Simon Tolkien, dünyaca ünlü büyükbabasına her zaman yakın oldu ve şimdi bu yakınlığın bedelini yazarlık yeteneğinin gölgelenmesiyle ödediğini söylüyor. Peki pişman mı?

Hobbit, Orta Dünya, Yüzüklerin Efendisi gibi efsanelerin yaratıcısı JRR Tolkien, dünya tarihinin en başarılı yazarlarından biri. Ancak torunu Simon Tolkien’e göre o hayatı boyunca başarısız bir yazar olduğunu düşünmeyi tercih etti.

Simon’a göre dedesinin böyle düşünmesinin nedeni eserlerinin kabul görmemesi değildi. 1973 yılında öldüğünde Hobbit ve Yüzüklerin Efendisi çoktan çok satanlar listelerinde yerlerini almışlardı. Simon’a göre büyükbabasının asıl sorunu Hobbit ve Yüzüklerin Efendisi’nin yalnızca küçük bir parçası olduğu evren tasarımını tamamlayamadan ölmek zorunda kalacağını bilmekti: “Pek çok şey yazdı, ancak tasarladığı o evrenin ve o evrenin tanrılarının tarihlerini, arka planını yazmaya ömrü yetmedi. Ömrünün buna yetmeyeceğini zaten biliyordu. 70‘lerine vardığında mutsuzluğunu yüzünden okuyabiliyordum. Hayatını adadığı eserler bütün dünyada okunuyordu, ama aslında hiçbir şey tamamlayamamıştı henüz. Geriye kalanları yazmaya başlasa bile tamamlayamadan öleceğini tahmin ediyordu.”

Simon’un babası Christopher, Tolkien’in el yazmalarını derleyip düzenledi. Tolkien’in ölümünden 20 yıl sonra The Silmarillion, Unfinished Tales (Yarım Kalmış Hikayeler) ve The History of Middle-earth (Orta Dünyanın Tarihi) yayınlandı. Simon, babasının bu kitapları yayınlamak için ne kadar çok uğraştığını da anlatıyor: “Sandıklar dolusu kağıt gelmişti eve ve her birinde çok değerli öyküler olduğunu hepimiz biliyorduk. Büyükbabam 30 yıldır tek bir proje üzerinde çalışıyordu. Bu proje aklında 1916’da, I. Dünya Savaşı esnasında askerlik yaparken şekillenmeye başlamıştı. Ondan kalanların ancak ölümünden sonra yayınlanmış olması çok acı, ama bu kitapların büyük bir beğeni toplaması da insanların onu anladığını, en azından anlamak istediğini gösteriyor.”

Simon, dedesiyle ilgili işlere birkaç yıl önce Peter Jackson’un Yüzüklerin Efendisi’ni bir film üçlemesi yapma isteğiyle gerçekleşmiş, çünkü babası Christopher ondan yardım istemiş. Öte yandan işler umulduğu gitmemiş ve film şirketiyle aile arasında davalaşmalar başlamış, sonra da çözülmüş herşey. “Bütün bunlar olurken” diye anlatıyor Simon, “Babamla çok vakit geçirme şansı buldum. Özellikle Fransa ve California’da birlikteydik. Birlikte dedemi anlamaya çalışıyorduk aynı zamanda. Filmin en büyük problemi büyükbabamın kurduğu dünyayı yanlış yansıtmasıydı. İlk film iyiydi, ama sonrakilerde işler bozulmaya başladı. Ben büyürken de insanlar büyükbabamın kitaplarını okuyorlardı, ama o kitaplar ailemizi tanımlamaya yetmiyordu. Fakat filmler öyle değil. Filmler vizyona girdiğinde her şey değişti. Herkes Tolkien’den bahsediyordu. Herkes ona başka bir anlam yüklüyordu.”

Simon’un karısı Tracy ve 22 yaşındaki oğulları Nicholas bu süreçten çok etkilenmiş. Oğullarına “Hobbit” adı takılmış okulda. 10 yaşındaki kızları Anna ise ne olursa olsun büyük-büyükbabasından gurur duymaya devam etmiş.

Simon için, büyükbabasının ünü altında kaldığı bir şey. Çünkü kendisini sadece onun torunu olmaktan ibaret görmüş uzun süre. Dedesinin İngilizce profesörü olduğu Oxford Üniversitesi’nde okumuş, bu durum o gölgeyi iyice büyütmüş. Bir dönem bir cafe’de çalışmış, sonra yazar olmaya uğraşmış ama işler pek umduğu gibi yürümemiş: “Tolkien’in torunu olmak yazma isteğimi ketledi. Büyükbabanız böylesine bir dehasya hiçbir zaman kendinize yeterli görünmezsiniz. Aklıma yaratıcı hiçbir şey gelmiyordu çünkü eninde sonunda onunla karşılaştırılacağımı biliyordum.”

Simon yılmamış, üçüncü romanını yayınlamış durumda. Polisiye romanlar yazıyor. Fantastik edebiyatla ilgisi bile yok yazdıklarının.

“Annem ve babam boşandıklarında ailenin tek çocuğuydum ve henüz beş yaşımdaydım. Annemle, Oxford’un dışındaki küçük bir köyde yaşıyorduk. Bu yüzden büyükannemle ve büyükbabamla çok zaman geçiriyordum. Büyükbabam emekli olduktan sonra Bournemouth’a taşındı, orada da ziyaret etmeye devam ettim. Sabırlı ve tutkulu bir insandı. Onunla zaman geçirmek çok güzeldi. Benden büyük ve küçük kuzenlerim vardı, ama onunla en çok ben zaman geçiriyordum, çünkü trenle tek başıma yolculuk etmeyi seviyordum.”

Simon, 40 yaşına kadar hiçbir şey yayınlamak istemedi. “Büyükbabamın gölgesinden kurtulmaya çalışmama rağmen, onun adı ajansların ve yayıncıların kapılarını ardına kadar açmalarını sağlıyordu. Bu da benim ironimdi. Herkes fantazi yazmamı istiyordu, ama o benim yolum değildi.”

Her kitabında büyükbabasından ilham aldığını söylüyor, onunla geçirdiği zamanın ne kadar değerli olduğunu söylüyor, ancak gene de bir ama’sı var:

“Onun benim yazdığım herhangi bir şeyi okuduğunu hatırlamıyorum, ama ben onun kitaplarını çok küçükken okudum ve hayran oldum. Ona henüz yazarken ne yazdığını sorduğumu ve cevap vermediğini hatırlıyorum. Ama bitmiş kitaplarda neyin ne olduğunu büyük bir sabırla anlatırdı. Bu yüzden onun anlattığı evren benim için alabildiğine gerçekti.”

Joanna Moorhead, guardian.co.uk