“Annelik daimi iç sızısı” diyoruz ya hep dönüp dolaşıp… Neden? Neden en ufak bir şeyde bile kendimizi suçluyor, eksik buluyoruz ki? Babalar hiç böyle bir şey düşünüyor mu çok merak ediyorum. Hani benim eşim ara sıra, acaba eve geç gelirsem Efe beni arar mı diye soruyor, ama yine de gidiyor, eğleniyor, geziyor, hobilerine zaman ayırıyor. Ya da Efe’nin yapamadığı, o an başarısız olduğu, bir sonraki aşamaya geçemediği herhangi bir gelişimsel durumunda hiç kendinde suç bulmuyor.

Babalar daha rahatlar. Nasılsa bir süre sonra o hali atlatacağını biliyorlar gibi. Bazen diyorum da annelik güdüsel bir şey falan diyoruz ya, aslında sanki babalar daha güdüsel yaklaşıyorlar. Nasılsa olacak diyebiliyorlar, bizim gibi “neden olmadı?” , “ne zaman olacak?”, “ben mi böyle yaptım?” diye diye kendilerini yemiyorlar.

Tam anlamıyla ataerkil kafa yapısına sahip, babalıktan anladığı belki de eve ekmek götürmek, eşi yemeği koyarken çocuğu oyalamaktan ibaret olan arkadaşım bile bana “biraz kendi oynamalı”, “yemiyorsa bırak, nasılsa yer” vs diyebiliyorsa biraz oturup düşünmeliyim sanırım.

Efe 2 yaş civarındayken şöyle bir şeyler not etmişim mesela:

“Efe ile ilgili üzüldüğüm bir nokta var, çekingenliği. Zaman zaman atlatır gibi olsa da kendi yaşıtlarıyla olsun diğer yabancılarla olsun, iletişime geçmesi gerektiğinde çok ürkek, çekingen, utangaç. Sırf bu yüzden parkta kaydıraklar doluysa kaymıyor, bir de uyanık bu durumu çaktırmamaya çalışıyor.

‘Biraz oturalım anne’ diyor, banklarda oturuyor, sallanmak istediği salıncak ya da kaymak istediği kaydırak boşalınca kalkıyor.

Oyun alanlarında, hani şu top havuzu, trambolin falan olan yerlerde, eğer yanında durmazsam oynamıyor, yine ortam kalabalıklaşmışsa en tenha yerlerinde oynuyor.

Yavaş yavaş alışıyor, insanlarla birden can ciğer kaynaşamıyor, alıştıkça rahatlıyor, rahatladıkça kalabalıkta duruyor, diğerleriyle iletişime geçiyor.

Ve evet bu durum beni fazlasıyla üzüyor. Çünkü biliyorum ki bunun sebebi BENİM. Sözel olarak asla kendisine güvensizlik aşılamadığımı düşünsem de, hal dilimle onu bu hale getirdiğime inanıyorum.“

Nasıl bir ruh halidir bu ve ne zamana kadar böyle gidecek, ki ben kendimi rahat bir anne sanırdım. Ama geriye dönüp baktıkça, kendimi ne çok yediğimi anlıyorum. Şimdi 4 yaşına yaklaştı ve kendi gayet istekli bir şekilde kalabalık alanlara gitmek istiyor, parktaki çocuklara sarılıyor, hatta kendisiyle oynamadılar diye üzülüyor. Evet, evet eşim haklıymış, bu da geçecekmiş, ben suçlu değilmişim. Kabul etmek lazım, o anın öyle bir aşama olduğunu anlayıp, çocuğu zorlamayıp, kendimize işkence etmemeliymişiz.

Ama gelgör ki bir başka anda, yine depreşiyor, ben yanlış mı yapıyorum hali. İş için bir hafta şehir dışına gitmek zorunda kalınca, bir yerden mutlaka o soru geliyor;

“Çocuk n’olacak? Nasıl bırakacaksın?”

Bu soruyu gidene kadar belki on kişiden duydum, oysa benim de ben olmaya ihtiyacım yok mudur? Ebru’yu yok mu saymalıyım, kendimi, yapmam gerekenleri unutmalı mıyım, bu kadar kolay mıdır bir çocuğun travma geçirmesi?

Gidince ne mi hissettim? Tam bir rahatlama haliydi… Çok yoğun bir iş temposu olsa da gittiğim yerde, o kısa süreli “özgürlük” ve sadece “ben” olma hali beni şarj etmiş, enerji doldurmuş, o içinde dönelip durduğum annelik-suçluluk-yetersizlik-vicdan azabı sarmalından çıkıp nefes almamı sağlamıştı.

Bazı şeyleri kendimize bile itiraf edemiyoruz. Hatta “Bak oğlan doğalı 3 yıl oldu, daha sinemaya gitmedim” diye övünürüz bir araya geldiğimizde. Bir anne mutlaka çocuğu ne isterse yapmalı, ne zaman isterse yanında olmalı, mümkünse işe gitmemeli, her ihtiyacını karşılayan yegâne kişi olmalı. Öyle olsa güzel olmaz mı? Hımmm, size muhtaç ve aşkla bağlı küçük bir insan ve onu mutlu edecek her şey sizin, bizim, benim elimizde… Müthiş bir ego doyumu. Eee o zaman neden içimde bir yerlerde bir şeylerin yanlış olduğuna dair bir duygu var, neden kaybolduğumu, azaldığımı hissediyorum? Topyekûn kendi hayatım olamayacak biliyorum, her şey çocuksuz hayatımdaki gibi olmayacak, değişecek, dönüşeceğim… Ama ben… Peki ya ben?

İşte itiraf ediyorum: Ben çocuğuyla oyun oynamayı sevmeyen bir anneyim. Bunun için bile kendi kendine eziyet eden de benim. Ama sevmiyorum yahu, yani her zaman aynı heyecanla araba çarpıştırıp, futbol oynayamıyorum, kamyon taşımacılığı yapamıyorum. Kötüyüm, eksiğim, yanlışım, bir anne nasıl çocuğuyla oyun oynamayı sevmez? Kafamdan bu soruyu atamıyorum çoğu zaman. Çünkü diyorum ki, zaten çalışıyorsun, çocuğunla geçirdiğin zaman kısıtlı, bari o anları severek geçir, ona “oyalanması gereken bir şey” olarak bakma. Çünkü diyorlar ki, zaten tüm gün yolunu gözlüyor, nasıl oynayamıyorsun, bırak diğer her şeyi ona odaklan…

Kaliteli zaman… Başbaşa zaman…

Hayır hayır, o kadar da değil. Kendime bu kadar vuramam. Ben belki ev içi aktivite annesi değilim ama ben de oğlumla solucan arayışı için orman yürüyüşü yapmayı, sümüklü böcekleri takip etmeyi, su birikintilerine basmayı, kışın ODTÜ’ye gidip kartopu oynamayı, içimdeki yaramazın onunla ortaya çıkışını izlemeyi, onun peşinden gitmeyi seviyorum.

Kadınların her şeyi çok sorgulayıp, ince eleyip sık dokuyan, tek yönlü olamayan halleri anneliklerinde bence onları en çok zora sokan yönleri. Babalar daha rahat demiştik ya, öyle olmalı, bir baba akşam yastığa başını koyduğunda, çocuğuyla o akşam araba çarpıştırmadı diye suçluluk duyup, ertesi gün mutlaka ama mutlaka eve erken gelip, hiçbir şeyle uğraşmayıp uyuyana kadar onunla araba çarpıştıracağım diye kendine söz vermez herhalde. Anneler de vermesin, ben de vermeyim. Yeter! İyi bir anneyim ben, olduğu kadar…