Bir yıl oldu. Gezi’nin ilk günleri dün gibi aklımda. 28 Mayıs 2013 günü, Gezi Parkı’ndaki ağaçlar için nöbet tutulmaya başlanmışken, 31 Mayıs’ta bizi nelerin beklediğinden henüz habersizken,

facebook’a şunları yazmıştım:

Gezi protestolarının patlak verdiği ilk günlerde, genciyle, yaşlısıyla protestolara destek veren herkesin o beklediğim akîl insanlar olduğundan ve Gezi’nin gerçek anlamda bir yurttaş inisiyatifini temsil ettiğinden bir an bile şüphe duymadım.

Yukarıda alıntıladığım durum güncellemesinde paylaştığım görüşü, protestolara destek veren pek çoklarının da paylaştığı apaçıktı.

Gezi protestoları sırasında sokağa hiç çıkamadım. Çocukları bırakabileceğim kimse yoktu, anneanne-babaanneler şehir dışındaydı ve diğer herkes zaten sokaktaydı.

Kızım Ekin 3 yaşına yaklaşmıştı, oğlum Devrim ise henüz 9,5 aylıktı. Onları da yanıma alarak sokağa çıkmayı göze alamamıştım.

1-2 Haziran günlerinde evden çıkamıyor olmanın yarattığı yoksunluk duygusunu hâlâ unutamam. Eylemeye değil belki ama, çocukların uyuduğu saatlerde düşünmeye ve yazmaya fırsatım olmuştu neyse ki.

Gezi hakkında düşünürken, “Kurşun Kalem” başlıklı bir açık mektup yazarken bulmuştum kendimi. Bu yazıyı o zaman kişisel blogumda yayımlamış ve facebook’ta da paylaşmıştım.

Gezi’nin yıldönümünde, Gezi hakkında sıcağı sıcağına neler düşünmüş olduğumu bu yazı aracılığıyla hatırlamak ve buradan bir kez daha paylaşmak istedim.

***

Kurşun Kalem

Nabi Avcı, Sevgili Hocam,

Size “Sayın Bakanım” diye hitap etmek istemedim hocam, öyle yazınca biraz soğuk, çokça da mesafeli göründü gözüme. Mazur görün lütfen. Bu akşam sizi hatırlamak, yazdıklarınızı okumak için zaman ayırdım kendime. Ben bunu arada sırada yaparım. En çok da derse on dakika kalmışsa ve o gün pek de hazırlanamamışsam. Telaşla etrafımda kurşun kalem bulmaya çalışıp sizi hatırlarım.

1998 yılıydı, bizim Bilgi Üniversitesi’nin yeni kurulduğu yıllar. Sizin asistanınızdım o zamanlar. Sabah MED 101 dersinize girer, üç saat boyunca sizi dinlemeye doyamazdım. Akşam bir üç saat daha dinlerdim, bu defa yüksek lisans öğrenciniz olarak. Kuştepe’deki AKO’da yapardık dersleri. Bir akşam geciktiniz. Hepimiz masanın etrafına dizilmiş sizi beklerken telaşla içeri girdiniz. Oturdunuz, elinizde bir kurşun kalem tutuyordunuz. “Hazırlanamadan geldim çocuklar” dediniz o tok sesinizle, “o yüzden bu akşam size kurşun kalemi anlatacağım”. Siz anlattınız, biz dinledik.

 

Kurşun kalemi milat alıp, düşünceyi ve sözü yazıya dökmek için kullanılan kurşun kalem öncesi ve kurşun kalem sonrası yazı yazma araçlarını tek tek, ‘medium’un toplumsal değişimle ilişkisi perspektifinden, referanslar vererek, analizler yaparak, teoriler geliştirerek anlattınız. Tam üç saat. Hatırlar mısınız? Ben o dersi hiç unutmadım hocam. Çünkü ben o gün, düşünmeyi öğrendim.

Üniversiteyi yeni bitirmiştim, genceciktim. Sokaktaki şu gençler var ya hocam, onlar kadardım. O zamanlar internetle yeni tanışmıştık biz. Sizin kuşağın kurşun kalemi daktiloydu ya hani, bizimkiyse yeni yeni ağa bağlı bir klavye. Sizin daktiloyla yapamadıklarınızı biz klavyeyle yapar olmuştuk.

Sanal alem diye bir yer icat etmiştik kendimize, sandalyelerimize oturup sanal alemde gezinmeye başlamıştık. Gel gör ki daktilo hantaldı hocam. Klavye de öyle, kablolarla da bağlıydı üstelik. Daktilo sizi, klavye bizi yerimize sabitliyordu. Kalkamıyorduk biz.

Sokaktaki bu çocuklarsa hocam, onlar akıllı telefonlarıyla, tabletleriyle her yerdeler ve her an erişim içiler. Ele avuca sığmayışları biraz da bundan. Hareketliler hocam, daha iyi şeylere yönelik bir arayış içindeler. Bu arayış, o daha iyi şeyleri bulmakla da dengelenmeli, değil mi hocam? Siz de katılacaksınızdır bana.

Kurşun kalem, diyordunuz, düşünceyi ve sözü yazıya dökmekte kullanıldığından, çağdaş katılım toplumunun oluşması için mühimdir. Sokaktaki bu çocukların da düşünceleri, söyleyecek sözleri var hocam. Taksim’de şimdi, şu anda, ellerinde kurşun kalemleriyle söylüyorlar sözlerini. Fakat sesleri işitilmiyor ne yazık ki.

Siz, hocam, Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı’dan rica etseniz, başbakanla bir konuşsa, şu aşağıdakileri söylese mesela:

“Hareket toplumsal değişimin aracıdır. Ancak bireyler dünya üzerindeki yerlerini, toplumsal konumlarını, kendilerini algılayış biçimlerini değiştirebilirlerse toplumsal değişim gerçekleşebilir. Bu anlamda toplumsal değişme, bireylerin kazandıkları hareketliliklerin toplamıdır. Çağdaş katılım toplumunun oluşması için fiziki, toplumsal ve ruhi hareketlilik gibi belli başlı hareketlilik türleri arasında sistematik ilişkiler olması gerektiği açıkça gösterilmişir. (…) Hareketlilik daha iyi bir şeylere yönelik bir arama olduğuna göre, bir şeyler bulmakla da dengelenmelidir, – tıpkı arzla talebin dengelenmesinde olduğu gibi-. Kabaran düş kırıklıklarının yol açtığı yeni devrimin kökeninde yatan da, pek çok toplumun psişik arz-talep dengesini bir türlü kuramamasıdır.”*

En derin saygılarımla,

Esra Ercan Bilgiç

*Nabi Avcı, Enformatik Cehalet, Kitabevi Yayınları, İstanbul, 1999, s. 171-172