Hep böyleydi, ama şu son zamanlarda ebeveynlik kurumu iyiden iyiye büyüyen bir saldırı altında. Eleştiri okları her yandan geliyor. Biz ebeveynler kimilerince fazla müdahaleci, kimilerince de ilgisiz olmakla eleştiriliyoruz. Kimileri de çocuk yetiştirmekle ilgili gelenek ve değerlerden nasibimizi almadığımızı düşünüyor. Onlara göre çocuklarımızın hem fazla üstüne düşüyoruz, hem fazla serbest bırakıyoruz, hayatın fazlaca merkezine yerleştiriyoruz, fazlaca görmezden geliyoruz… Her hal-ü-kârda bütün ebeveynler kötü.

Kimileri özellikle, çocuklarımızı geleceğe hazırlamak için fazla yorduğumuzu söylüyorlarlar. Çocuklarımızın başarısızlıklarından korktuğumuzu, dolayısıyla onları birer yarış atı gibi yetiştirdiğimiz iddia ediliyor.

Dolayısıyla bize çocuğumuzu saygısız, başkalarına karşı ilgisiz, bencil bireyler olarak yetiştirdiğimiz telkin ediliyor sürekli. Kimi eleştirmenlere göre hatta çocuklarımızı öylesine şımartıyor, onların gözümüzdeki önemini öyle bir abartıyoruz ki gerçek hayatla karşılaştıklarında bu çocukların apışıp kalmamaları mümkün değil.

Elbette bütün bu iddialarda hiç doğruluk payı olmadığını söyleyemeyiz. Bu türden ebeveynlerin olmadığını, kimi ebeveynlerin kimi konularda bu sınırları zorlamadıklarını da söyleyemeyiz. Hele kimi çocukların ve ergenlerin davranışlarında görülen bozuklukların bu denli alarm verdiği bir çağda…

Teşhiste kısmen hemfikir olsam da, söz konusu rahatsızlıkların sebepleri konusunda, klinik deneyimlerim bambaşka şeyler söylüyorlar. Evet, çocuklarımızın üstüne fazlaca düştüğümüz doğru. Hatta daha da kötüsü, ebeveynlik çoğumuzu gerektiğinden fazla baskı altına alıyor, kendimizi sıkıntılı ve yalnız hissediyoruz. Hem çocuklar hem de ebeveynler için hayat daha zor, çünkü pratik ve duygusal olarak yaşam koşulları bu ilişkiyi giderek zorlaştırıyor.

30 yıldır çocuklarla ve ailelerle çalışıyorum. Dolayısıyla bunca zaman içinde fazla müdahaleci olduğunu söyleyebileceğim aileler de gördüm. Öte yandan daha çok gördüğüm şey, çocuğunu hayata alıştırmakla rahat bırakmak arasındaki dengeyi bulmakta zorlanan anne ve babalardı. Çocukları ve kendileri için en doğru olanı yapmaya çalışıyorlardı. Elbette bazen çocuklarının başarı ya da başarısızlıklarını fazlaca sahiplenenler de oluyordu. Ama aynı zamanda çocuklarını iyi insanlar, iyi arkadaşlar olarak yetiştirmeyi de önemsiyorlardı.

Gördüğüm daha çok sıkışıp kalmış ailelerdi. Hem en iyi niyetlerle çocukları ve kendileri için en iyisini istiyor, hem üzüntü ve karşılıklı yakınmadan kurtulamıyorlardı. Ve çocuklar buna karşılık kibirli, huysuz, sır saklayan, çabuk vazgeçen bireyler olarak büyüyorlardı. Saldırı ve savunmaya dayalı bu kısır döngüler aile bireylerindeki güven, özgüven ve sorumluluk duygularını adeta ortadan kaldırıyordu.

Bu sorunların elbette çözümleri var. Ama bu çözümler “daha az ebeveynlik” ya da “kaplan ebeveynlik” gibi başlıklar altında toplanamazlar. Çocuğunuzla kurduğunuz ilişkide elbette ilgili, pozitif, destekleyici olmanız gerekir. Fakat hangi ilişkiniz sizden bunları beklemez ki?…

Ebeveynlik tartışmalarında neyin önemli olduğu sıklıkla gözden kaçar. Çünkü ebeveynin ve çocuğun birbirlerine karşı hissettikleri duygusal bağ fazlasıyla manipüle edicidir, tartışmalarda da manipülatif bir biçimde kullanılır. Oysa bu konudaki bilimsel araştırmalar nettir: Anaokulundan ergenliğe kadar çocuklar yalnızca ebeveynlerinden değil, öğretmenlerinden ve arkadaşlarından da hem duygusal hem de pratik destek alırlar.

Burada önemli olan dengeyi sağlamaktır. Başarılı bir çocuk mu istiyorsunuz, kendini iyi hisseden bir çocuk mu? İkisi arasında seçim yapamıyorsanız şu noktalara dikkat etmek durumundasınız…

Çocuklarımızı en sıcak ve içten duygularımızla destekleriz. İlgilerini, meraklarını körükler, yeteneklerini geliştirmeleri için destek oluruz. Bu noktayı anlayan iyi öğretmenler gereken herşeyi yapacaklar ve rol modeli olarak ebeveynin en büyük destekçisi olacaklardır.

Çocuklarımızı duygularını ifade etmeleri, aldıkları hasardan sonra kendilerini onarmaları için teşvik ederiz. Bu hasar kimi zaman da bizimle aralarındaki ilişkiden kaynaklanır. Onları kendimizden koruyamayız. Ama bir yanımız da bilmeli ki çocuklar bu hasar-onarma döngüsünden çok şey öğrenirler. Her zaman kolay değildir, ama mutlaka bunları yaşamaları gerekir.

Çocuklarımıza duygularını kabullenip ifade etmeleri için destek oluruz. İhtiyaçlarını dinleriz. İşte tam bu esnada aynı zamanda onların da başkalarının ihtiyaçlarını nasıl dinleyeceklerini öğretmiş oluruz.

Çocuklarımızı hem oyuna hem de derse zaman ayırmaları için zorlarız. Sosyal beceriler oyunda kazanılır. O becerileri ekranda ya da kitapta öğretemezsiniz. Günde beş dakika bile birlikte oyun oynamak, çocuğunuzun bir çok badireyi kolayca atlatmasına yardımcı olmanıza yeter. Özellikle interaktif oyunlar sosyal becerilerin geliştirilmesi için birebirdir.

Çocuklarımıza problemlerini çözmeleri için yardımcı oluruz. Arada bir bizimle tartışmalarına da izin versek ne iyi olur. Böylece kendilerini, düşüncelerini ifade etmekten çekinmeyen insanlar olurlar.

Onlarla gurur duyarız, böylece kendilerini güçlü hissetmelerini sağlarız. İyi şeyler yapmak için güçlü hissetmeye ihtiyaçları vardır çünkü. Ayrıca onlarla gurur duyduğumuzu bilmek (tabii dozunda) çocuklarla aramızdaki güven duygusunu da canlı tutar.

Bugünlerde, çocuklarımızın kendilerini ifade edemiyor oluşlarından dolayı sorumlu tutuluyoruz en çok. Aslında bir çok alanda başarılı olabileceklerken, nasıl da kolay vazgeçtikleri söyleniyor bize. Okul başarıları düşüyor, oysa daha çok çalışıyorlar. Demek ki onları hayata başka türlü hazırlamamız gerekiyor. Elimizden gelenin en iyisini yapmaktan başka çaremiz yok. Bizden önceki ebeveynler gibi biz de önümüze çıkan tüm engellere karşın, çocuklarımıza karşı sorumluluklarımızı yerine getiriyoruz.

Kenneth Barish, Cornell University, Weill Medical College’de klinik psikolog olarak çalışıyor…

Kaynak: PsychologyToday