IMDB linki: http://www.imdb.com/title/tt0325675/

IMDB puanı: 7.6

Ahmet Uluçay’la ilk tanışmamız, 1992 yılında çöpte bulduğum Aktüel dergisi ile oldu. Henüz ilk kısa filmlerini yapmışlardı ve Kütahya’nın Tavşanlı ilçesinin Tepecik köyünde yaşayan bu köylü adamlar dergicilerin ilgisini çekmişti. Kendi başlarına projeksiyon makinesi icat etmişler, pause-play-record yoluyla Beta’dan VHS’ye kısa film kurgulamışlardı. Ve bu kısa video ödüller kazanıyordu. Bir mektup yazdım Uluçay’a “Siz uzaylı mısınız acaba” diye başlayan. Sonra Uluçay bize geldi, Ankara’daki evimize, bütün naifliği, köyünün kokusu ve hiç susmayan hayalgücü ile. Ve sonra hep geldi; Ankara’da festivale, bakanlıkta işi olduğunda, uyuz TRT’cilerin kıçını kovalarken; sonra biz ona gitmeye başladık. Sonra çevremizdeki arkadaşlar onun filmlerinde oynamaya, çalışmaya başladı. Ahmet’in inanılmaz bir cazibesi vardı; hayalleri ile herkesi cezbederdi. Bizim evde, hatırlarım, bir grup “Engürülü” olarak ağzı açık onu dinlerdik, bazılarımız yorulur istifa ederdi. Çünkü biz sıkkın şehirlilere böylesi bir enerji yorucu gelirdi bazen. Ahmet hep anlatırdı, daha sonra yapacağı filmleri, yapamadıklarını, yapmak istediklerini.

Ahmet ölene dek sinema yapmak için mücadele etti; olanakları sınırlıydı, onları sonuna kadar zorladı. Romantikti, yaptığı işe hiçbir zaman aklıyla yaklaşmadı. Zaten akılla yapılacak bir iş değildi. 75 milyonda bir çıkabilecek bir ihtimaldi Ahmet Uluçay: Rus ve Fransız klasiklerini okumuş, sinemayla büyülenmiş, ilkokul mezunu bir halk ozanı. Yaşasaydı, üzerinde çalıştığı ikinci projesi “Bozkırda Deniz Kabuğu”nu çekmiş bitirmiş olacaktı. Keşke yaşasaydı.

Gelelim filme; Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak sınırlı bütçeyle çekilmiş naif bir film. Bozkırda deniz kabuğu bulmak gibi, karpuz kabuğundan gemi yapmak da aynı özlemin ve çabanın ürünü. Uluçay için uzak denizler (özellikle İzmir) ayrı bir önem taşırdı. O denize karpuz kabuğundan gemi yaptı; o denizin kabuklarını bozkırda topladı. Bunlar gerçekten yaşadığı şeylerdi. Ergen yaşının özlemleri olgunluğunun yaratıları olmuştu; kendisi böyle tarif ederdi. Ya karpuz kabuğundan gemiler yapacak ya da koltuk değneklerinden kanat; Ahmet rüyalarını perdede görmek istiyordu.

Biri hariç (Nezihe’yi oynayan Gülayşe Erkoç, DTCF’den hocamızdır) tüm oyuncu kadrosu kendi köylülerinden oluşan film 2004 yılında İstanbul ve Ankara film festivallerinde ulusal yarışmaların birincisi oldu. Montpellier, Selanik ve San Sebastian’dan ödüller aldı. İzleyen herkes kusurlarını görmezden gelerek çok beğendi; güzellikleri kusurlarını görünmez kılmıştı.

Filmi çocuklarınızla izlemenizi öneriyorum, çünkü bir kere çocuklara olanaksızlıklar içinde bir şeyler yapmanın olanaklı olduğunu anlatıyor. Bunu, filmi çocuklara izlemeden önce anlatmanızda fayda var. Bu filmin, Türkiye sineması için özel bir yeri olduğunu, bu adamın özel bir adam olduğunu, yoksul, köylü bir adam olduğunu buna karşın çok değerli bir şey bıraktığını. Bunu anlatmazsanız çocuklar filmi anlamayabilir: Onlara teknik olarak zayıf gelebilir. Ama böyle bir ön bilgilendirme ile yola çıkınca, kimi sahneleri birlikte anlamanız başka türlü bir derinlik yaratıyor. Çocuklar, köylü çocukların hayallerinde kendilerininkini arıyor. Buna tanık oldum.

Hikayenin iki çocuk kahramanı köyde film gösterimi yapabilmek için filmdeki deyimle “icat çıkarırlar”. Karpuzcunun çırağıyle berberin çırağı bir olur, köylünün karşı çıktığı ya da aslında daha doğrusu umursamadığı bir şeyi yapmaya çalışırlar. Bu aslında Uluçay’ın kendi hikayesidir. Uluçay’ın evi, şimdi kendi adını taşıyan bir sokakta bulunuyor; ancak yaşadığı uzun yıllar boyu köylüsü ve yakınları Ahmet’e deli gözüyle baktı. Kimileri onu şeytanla işbirliği yapmakla suçlamaya vardırdı. Bu durum somutta Ahmet’in çabasını ne kadar etkiledi bilmiyorum; ama köyden kimsenin yabancı gazetecileri ve televizyon kanallarına konuk Uluçay’ın görüntüsünü görene kadar Ahmet’i ciddiye almadığını gayet iyi biliyorum. Daha iyisinin olmasını beklemek mantıklı değil; en azından şeytana uydu deyip ateşe atmadılar. Keza, Ahmet de, vefakar eşi Ayşe Uluçay ve çocukları da hiçbir zaman köy yaşamından kopmadılar. Ailesi Ahmet’in köyle kurduğu güvenlik köprüsü olmuştu.

Bu filmin orijinal DVD’sini bulabilecek misiniz bilmiyorum. Sanırım piyasada kalmamış. Benim izlediğim kopyada Ahmet’in kısa filmleri de bulunuyordu. 1994 – 2000 yılları arasında gerçekleştirdiği ve hepsi ödül kazanmış bu filmleri izlemenizi, çocuklarınıza izletmenizi isterim. “Minyatür Kozmosta Rüya” ve “Exorcise” benim en sevdiklerim. Her filminde yaptığı işe aşık bir adamı, onun naif, temiz rüyalarını göreceksiniz. Çocuklara bundan güzel ne verilebilir ki.,

PS: Mottomuz “Yaşasın Copyleft, Yaşasın Torrent” üzerine bir yazı yazmak ihtiyacı duydum. Yazı burada. Dobişko da nereden çıktı diyenler oldu. Onun ne olduğu da şurada.