocuğa “Şimdi ne öğrenmek istersin?” diye soruyor çocuğa. Tabii ki bir müfredat var, kontrollü birşey bu. 3 hafta o çocuk öğretmeniyle yanardağlar çalışıyor belki ama diğeri de trigonometri çalışıyor. Klasik sistemde böyle bir şey yok biliyorsunuz.
Neden daha iyi bu sistem?
Keleş: Çünkü çocuğa saygılı. Çocuğu merkeze alıyor. Karşınızda 3 yaşında bir çocuk olabilir ama unutmamak gerekiyor ki o bizden çıkmış olsa da bizden başka biri. Örneğin hiç aç değilken yemek yemek ister misiniz? Tabii ki hayır, ama biz o şekilde davranıyoruz çocuklara. Bazen gerçekten tok oluyor, belki sıcak, belki canı bişeye sıkkın ama yeme ihtiyacı yok ama ille yiyeceksin neden? Çünkü ben öyle istiyorum. Aslında bunun altyapısını dolduramıyorsunuz, sadece sizin yetişkin kaygılarınız ve istekleriniz devreye giriyor. Montessori felsefesinde ise merkez çocuktur, çocuğun ihtiyaçları, çocuğun duyarlılık dönemleri ve bütün eğitim sistemini siz o ihtiyaçlara göre planlarsınız.
Peki bu çocuğun birey olması ve çocuğa saygı duymayla çocuğun şımarık olması arasındaki ince çizgiyi nasıl sağlıyorsunuz?
Keleş: Montessori sınıflarında limitlerimiz çok bellidir, kurallarımız vardır. Çünkü her çocuğun kurala ihtiyacı vardır, çocuk kurallarla ve sınırlarla büyür. Onu baskılamak, ona sınır çizmekle aynı şey değildir. Örneğin Montessori sınıflarında eğer masalarda çalışacaksanız her çalışma tepsi içerisindedir ya da yerde halı üzerinde çalışabilirsiniz. Bu aslında bir limit. Kendi alanını yaratma ve o alan içinde istediğini yapma ve yaratma hakkı veriyorsunuz çocuğa. O çalışmayla ne kadar çalışacağını ise belirleyemezsiniz.
Bu eğitim sistemi çocukta ne gibi gelişmeler sağlıyor?
Keleş: Çocuğun bağımsızlaşmasını sağlayarak yetişkine bağımlılığını ortadan kaldırıyor.
Ogün Sanlısoy’un oğlunu kaynaştırma raporu olduğu halde Fevziye Mektepleri almadı okula, bu konuda ne düşünüyorsunuz? Kaynaştırma raporu olan bir otizmli sizin okulunuzda eğitim alabilir mi? Böyle bir öğrenciniz var mı?
Suman: Down sendromlu bir çocuğumuz var. Kaynaştırma raporu ilköğretim için verilen birşey. Bizim için böyle birşey söz konusu bile değil. Bizim derneğimizin adı zaten Montessori ve Kaynaştırma Eğitimini Geliştirme Derneği. Hedeflerimizden biri kaynaştırma okulları açabilmek, dolayısıyla bizim için böyle bir şey söz konusu bile olamaz. Her çocuğun gereksinimleri gibi otizmli bir çocuğun gereksinimleri de bizim için çok özeldir, burada tüm bir günü tamamlayamaz ve 3 saat kalmak isterse bu şartları sağlamaktır önemli olan.
Fevziye Mektepleri’nin bu davranışını konuşmak bile çok çirkin, kurumun çok yanlış bir duruşu var kesinlikle. Başarı odaklılık gibi nedenler de etken olabilir ama ne yazık ki diğer veliler de istememiş olabilir, çünkü bu kaynaştırma söz konusu olduğunda “çocuklarımız bundan etkilenir, yanlış örnek görür, bundan hoşlanmaz” diyen çok aile var. Okulun kaygılarının bir kısmını da veli tepkilerinin oluşturduğunu düşünüyorum. Keşke o veliler birlik olup “Biz Ozan’ı bu okulda istiyoruz” deselermiş.
Sizin çocuklarınız nasıl çocuklar olur? Yani eğitimde öncelik konularınız ne? Düzgün türkçe konuşanlar mı? Özgür çocuklar mı? Siz İngilizce bilen çocuklar mı yetiştiriyorsunuz? İlkokula başlamadan okuma-yazma ögrenirler mi?
Keleş: Bizim 30 çocuğumuz varsa 30 önceliğimiz var demektir. Çünkü her birinin önceliği kendine özeldir. O yüzden böyle bir sloganımız yok. Bizim okulumuz süper İngilizce bilen çocuklar yetiştirir, keman hocamız şahanedir hepsi virtüoz olur gibi mottolarımız yok. Derdimiz çocuklarımızın derdi. Dile ya da matematiğe özel bir yeteneği varsa bunu farketmemiz o çocuk ve ailesi için çok kıymetlidir.
Eğitim artık çok pahalı bir mesele haline geldi. Orta halli bir aile çocuğunu sizin okulunuza vermek istese bütçesinde nasıl bir ekonomi yapması gerekir? Buna gücü yeter mi?
Suman: Montessori eğitimi pahalı, sırf giderleri pahalı bir kere. Materyaller pahalı. Okulun kurulurken amacı herkesin gelebilmesiydi, öğrenci sayısı arttıkça, sistem büyüdükçe maliyetler düşücektir, yükü daha çok kişi bölüşür hale gelicektir. Ve çok daha ulaşılabilir olacaktır fiyatlar. Bugün itibariyle çok göreceli, kime göre neye göre. En önemli yanı da burada bir patron yok, kâr yok yani bu para birini zengin etmiyor. Alınan para direkt çocuğa aktarılıyor. Evimin arka sokağındaki yuvayla kıyasladığımda arada 200 TL fark var. Burada aldığı eğitimin heryerinden nitelik fışkırıyor.
Beslenme programınız hakkında bilgi verir misiniz?
Suman: Organik besleniyorlar. Mutlaka doğal ve mevsiminde. Paketlenmiş hazır hiçbirşey bu okulun kapısından giremez. Doğum günü pastasından oyun hamurlarına kadar burada yapılır. Günde 3 öğün yemek çıkar. Kahvaltı, öglen ve ikindi. Mutlaka meyve vardır. Yiyecekleri aldığımz yerler bellidir, asla ucuz mal, paketlenmiş gıda bu okulun mutfağına girmez, çocuklara çikolata-şeker verilmez.
Paranız yoksa çocuk yapamıyorsunuz. Bu tip kaygıları olan ve çocuk yapmak isteyen insanlara ne önerirsiniz?
Keleş: Bir çocuk parayla değil sevgiyle büyür. Bir çocuğu para kaygısıyla büyütürseniz onun da ilerde para kaygısı olmasını sağlarsınız. Devlet okullarında da çok iyi eğitmenler var, ortalama para verebildiğiniz bu işi ahlakıyla yapan çok iyi kolejler var. Önemli olan velilin imaj kaygı olmasın.