Çok heyecanlıydı, gözlerinde müthiş bir pırıltı, sesinde de hayli belirgin bir telaş vardı. Hızlıca eve girdi. Montunu bir köşeye bıraktı “Merhaba” der demez avucunun içindeki kâğıt parçasını çıkardı ve “Çocuklaaar, size bir şey okuyacağım” dedi. Ekin, Gülse, Devrim ve ben o sırada oyuncaklarla oynuyorduk, yine de dikkatimizi çekmeyi başarmıştı. Çocuklar “Ne, ne?” diye atıldılar. Haydi, oturun bakalım beğenecek misiniz? Çok merak ediyorum.” dedi ve başladı okumaya…

Ispanaklı Yumurta

“Güzel güneşli bir günde, küçükten büyüğe Fadiş, Fadik, Fatma, Fadime, Fatoş Salı pazarından dönüyorlar evlerine.”

Ispanaklı Yumurta’nın ilk satırlarıydı bunlar. Çocuklarla heyecan içinde dinliyorduk. Öykünün en can alıcı noktalarında değişen ses tonu, cümlelerdeki vurucu benzetmeler, konunun kaleme alınış biçimi ve de en önemlisi öyküye duyduğumuz yakınlık, hiç bitmesin duygusu uyandırıyordu.

Beş kız kardeş, anneleri ve köpekleri Fato ile ıspanaklı yumurta hazırlamışlardı özenle ama o kadar güzel bir yemek olmuştu ki bu, ancak piknikte yemek ona layık olandı. Gidip dere kenarında yemek istiyorlardı ıspanaklı yumurtalarını, koyuldular yola ama ortada dere falan kalmamıştı.

Haykırıyor Fadime: “Eyvahlar olsun, aman! Akmaz olmuş sular dağların yamacından. Yer altı sularının yolu değişmiş bir bir, kurulan üç barajla yıpranmış dereyi besleyen nehir.”

Çocukların yüzündeki ifade görülmeye değerdi. Atıldılar öne, “Sonra sonra” diyerek. Öykünün kahramanlarının “Yeter ki ıspanaklı yumurtalı piknik yapmalım” isteğini bizimkiler de yaşıyor, en ufak bir engelle daha karşılaşmayı istemiyorlardı. Ama öykü bu ya, aksilikler bitmiyordu. Koru yoluna düşen kız kardeşler orada da büyük bir şaşkınlık yaşıyorlardı.

“Haykırıyor Fadik:Eyvahlar olsun, aman! Gerisin geri dönmek düşecek bize anlaşılan. Korunun yerine binalar dikilecekmiş. Etrafına duvar örülüp, telle çevrilecekmiş.”

Kızların vakit geçirmekten çok hoşlandığı Validebağ Korusu o günlerde alınan yıkım kararları ve değişim planlarıyla gündemdeydi. İkisine de olayları anlatmıştık, çok üzülmüşlerdi. Dört yaşında bir çocuğa anlatması oldukça güç bir konuydu. Bu öyküde, ağaçların kesileceği, korunun elden gideceği gerçeği ile somut olarak karşılaşmışlardı, Validebağ Korusu’na özel olarak vurgu yapmasa da öyküdeki bahsi geçen koru onların korusuydu o an. İkisi de ellerini ağızlarına götürüp “Hayııır!” diyerek haykırdılar. Umutsuzluğa düşen küçükler, hayatın gerçekleriyle de yüzleştiler bu öyküyle. Ama her şey böyle bitmedi. Sonunda el birliği ile elde kalan bostanı koruyabildiler.

“Eş, dost, mahalleli, kızlı erkekli, çoluklu çocuklu, kurtardılar bostanı, yitirmişken herkes umudunu.”

Esra, öyküyü bitirdiğinde “Bir daha bir daha” diyerek bu sefer kucağına yerleştiler. “Bu öyküde resimler de olsun mu?” dedi Esra ve böylece başladı Ispanaklı Yumurta’nın resimli bir öykü kitabına dönüşme hikâyesi. Tabii, evveliyatı da var, yazar anlatıyor kendisiyle yapılan röportajda nasıl ortaya çıktığını ve okur ile nasıl buluştuğunu.

Bu kitap, kızım ve benim için çok önemliydi. Basıldığı gün, en az yazar, Esra Ercan Bilgiç kadar heyecanlıydık çünkü kız kardeşlerden biri de Gülse’ydi. Esra, öyküdeki her bir karakterin çizimini bir arkadaşının kızı ile eşleştirmişti, biri de kendi kızı Ekin’di. Çizer Nurten Deliorman da şahane bir iş çıkarmıştı ortaya. İstanbul’da geçen bu öyküde resmedilen mekânlar tam da ilk dinlediğimde kafamda canlanan gibiydi. Öykü, günümüz koşullarında çocukların piknik yapacak yer bulamamasını çocukların ağzından anlatıyordu. Hal böyle olunca, bizim o anlatmakta zorlandığımız hayatın gerçekleri oldukça anlaşılır olmuştu. Kütüphanemizin en değerli köşesinde yerini alan Ispanaklı Yumurta, her akşam yatmadan önce okuduğumuz, vazgeçemediğimiz kitaplarımızın arasına hemen girdi.

Itır Koşunca

Ispanaklı Yumurta’nın yazarı Esra Ercan Bilgiç ikinci kitabıyla çok önemli bir projeye imza attı. Bugün, büyük bir keyifle okuduğum Itır Koşunca ile de Esra’nın ofisinde tanıştım. Bir gün bilgisayardan bir dosya açıp “Şunu bir okusana” demişti. Sesinde yine aynı heyecan vardı. Bir çırpıda okumuştum Itır Koşunca’yı.

Çok tanıdık gelmişti “Itır” ve “koşmak” kelimeleri. Öykünün kahramanı Itır Erhart. Oturup durmamak, koşarken peşine insanları katmak, iyilik yapmak vurgusu yapılıyor öyküde. Gerçek hayatta tam da bunu yapan kahramanımız Itır ile. Yine çok özel bir kitap çünkü aynı Itır’ın kurucusu olduğu Adım Adım’ın yaptığı gibi çok özel bir amaca hizmet ediyor.

Itır Erhart, tanıdığım en güler yüzlü, en pozitif insanlardan biri, her gördüğünüzde içinizden böyle iyi şeyler geçirdiğiniz kişiler olur ya, işte onlardan. Yazar Esra Ercan Bilgiç de aynı şekilde hissetmiş olacak ki herkes bilsin, herkes duysun istemiş Itır’ın hikâyesini. Itır Erhart, Adım Adım oluşumunun kurucusu. Adım Adım’la amaçlanan yardımsever koşu kültürünün aşılanması. Amatör sporcular bir araya gelerek yardımseverlik koşusu ile bağış topluyorlar, toplanan bağışlar Sivil Toplum Kuruluşlarına aktarılıyor ve bu alanda kamuoyunda farkındalık yaratılması hedefleniyor. Itır Erhart, aynı zamanda dünyanın en geniş sosyal girişimci ağı Ashoka’nın üyesi.

Itır’ın hikâyesini yazmak için kızının sorularından ilham almış yazar, kendileriyle yapılan röportajda Itır için “süper güçleri olmayan süper kahraman” benzetmesini kullanmış. Öyküde, o kız çocuğu bir amaç için dünyaya gelmiş. Günyüzü görmeyen Oturupduranlar’ın köyünde doğan, yerinde duramayan bir kız çocuğuymuş Itır.

“Size inat hiç durmadan koşacağım bundan böyle” demiş. Var mı arkamdan gelen?”

Itır Erhart’ın Adım Adım’da iyilik peşinde koşmasından ilham alan yazar Itır Koşunca’yı yazarken, Ispanaklı Yumurta’da olduğu gibi uyaklı bir yazım biçimi kullanmış. Bu şiirsel anlatımla bir araya gelen çizimler ve kız çocuğunun Itır’a olan benzerliği çizer ile yazarın uyumunu da ortaya koymuş. Bunların hepsinin yanında öykünün en can alıcı noktası Itır’ın koşarken koşarken Koruncuk Köyü’ne gelmesi.

“Koruncuk Köyü diye bilinen bu köyün her hanesinde, korunma ihtiyacı bulunan çocuklar, sevgi içinde yaşayıp büyürlermiş. Kapılarını çalan Itır’a Koruncuk Köyü’nün çocukları kucak açmışlar.”

Itır Erhart ve yazarEsra Ercan Bilgiç

Evet evet, bildiğimiz Koruncuk. Öyküde adı geçen köy, Koruncuk Vakfı tarafından 1979 yılında korunmaya muhtaç çocukların okul öncesi yaştan başlayarak, çocuk köylerinde geleceğe hazırlanmalarını sağlayan, gönüllüleri ve bağışçıları olan bir sivil toplum kuruluşu.

Itır Koşunca öykü kitabında, Oturupduranlar köyündekiler Koruncuk Köyü’ndeki çocuklara yardım etmek için hareketleniyorlar. Itır önderliğinde el ele verip Koruncuk’a yardım ediyorlar. Böylelikle Oturupduranlar oluveriyor “Koşuverenler”.

“Yerinden kalkıp Itır’ın ardından koşmaya başladıkça oturupduranlar, gün gelmiş binlerce olmuş iyilik peşinde koşanlar.”

Ele ele verip iyilik peşinde koşma fikrini, gencinden yaşlısına amaç edinip düzenin değiştirilebileceği fikrini anlatmak için daha iyi bir kahraman düşünülemezdi, bu öykü de daha güzel yazılıp çizilemezdi.

Böylelikle çocuklarımıza da sivil toplum bilincini bu satırlarla aşılayabiliyoruz. Bizim kızın vazgeçilmez kitaplarının arasında artık Itır Koşunca da var.

Heyecanla okuduğumuz her defasında, kitabın sonunda, “İşte bu kadar kolay anne.” diyor. Gerçekten de işte bu kadar kolay. Itır Koşunca’nın satışının geliri aynen öyküde olduğu gibi Koruncuk’a aktarılacak. Ele ele verip dünyayı değiştirmek mümkün.

Esra Ercan Bilgiç hep yazsın. Itır hep koşsun. Dünyanın daha iyi bir yer olabileceğine olan inancımız hep sürsün!

Kitapları çeşitli internet sitelerinde ve kitapçılarda bulabilirsiniz.