Bizim kız geçenlerde bir şarkı mırıldanıyordu. Önce heyecanla “Yeni bir şarkı mı öğrendiniz?” diyerek soran ben, şarkının sözlerini duyduğumda dehşete kapılmıştım.

Türklerin gemisi kırmızı direkli
İçindeki askerler aslan yürekli
Düşmanın gemisi sarı direkli
İçindeki askerler tavşan yürekli
Kaçma düşman kaçma pişman olursun
Çanakkale boğazında teslim olursun

Daha sonra bu şarkıyı internette aradığımda “4 yaşa uygun çocuk şarkıları” kategorisinde karşıma çıkmıştı. Bende mi bir sorun var? Yoksa bu şarkı mı çok acayip? bir türlü karar verememiş, içimdeki huzursuzluğu gidermek için okulunun yolunu tutmuştum. Okulumuzun kurucusu ve öğretmeni müfredatlarında olmadığını ama Çanakkale Zaferi nedeniyle öğretmenin bir kere söylemiş olabileceğini ve çocuğun da hemen öğrendiğini söylemiş, durumu telafi etmişti.
Peki, “durum” neydi?
Beni rahatsız eden, birincisi bu kadar küçük yaştaki bir çocuğa böyle bir şarkının marş gibi söylenmesinin normal gelmesiydi. İkincisi aslan yürek ve tavşan yürek (bazı yerlerde saman yürek diye de geçiyor) derken hayvanların kullanılması ve bir ölçüt olarak sunulması da bu yaş grubu için uygun görünmüyordu. Böyle bir ayrım son derece metaforik ve soyut kalıyordu. Somut öğrenme dönemine uygun olmadığına emindim, somut öğrenecekse bile böyle bir kullanım değildi olması gereken.

“Düşman nedir anne?” diyen Gülse’ ye, düşmanın da insan olduğunu söylediğimde çok şaşırmıştı. Çünkü düşman kelimesini bilmiyordu ve bir hayvan olduğunu zannetmişti. Bu noktada hayvanın bu şekilde kullanılıyor olması da rahatsız edici bulunabilirdi. “O zaman Atatürk’ün denize döktüğü ve topraklarımızı kurtardığı düşmanlar da mı insan?” sorusunu sormuştu. Bir şok daha yaşamıştım. “Sonra neden şaşırıyorum ki biz de böyle büyütülmedik mi? Biz de benzer dogmatik kalıpları benimsemedik mi? Sorgulamadan, ailemizin, okulumuzun, öğretmenlerimizin düşüncelerini yaşatmaya devam etmedik mi?” dedim kendime. Ne zaman büyüdük, ne zaman okuduk o zaman öğrendik. Şimdi bu zamanda bu kadar dogmatik olmayan bir yöntem belirleyerek öğretmek mümkün değil mi?

Bir arkadaşım youtube’da bir videodan bahsetti. 23 Nisan münasebetiyle şiir okuyan çocuklar gülme krizine giriyorlar, izledikten sonra konuşurken “Bizim başımıza gelse canımıza okurlardı” dedik kendi kendimize.

23 Nisan tatilinde evde olduğumuz gün kapıda komşumuzla karşılaştığımızda ayaküstü sohbet ederken bizim kız, “Senin adın ne?” diyerek sordu. Komşumuz, “Benim adım Zübeyde” deyince Gülse heyecanla “Aaa, sen Atatürk’ün annesi misin?” dedi. Kadın gülmekten cevap veremeyince bizimki söze atıldı. “Çok üzülmüş olmalısın Atatürk bizi düşmanlardan kurtarırken çok çalıştı, yoruldu ve öldü” dedi. Gülse’ye önce isim benzerliğinin ne olduğunu sonra da komşumuzun Atatürk’ün annesi olmadığını anlatmak zorunda kaldım. Üstüne televizyonda Çanakkale Zaferi’nin 100. Yılını kutlayan malum kişinin de başrollerinde olduğu reklam filmi tuz biber oldu. O başka bir yazının konusu olur, neyse…

Bu noktada söylemek istediklerimin bir kısmını içimde tutarak, çocuğumun dünya vatandaşı olabileceği ve bu topraklarda doğmuş olmasının tamamen bir tesadüf olduğunu kavramasını sağlayacak bir eğitim sisteminin varlığını talep ettiğimi söylemek istiyorum. Bizim gibi sonradan aydınlığa kavuşması zaman almasın istiyorum. Bu insani ve vicdani bir istek sadece, tüm çocuklarımız için. İlkokul seçimi arifesine gelmiş bir anne olarak bunlara da takıldığımı belirtir, herkese yüreğinden geçeni bulması yönünde şans dilerim.