Annem Helaine Selin, abimi Malawi’deki bir hastanede doğurmuş, o esnada babamla birlikte Birleşmiş Milletler’de çalışıyorlarmış. Doğumdan hemen sonra sıcak bir duş alıp, komşuların getirdiği bir tabak körili pilavla doyurmuş karnını.

Bense, iki buçuk yıl sonra New York’ta, yaşadığımız eve 45 dakika uzaklıkta bir hastanede doğmuşum. Doğumdan birkaç saat sonra beni de alıp evine dönmüş.

Her iki doğum tecrübesinde de çok eğlendiğini söylüyor annem. Çünkü doğum yapmanın olağanüstü bir hal olduğunu düşünmemiş hiç, etraftakiler de böyle şeyler söylememişler. Ne bir ilaç almış ne de özel uygulamalar yapmış.

Bu yüzden doğum endüstrisinin eriştiği nokta annemi dehşete düşürüyor. Çünkü ABD’de gerçekleşen doğumların yüzde 34‘ünde tıbbi müdahaleye ihtiyaç duyuluyor. Anneme göre bunun sebebi büyük bir ihtimalle ABD’nin bebek sahibi olmayı unutmuş olması. Ona göre başka ülkelerde bu işlerin daha kolay olması, oralarda doğumun ne kadar doğal bir durum olduğunun unutulmamış olmasından kaynaklanıyor. Diyor ki, “Gelişmediğini söylediğimiz ülkelerdeki doğum pratikleri buradakinden daha iyi görünüyor göze, Malawi’de yaptığım doğumdan gayet sağlıklı çıktım, daha insani ve anne-dostu bir yöntemdi.”

Ayrıca Batı-dışı dünyada lohusa depresyonuna daha az rastlanmasının da tesadüf olamayacağını söylüyor. Farklı Kültürlerde Doğum: Hamilelik, Doğum ve Lohusalık Hakkında İnanışlar ve Uygulamalar (Childbirth Across Cultures: Ideas and Pactices of Pregnancy, Childbirth and the Postpartum) adını verdiği kitabında da bunun nedenlerini sorguluyor.

Geleneksellikle yoksulluk arasında doğum

Birçok kültürde ve ülkede ABD’de uygulanan yöntemler uygulanmaya başladı, çünkü gelişmiş ülkelerde bu işlerin daha iyi düzenlendiğine inanılıyor. Ancak anneme göre birçok ülkede doğum halen kadınların kendi bedenlerini erkeklerin ve toplumun kontrol mekanizmalarından koruyabildikleri bir savaş alanı işlevi görüyor. Bununla birlikte bütün geleneksel doğum yöntemlerinin güvenli olduğunu söylemek de mümkün değil.

Her yıl yaklaşık 536 bin kadın doğum esnasında hayatını kaybediyor ve bu ölümlerin yüzde 99’u gelişmekte olan ülkelerde gerçekleşiyor. Ölüm nedenleri ise yetişmiş eleman olmayışı ve hijyen yoksunluğu. Ayrıca bir çok ülkede hamilelik döneminde kadınlar, diğer zamanlardaki kadar çok çalışıyor ve iyi beslenmiyorlar.

Örneğin Bangladeş’teki doğum hastanelerinde kadınlar yalnızca diğer hastalardan izole ediliyor, bu arada odada Kur’an okuyan bir kadın tarafından teskin ediliyorlar.

Uganda ve Bangladeş’te kadınların sancı esnasında bağırmaları, çığlık atmaları ayıp karşılanıyor. Doğumların ekseriyetinin evde gerçekleştiği düşünülürse bunun ne kadar sorunlu bir tavır olduğu daha iyi anlaşılır. Koreli doktorlar, kadınları epiduraldan mümkün mertebe uzak tutuyorlar ki bu da kimi doğumlarda büyük komplikasyonlara neden olabiliyor.

Çok az ülkede doğum masrafları sigorta tarafından karşılanıyor. Dolayısıyla yoksullar evde doğum yapmak zorunda kalıyor, çünkü çoğu zaman hastaneye gidecek parayı bile bulamıyorlar.

Doğum yapmak tıbbi bir müdahaleye dönüşüyor

Ancak gelişmiş ülkelerde de durumun çok parlak olduğunu iddia etmek mümkün değil.

Geleneksel doğum metotları eleştirilirken, ABD gibi dünyanın en gelişkin ülkelerinden birinde de başka doğum komplikasyonları kapıda bekliyor.

Annem kitabında “Amerika’daki doğum teknikleri tüm dünyada blue jean ve Coca Cola kadar hızla yayılıyor” diye yazıyor. Asya’nın daha gelişmiş ülkelerinde evde doğum neredeyse ortadan kalkmış durumda. Orta ve üst sınıflar hastanede doğumu tercih ediyorlar, yoksulların ise evde doğumdan başka şansları yok ancak onlar da görünür değiller ve zaten evler çoğu zaman doğuma uygun değil.

Çin, Japonya ve Kore’de hemen tüm kadınlar hastanede doğum yapıyorlar. Çin’in daha zengince bölgelerinde hastanelerin C ünitelerinde (riskli doğumların yapıldığı ünite) doğum yapmak bir tür prestij ve zenginlik göstergesi olarak görülüyor, kimi hastanelerde C ünitelerinin doluluk oranı yüzde 90’ı buluyor.

Amerikan biyoteknolojik doğum yöntemlerinin dünyaya yayılması doğumdan duyulan neşeyi ortadan kaldırmış görünüyor. C ünitelerinde yapılan doğumlarda bebek ölümlerinin artmakta olduğu gerçeği henüz kimsenin dikkatini çekmiş değil. Ancak bu ünitelerde doğan bebeklerin ölüm oranı, evde doğumlarda görülen ölüm oranlarına neredeyse eşitlenmiş durumda. Doğumun bu denli tıbbi bir tecrübeye dönüşmesi annenin çocukla ve kendi bedeniyle ilişkisini de bozuyor. Dolayısıyla doğum yapmaktan duyulan haz, yerini teknolojiye bırakmış durumda çoktan.

Navaholar ve İsveç

Annem doğum yapmak için düşlenebilecek en iyi yerleri de yazıyor kitabında.

Örneğin Navaho’lar doğumla ilgili muhteşem geleneklere sahipler. Anne ve baba doğum esnasında birlikteler ve onlara eşlik eden şifacıyla birlikte doğumu gerçekleştiriyorlar.

Batı Avrupa’da doktor gözetiminde, ebe koordinasyonunda ve evde doğum giderek yaygınlaşıyor yeniden. Hastanelerin anne-dostu olmasına dikkat ediliyor. Anneme göre İsveç doğum yapmak için tam bir cennet, çünkü hastane odaları ev gibi döşeniyor, annelere ebeler eşlik ediyor ve tıbbi komplikasyonlar sıkı sıkıya denetleniyor. Ancak bu denetimler göze sokulmaksızın yapılıyor çünkü gebeliğin ve doğumun tıbbi bir hastalık gibi görülmemesi gerektiği düşünülüyor.

Lisa Selin Davis, Parenting.com