Eğitim ve sağlık mühim iş. Hatta yanına konut ve iletişim hakkını da koyarsak,  ‘kare (kamu) as’ı kısmi de olsa tamamlarız. Bir devletle kuracağımız asgari muhabbetin kıvamını bu haklara ücretsiz, kaliteli ve sürekli ulaşımımızın belirlediği fikrine sahibizdir herhalde… Vergisiyle değil mi, sonuçta beleş yurttaşlık da yapmıyoruz. O vakit, neo-liberal ‘Her şeyi devletten beklememek lazım’ klişesine, akli ve vicdani bir cevap olsun, göbekten: Temel sosyal gıdaları ‘ille de’ devletten beklemek gerek.

Lakin, memleketin ‘kamusal yarar’ karnesi evlere şenlik… Diğer haklarımıza dair ‘karın ağrımızı’ şimdilik askıya alıp, ‘eğitim meselesi’ne dertlenelim; Bostancı Gösteri Merkezi’nde Anafen Okulları’nın düzenlediği ödül töreni vesilesiyle.

Önce bir tekmil verelim: Yaş 40. Ekonomik durum: Memur çocuğu. Eğitim durumu; ilkokul-anadolu lisesi-üniversite. Ücret: ‘beleş’. Sonrasında burslu bir mastır var çilek kıvamında ama o sayılmaz. Görüldüğü üzere, çok geriye gitmeye de gerek yokmuş, ‘ulaşılabilir kaliteli eğitim retrospektifi’ için bir 20-30 yıl kâfi… Şimdiki durumun ‘ağrılı’ özeti ise; daha evlat 3 yaşındayken biriktirilmeye başlanan özel okul parası… Ahali, zaruri koşullar cenderesinde bir temiz ikna edilmiş vaziyette, temel eğitim hizmetinin devletten beklenilmeyeceği konusuna… E mevzubahis evlat olunca, gerisi teferruat oluyor. Haksız da sayılmazlar yani…

Öte yandan, özel okul faaliyetleri ile devlet okulları faaliyetlerini kıyaslayınca, araya da koca bir nitelik farkı giriyor. Bir tarafta beton-blok müfredatı esnetip, daha akılcı eğitim veren özel okullar, diğer tarafta umutsuz ev çocuklarına ortaya büyük resmi ideoloji. Aynı kentlerin bir tarafında ‘gelecek hayalleri’ kurulurken, diğer tarafta düşler mezarlıkları inşa ediliyor. Ve bu çocuklar, aynı dilden cümlelerde birbirlerinin refahına, sefaletine tanık oluyor, televizyonların gerzeklik ve pespayelikle ‘örttüğü’ ekranlarda.

Gencecik çocuklar… Yeni yetme sırtlarında taşıyorlar beti benzi atık bir geleceğin küfesini… Bir de arka sokaklardaki arkadaşlarının küfesini mi taşıyacaklar! İşte mühim mesele; kendi kabahati olmayan bir sistemde, başka çocukların umutsuzluğunun yanında, yakasında yaşamak… İşleri hakikaten zor; her türlü melanete karşı akıllarına ve vicdanlarına mukayyet olmaları lazım, ve tüm bu ahval ve şerait altında bile mutlu olmayı becermeye… Yapacak o kadar çok şey var ki, ‘ortak’ kubbemiz altında…

Dertlenmeye devam edelim o vakit: Tamam çocuklar biliyoruz, kabahat sizde değil, üstünüze de fazla gelmeyelim. Lakin okulunuzdaki yöneticilerinize de bir çift kelamımız olacak, yüksek müsaadenizle: Yahu hakikaten yapacak başka bir işiniz gücünüz yok mu!

Haberden aktaralım: “Anafen Okulları’nın yılın en iyi televizyon yapımlarını ödüllendirildiği gecede yılın komedi dizisi TRT 1 dizisi ‘Seksenler’, yılın en iyi filmi ‘Selam’, yılın haber spikeri olarak Samanyolu TV spikeri ‘Kemal Gülen’ ödüle layık görüldü.” Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla: Böylesi ‘gerekli’ bir faaliyete ilk imza atan okul da değil Anafen, biliyoruz. Diğer özel kurumlarımız da, bir yerinde de olsa her daim ‘popüler kültür’e dokunmaya çalışıyorlar, kıymetli medya pozları için. Malum, yeni dönem yaklaşıyor, tanıtım şart…

Bu seçimleri kaç yaşında çocukların, hangi kriterlere ve neye göre yaptığı haberde yer almadığı için bilemiyoruz. Biz sadece sonuçlardan (yani ödül sahiplerinden), muhabbetin aslına vâkıf oluyoruz. Belli ki, hegemonyanın popüler katkıya ihtiyacı varmış. Yoksa kendi genç aklı ‘erişkin’ dimağların bu yaşlarına kadar demlediklerinden başka türlü sonuçlar çıkarmalarını beklerdik; televizyonun yekten fişini çekmek gibi… Ama anlıyoruz ki, ‘sevgi çiçeği’ (okulun sloganı) ders dışı ‘kol faaliyetleri’nde de pek aktif. Ev ödevleri arasında hangi haber kanalının izleneceği, sinema ve dizi tercihlerinin neye göre yapılacağı gibi… Belki de bizimkisi hüsnü kuruntu, Anafen’in (nedense dilimiz varmıyor, çocukların demeye) seçimindeki yegane amaç ‘sevgi’. Biz yine de şerhimizi düşelim; sevgiye, çiçeğe ulaşma konusunda farklı düşünüyoruz diye…

Son sözü de naçizane “eğitim kurumunun işlevi ve televizyon okur-yazarlığı” konusunda yapalım. Tamam kabul: TV’nin fişini çekmek biraz iddialı oldu, yeni zamanların ruhuna uygun bir hareket değil. Ancak, hepimize ait temiz, vicdanlı ve eşit bir geleceğin ‘eleştirel, yaratıcı ve objektif’ bir eğitimle mümkün olacağına vâkıfsak (ki bazılarımızın olmadığı belli), genç kardeşlerimizin önüne ‘en iyi, en popüler, en cancanlı’ TV anketlerinden başka şeyler konulması gerektiği de uluslar arası müfredatın gerek ve yeter şartıdır. Ki, o zaman bırakın Samanyolu TV’yi, memlekette ne izlenecek haber kanalı kalır ne de ‘Selam’ verilecek bir yapımcı…