Metin Solmaz ve Levent Kayaalp söyleşisi devam ediyor. Bu haftanın meseleleri şöyle: Büyüyor muyuz, büyümüyor muyuz? Ataerkil toplum kimin eseri? Çocuklar politikayla ilgileniyor mu? 

Batıda gençlik alt kültürü diye bir şey vardır ve özerk bir alt kültürdür. Türkiye’de böyle bir alt kültür olmadığı gibi şöyle bir sahtekârlık da var. 1990’lardan beri cinsel devrim yaşandı Türkiye’de. Üniversitelerde cinsel hayat çok erken başlıyor önceye göre ama kimse kendi çocuğuna yakıştıramıyor ya da heavymetalci çocuklar akşam eve gelip küpelerini çıkarıp anneleriyle Mehmet Ali Erbil seyrediyorlar.

Ben öyle düşünmüyorum. Bu alt kültür hep var. Şu son dönemde de öyle ilginç ki, Türkiye’yi 10 yıldır yöneten iktidarın kavrayamadığı bir şey var. Gençleri elde edemiyorlar. Bütün bu kavgalar, 4+4+4 vs. onunla ilgili. Mesela şunu görüyoruz, muhafazakâr gençlik de gençlik grupları ile çok ilgili. Ayrıca çok bilinmeyen bir şey var, muhafazakârlar arasında da cinsellik çok yaşanan ve tartışılan bir şey. Hiç zannettikleri gibi değil. Biz öyle şeyler görüyoruz ki. O anlamda toplum mühendisliği mayası tutmuyor. Ama ne oluyor? Burada sıkıntı şu, çok çocuksu bir toplum, Türk toplumu bir türlü büyümüyor. Bunu da nereden görüyoruz en basiti partilerde tek lider hikâyesi. Biraz darda kalınca sokağa çıkıp “kurtar bizi baba” diye bağırıyor insanlar.

Bu ülkede en popüler laflardan biri ‘bu ülkeye eli sopalı bir yönetici lazım!’

Büyüyememenin etkisi, hep tek lider. Bunların altında da bu bağımlı yapı yatıyor, bu bağımlı yapının altında pederşahi aile var denir hep. Ben tam tersini düşünüyorum, bağımlı yapının altında da daha çok anne ve kadınsı yapılar var. Bakın şu andaki iktidarın başındaki kişiye en çok oy veren kadınlar.

Böyle düşünmenizin sebebi ne?

Çünkü erkekleri kadınlar yetiştiriyor. Feministlerin anlayamadıkları olay bu. Maço kültür, erkek egemen kültür tamam, ama gidip o erkekleri yetiştiren kadınlarla hiçbir diyalog kuramıyorlar. Bu kültürü, bağımlılık kültürünü de maço kültürü de kadınlar yetiştiriyor, yani kadınların bir bölümü. O da sanırım bizim topluma özgü bir şey. Kadına ikinci sınıf muamelesi yapıldığı sürece kadın erkek çocuğunu silah gibi yetiştiriyor. Ama ne oluyor sonra? Bu çocuk gidip başka kadını vuruyor.

Yani düzenin bekasına aslında yardım etmiş oluyor ama kendini korumak için mi böyle yapıyor?

Muhtemelen. Dikkat edin bütün psikopatlar annelerine çok bağlıdır. Öyle gençler vardır. Annesi nizamiye kapısında bekler, askerde bile bırakmaz. Cinayetlerde bile en hafifletici unsur anama küfretti. O ana-oğul ilişkisi kadar garip bir ilişki hiçbir yerde yok.

Bir de burada anne ile oğul çok yalnız da kılıyor herhalde. Baba pek farkında olmadığı için.

Evde iktidar kadınların elinde. Hiç öyle sanıldığı gibi değil. Çocuklar üzerindeki iktidar da kadınların elinde. O yüzden de mesela bizde en kötü efendi azatlı köledir ya. Kayınvalide ezilir ezilir, eve gelin geldi mi yapmadığını bırakmaz ona, oğlu onun uzantısı gibidir.

O toplumlar için de öyle ama. Ezilen toplumlar daha tahakkümcüdür.

O saldırganla özleşip onun gibi olmak. Yani zulüm gören güç bulduğu zaman hemen zulüm uygulamaya başlıyor. Mazlum zalim olabiliyor kolaylıkla.

İnsanlar daha geç olgunlaşıyor. Annem üniversite bitirmeden 2 sene evvel Sivas’ın bir köyüne öğretmen atanmış, 2 sene çalışmış yolu olmayan bir köyde 17 yaşındayken. Ama bu kuşaktaki 17 yaşında ki bir kızın bırakın bir köyde 2 sene öğretmenlik yapmayı, 1 ay tatil bile yapabileceğinden şüpheliyim.

Türkiye’de bir dönüm noktası yaşandı. Çok az tartışılan bir şey var: 1980. 1980, bu ülkenin tarihinde 1923‘ten sonraki en önemli yıldı belki de. Türkiye yapısal bir değişikliğe uğradı, 24 Ocak kararları Türkiye’nin yapısını açtı. Türkiye 1923’ten beri kapalı bir kutu olarak yaşıyordu. 24 Ocak kararlarıyla kapitalizme geçildi ve bunun sonucu olarak da 24 Ocak kararlarını uygulayabilmek için darbe geldi. Arkasından da bir takım yapılar kuruldu. Bu kurulan yapılardan karikatüral olanları da var. Atatürk Enstitüsü gibi. Bir de YÖK kuruldu, ama YÖK çok önemli bir yer, ve kuran da çok önemli biri İhsan Doğramacı. İhsan Doğramacı Türkiye’de 1980 darbesi yapıldığında ilk güvenilirlik vizesi alan adamdır. Onunla birlikte bütün üniversitelerin yapısı değişti. Ben 1980 öncesi kuşağındanım. Eğitici olarak 1980’den sonra yetişen kuşağı gördüm. Bambaşka bir kuşak yetişti. Şimdi biraz daha değişiyor, toplumsal meselelerle ilgileniyor, ama 1980’den 1990’a kadar olan kuşak çok ilginç bir kuşak. Son derece apolitik, farklı düşünce sistemleri var. Bir şekilde ANAP mentalitesi çocukların zihinlerine işlemiş. Çocuklar geliyor hayatında şiir okumamış ve bu insanlar seçme çocuklar. Mesela Türkiye’deki en başarılı 1000 çocuktan biri. Bazen geliyor mesela TUS (Tıpta Uzmanlık Sınavı) 2‘ncisi, 3‘ncüsü. Bu ne demek? Şiir okumuyorlar. Kapasiteleri çok iyi ama bambaşka bir zihinsel evrenleri var, olaylara toplumsal ya da farklı bir açıdan bakmak diye bir şey yok. 1980 bunu sağladı. Bugün de başka bir nesil yetiştirmeye çalışıyorlar. Ama 1980’in yetiştirdiği neslin içinden de bir sürü tepki insanları çıktı. Ben halen eğitim sisteminden çok umutsuzum. 1980’den sonra üniversiteler lise düzeyine indi. Şimdiki eğitim sistemine baktığınız zaman da lisenin de altında.

Bilgi Üniversitesi’nde bir alan araştırması yapmıştı. Bu araştırmanın sonucunda 1980’lerde doğanlar apolitikti. 1990’larda doğanlarsa bugün gene politikayla ilgilenmiyorlardı. Ama 80’lerde doğanlar cahillikten ilgilenmiyorlardı, 1990’larda doğanlar politikanın ne olduğunu bilip korktukları için. Yani politik bir tavır olarak politika ile ilgilenmiyor 1990’larda doğanlar.

2000’de doğanlar daha farklı olacak. Muhtemelen politik bir nesil geliyor şimdi. Siyasetten bağımsız tüm dünyada düşünce sistemleri de değişiyor.

Söyleşinin önceki bölümleri:

Bağımlılık, aile ve evrim

Prof. Kayaalp: Sürekli hastalık icat ediliyor, sağlıklı çocuk tanımı değişiyor

Çocukların zorbalaşması sistemin işine geliyor