Tıp alemi henüz sizi delirtmedi mi? Biraz istatistik kurcalayın, azıcık Ivan Illich filan okuyun bakın ne hallere düşüyorsunuz.

Teşhislerin ciddi bir bölümünün nerelerden çıktığını öğrenmek için aynı hastalık için 10 doktora gidin bakalım. Teşhislerin yahut tedavilerin çeşitliliğiyle eğlenin sonra da. Haliniz varsa tabii.

Ben kişisel tedirginliğim sayesinde bir tanesi kendime ait olmak üzere 10’un üzerinde ameliyata engel oldum. Şöyle ki, genellikle bir doktorun “Ameliyat” dediğine bir başkası “Gerek yok” diyor.

Doğru yolu (-ki bu da tartışılır) ancak konuyu her yönüyle öğrenip güvenilir doktora danışanca bulabiliyorum ben. Ama düşünsenize, AMELİYAT. Yani içine giriyorlar. Narkoz veriyorlar. Kaç tane risk var ve lüzumsuz. Ve habire yapılıyor bu. Yuh!

Ya antibiyotik? Çok basit. Antibiyotik denilen nane bir tek bakteriyel enfeksiyonda işe yarıyor. Bunu bilmeyen doktor olur mu? Olmaz. Ama habire yazıyorlar. Niye? “N’olur n’olmaz”. Oysa bütün doktorlar yine biliyor ki, lüzumsuz antibiyotik pek çok, hakikaten pek çok açıdan zararlı. Ama bol vermek, doktoru koruyor. Çiftlik balıkları gibi. O zavallı hayvanların tadı niye strafor gibi? Neden denizden çıkanlarına benzemiyor? a) Esirler b) Yemeklerinin yarısı antibiyotik.

Hatta “Nasılsa antibiyotik verecek” diye pek çok insan kendi başına eczaneye gidip “Çek bir Augmentin, binlik olsun” diyor.

Ya işin öbür veçhesi? Benim çok muteber ve mesleğinde dünyaca tanınan bir çocuk nöroloğu profesör arkadaşım var, geçim sıkıntısı çekiyor. Yazıları uluslararası tıp dergilerinde yayınlanan, çalışkan bir akademisyen. Kesintisiz hasta da bakıyor. Aç değil elbette. Ama adam gibi geçinemiyor. Akıl alır şey mi?

Öte yandan ilaç şirketinin “kongre” tatilinde dağıtılan üç liralık penye tişörtten bir tane daha alabilmek için yalvaran doktorlar tanıyorum. Düşkün. Zavallı. Haysiyetsiz. Ama tabii bol paralı.

Her meslekte çeşit çeşit insan vardır elbette. Ama konu sağlık olduğu zaman bulunan yerleşik hoşgörü, aşırı kredi beni delirtiyor. Sürekli insanlık suçu işleniyor. İnsanlar sükunetle karşılıyor. Kimse bu yüzden sokaklara dökülmüyor.

Misal, sineklerin konmadığı, karıncaların yemediği margarin. Zararları bu kadar müsbetken; hadi müsbet demeyelim, tartışmalıyken İstanbul Kalp Cerrahisi Vakfı’nın Ülker margariniyle, (hem de adı Kalbim); Türk Kalp Vakfı’nın da ve hatta Dünya Kalp Federasyonu’nun da Becel ile işbirliği yapması nasıl açıklanabilir? Sağlıkla ilgili bir STK’nın bir endüstriyel ürünü desteklemesi nasıl açıklanabilir?

Şöyle:

İstanbul Kalp Cerrahisi Vakfı, Ülker margarinini destekliyor ve yönetim kurulu üyelerinden birisi Ülker Grubu şirketlerinden, Bizim Marketler Zinciri’nin müdürü.

Dünya Kalp Federasyonu mu? 2003’te kim kurmuş? Unilever. Becel’i çıkaran şirket*.

Kalbim de midem de kaldırmıyor. Bunlar yemin etmiş. Hipokrat’a. Heyt be!

Bunlar kötü niyetli örnekler. Niyetin iyi olması da para etmiyor genellikle. Çünkü modern tıpta şöyle bir yaklaşım popüler: Olası bütün tetkikleri yap, bütün önlemleri al. Zararlarını çok hesaplama (nasılsa çıkar aheste aheste), hastaya güvenme, anlatma.

Buyrun bir çarpıcı ve taze örnek. İlyas’ı Fethiye’de bronşiyolitten hastaneye yatırmaya ve onlarca test yapmaya + röntgen çektirmeye kalkıştılar. Antibiyotiği zaten hastane kapısında yazmışlardı. Hiçbirini yapmadık. Rastlantı kendi doktoru Datça’daydı, oraya gittik.

Aynı gece biz Akya buğulama yiyip rakı içiyorduk. İlyas da şurubunu içmiş aramızda koşturuyordu. Ne röntgen ne test ne antibiyotik ne hastaneye yatırma.

İki geceyi karşılaştırsanıza. Birinde tedirgin, mutsuz, ağlayan bir bebek ve biz. Öbüründe eğlenen bir masa ve koşturan bir bebek. İşin radyasyon almak, lüzumsuz antibiyotik almak, kolunu deldirip kan vermek filan gibi zararlarına hiç girmiyorum.

Didaktik bölüm

Peki ne yapmalı? Bütün bir insanlığın sorunu bu. Ben aklıma gelenleri sıralayayım.

Haklarınızı bilin. Ve şüphe edin.

Her türlü doktor her türlü ortamda yaptığı her bir şeyi açıklamak zorundadır. Zaman zaman kendilerini tanrı sandıklarından sık sık bundan imtina edebilirler. Yemeyin. Tanrı olmadıklarını yüzlerine vurmanıza gerek yok. Sabırla ve 7 yaşında birisiyle konuşuyormuş gibi sormaya devam edin: “Teşhisinizden emin misiniz? Bu sonuca nasıl vardınız, bu ilaç ne için. Tam olarak ne iş yapıyor. Nelere zararı var”… Bol bol not tutun. Sonra herhangi bir işlem yapmadan ilişkin konuyla ilgili makaleler bulun okuyun. Yazılmış ilaçların hepsinin prospektüsünü satın almadan önce okuyun. Web’de var hepsi. Yine notlar alın, sorular çıkarın.

Lakin web’de sakın ola ki hastaların forumlarda bloglarda kendi aralarında yaptıkları dedikoduları bilgi olarak kabul etmeyin, maazallah gider öksürük taşından geçersiniz bronşit olunca.

Doktorunuzun saçmaladığını düşünüyorsanız başka doktora gidin. Ona mahkumsanız ya da bir şans veresiniz varsa çıkardığınız soruları tekrar sorun. Tereddütünüz geçip içiniz rahat edene kadar bu işlemleri başa sararak devam edin. Doktorunuzun sabrı taşarsa üşenmeyin onu da şikayet edin.

Bu arada da değişik alanlarda güvenilir doktorlar listesi yapın kendinize. Ve onlara da bir yere kadar güvenin.

Başınıza bir müsibet gelmedikçe de kasmayın. Çok fazla check-up takıntılı olmayın. “Aile büyükleri” tavsiyelerine kulak tıkayın.

Kasayı sağlam tutmaya bakın siz.

Çetrefilli bir konu. Gıcık öneriler benimkiler de. Ama şakası yok bu işin. Malumunuz modern tıbbın tedavi ettiği hastalıkların ciddi bir bölümü kendi icadı. Ve modern tıbba güvenmek için ciddi sebeplerimiz yok. Hele ilaç şirketlerine, gıda şirketlerine, sağlık vakıflarına, endüstriye.. aman aman.

Röntgen konusuna pek giremedik. Müthiş kitap İrrasyonel’den bir alıntıyla bitireyim: “Britanya’daki radyologların hastalarına yılda verdikleri radyasyon, Sellafield nükleer tesisinin toplam üretimine denktir. Bu da Britanya’nın dört bir yanında, The Independent gazetesinin tabiriyle “hastane süsü verilmiş” 1.600 reaktör bulunuyor olması anlamına gelir. Röntgenler, yılda 250 kişinin yok yere ölmesine neden oluyor, oysa kimse röntgenlerin aşırı derecede kullanılmasını protesto etmiyor.”

* Bu iki bilgiyi Kemal Özer’in yazılarından aldım.