Şimdi uyudu. İnliyor, inliyor ama iyi olacak biliyorum. İki senedir süren kulak enfeksiyonu sorununu ameliyat ile çözmeye karar verdik. Bundan tam iki yıl önce bir gece yine böyle inliyordu, “kulağım ağrıyor” diyerek. Gittiğimiz doktorların hepsi kulağına tüp takılması ve geniz etinin alınması gerektiğini söylediler. Bu süreçte defalarca tekrarlayan kulak sıvısı birikimi antibiyotik tedavisi ile geçirilmeye çalışıldı. 15 günde bir hasta oluyordu. Zaten alerjik astımı olduğu için rahatsızlığının kulaktan mı alerjiden mi olduğunu ayırt edemiyor; her defasında hem çocuk doktoruna hem de kulak burun boğaz doktoruna gösteriyorduk.
Bu sene Ekim ayının gelmesi ve hastalıkların başlamasıyla biz yine antibiyotiğe başladık. Doktorumuz “haydi yapalım da rahatlasın çocuk artık” derken, benim kafamda buna karar vermek bu kadar da kolay değildi. İşte o zaman, onun adına, onun için karar veren olmak çok zor geldi. Aslında hayatın başka yerlerinde “onu giyme, şunu ye, buraya git, şöyle söyle, böyle dur” diyerek hep onun adına, ne yapması gerektiğini söylerken buluyorum kendimi. Ama bu defa zor. Anne olarak ilk günden itibaren onu hayatta tutmak sorumluluğu, her geçen gün onu hayatta mutlu etmek, başarı kazanmasını sağlamak, psikolojik ve fiziksel olarak sağlıklı olması için uğraşmak şeklinde birikerek çoğaldı.
Nasıl onun adına karar verip risk alabilirim? Ne büyük bir sorumluluk? Üstelik kafamda da bir sürü senaryo. Uzun araştırmalar ve danışmalardan sonra onun için daha iyi olacağını kabul ederek “tamam” dedim. Tam randevulaştık, sigorta onaylarımız ve günümüz belli oldu bizimki hastalandı. Haydaa operasyon ertelendi. Sevinsem mi, üzülsem mi? Yine bir kafa karışıklığı…
Bir hafta sonra ilaçları bitince bir akşamüstü doktoru ucundan yakalayarak kontrole geldik. “Tamam temiz. Bir daha risk almayalım yarın sabah yapalım” dedi. Ama ama ama… Aynı akşam laboratuvar tetkikleri için kan alınması gerekiyordu. Neyse ki ben bizim kızı 1 haftadır bu operasyona hazırlamıştım. Aslında operasyon öncesinde “çocuk 5 yaşından küçükse çok da bilgilendirme yapmaya gerek yok” diyordu okuduğum kaynaklar, ama bizimki bence bilmeliydi. Ona yalan söylemek ya da kandırmak benim yapabileceğim bir şey değil. Bana olan güveninin zedelenmesinden çok korkarım; çünkü gerçekten beni dinleyen ve inanan bir çocuğum var.
Normal bir anımızda onu endişelendirmeden konuyu anlattım. Öncelikle rahat, endişesiz ve gayet olağan bir şekilde, “kulağında su birikmiş ve zaman zaman canını acıtıyor, üstelik hep tadı kötü şuruplar içmene sebep oluyor. Hakan dedi ki artık o suyu alalım, Gülse acı şuruplar içmesin. Biz de olur dedik, çok sevindik senin için. Suyu alırken hiç acımayacak ama öncesinde kan almaları gerek, onu da küçük bir iğne ile alıyorlar. İşte o biraz acıyor ama hemen geçiyor, sonra üstüne rengarenk bant bile yapıştırıyorlarmış.” Çok dikkatli dinledi. Düşündü. “Tamam” dedi.
– “Orada sana bir yatak verecekler, üstelik televizyon da var. Hiç sıkılmıycaz.”,
+”Tamam ama boya kalemlerimi ve resim defterimi de al.”
-“Tamam alıcam.”
Kan alınırken çok ağladı. “Canım annecim” diyerek ağlaması da cabası…
Sonra hemşireler ameliyat önlüğünü getirdiler. Ayıcıklı. Görünce çok beğendi. “Benim olsun, eve götürelim” dedi. Giydirince “pelerin gibi, bak anne” diyerek yatağın üstünde şov yaptı. Sonra pembe bir şurup içirdiler. O şuruptan 15 dakika sonra artık düzgün konuşamıyor, kafasını tutamıyordu. Gözleri açık bizimle iletişim kuruyordu ama çok çaresiz ve kötü görünüyordu. İşte ben bu noktada hak ettiğimi düşündüğüm kopuşu yaşadım. Belli etmeden ağladım, rahatladım. Babasına “sen şimdi timsah ol, ben keçi, annem de su aygırı” diyerek en sevdiği kitap Mutlu Su Aygırı‘ndaki bir sayfayı canlandırmamızı istiyordu. Tabii, bu söylediklerini böyle pat diye değil, yarım yamalak ağzında yuvarlayarak söyleyebildi. Biraz güldü, biraz ağladı. Ameliyathaneye beraber indik. Kapıda doktorumuz karşıladı, her zamanki pozitif haliyle. “Buralarda olun, uyanınca ağlarsa içeri gelirsin” dedi. Ben kapıdan bir an ayrılmadım.
Yarım saat sonra doktor “bitti, her şey yolunda” diye çıktı ondan on dakika sonra da bizimkinin sesi geldi. İnliyor mu, ağlıyor mu pek belli olmayan bir ses. Hemşireler gülüyorlardı ne olduğunu sorduğumda. “İçeride bize şarkılar söylemeye çalıştı, hem inliyor hem söylüyor” dediler.
Ameliyat sonrası ağrısı vardı belli, yarım saat kadar inledi, ağladı. Sesi de bir değişik geldi bize “narkozdan herhalde” dedik. Sonra bir güzel uyudu. Arada kapı çaldı, can dostlardan oyuncaklar geldi. Telefonlar susmadı. Sonra bir güzel hemşire elinde dondurma ile belirdi kapıda, meğer aşağıda siparişi vermiş bizimki. Şimdi uyansa da yese, eriyecek diye telaştayız.
Amaaan, tek telaşımız bu olsun, haydi geçmiş olsun.