Hepimizin hayatında böyle bir iki kişi vardır, var olur. Onların enerjisine yenik düşer, gülümsemesi karşısında şaşkınlıkla donakalırsınız.

Öyle biri benim için Ahmet…

Arkadaşlığımızın başlangıcından bu yana, onu daima bir yerlere koştururken, kahkahalar atarken, heyecanla bir hikâye anlatırken, bulunduğu ortamdaki herkesin bakışlarını üzerine çekebilecek kadar güzel dans ederken görüyor ve ‘bildiğim yaşam öyküsü’ne dair soruları çoğaltıyordum kafamda.

Barda oturmuş içkinizi içerken, elinizden tutup dansa kaldırdığı gibi, elinizden tutup hayatının ortasına alır sizi. O koca öykünün bir parçası yapar. Hiç çaktırmadan, bir meyhane masasında içinizde çoğalttığınız onlarca soruya cevap ararken bulursunuz kendinizi.

Öyle bir akşamdı. Sordum anlattı.

“Hatalarımdı bana en büyük mutlulukları getiren…” diye başladı ve en sonunda da “Hata mıydı ki?” sorusuna cevap verdi.

Anlattıklarıyla, ‘hayat denilen savaşın her noktasına dokunan bir portre’ olarak Ahmet, huzurlarınızda…

Hayatının akışını değiştiren bir telefon aldın bir gün?

Evet. “Beni hatırladın mı?” diye soran bir kadın.

Hatırladın mı?

Hayır. İsmini söyledi. Elif. Tanımadım. Devam etti. Yaşadığımız Ege kasabasından bir kadın. Çok kötü geliyordu sesi. Telefonda ağlayan biri nihayetinde. “Çok zor durumdayım, bana yardım et” diyordu. “İkiz çocuklarım oldu. Erken doğum. 2 aydır hastanedeyiz. Bize yardım et” diye sayıklıyordu. Ben ise, olayın benimle alakasını düşünüyordum bir yandan.

Niye seni arıyordu?

“Bu çocuk senden diyemem ama çok zor durumdayım” diyordu.

Aranızda bir ilişki olmuş muydu?

O an, sahne sahne hatırladım Elif’i. Evet. Bir gece beraber olmuştuk. Arkadaş değildik, karşılıklı oturup sohbet ettiğim biri bile değildi, sadece yaşadığımız o turistik kasabada birbirimizi yolda görür, selam verirdik… Ünlü bir barı işletiyorduk ailece. Çok içmiştim bir gece. Kalkacaktım artık, ama son bir Bacardi koydu barmen önüme. İçtim. Yalpalar halde çıktım bardan. Yolun kenarında yığıldım yere. Bir kadın geldi. “Burada uyuma, kalk” dedi ve onunla gittim. Sabah uyandığımda, böyle bir geceyi tercih ettiğimi hatırlamıyordum. Kendime kızdım, çok kızdım.

Telefondaki ses, yani Elif’le sevişmiştiniz o gece, öyle mi?

Evet, öyle. Fakat Elif, “Bebekler senden” diyerek değil, “Bana yardım et” diye ısrar ediyordu. “Şuan bebeklerin senden olup olmadığını tartışacak durumda değilim, çocuklarımı kurtar” diyordu… Bebekler! diyor bir de. İkiz olmuş. Benim mi? Değil mi? Allak bullak oldum. “Ne yardımı edeceğim? Nasıl edeceğim? Madem benden olduğunu tam olarak bilmiyor, niye beni arıyor?” diye binlerce soru dönüyor kafamda.

“İki kardeşin ayrılma ihtimaline tahammül edemedim”

O dönemde nasıl bir hayatın vardı bu arada? Neler yapıyordun?

20’li yaşların ortasındayım. Üniversite son sınıftayım. Derslere odaklanmam ve okulu bitirmem gerekiyordu aslında. Ama hayat gece gündüz çok yoğundu benim için. Zaten o yaşa kadar turistik bir kasabada eğlence sektörünün içinde, orada burada gezen, sürten, Ege’de ailecek açtığımız barı işleten gencecik bir delikanlıydım. Üniversiteyi kazanınca da, Ankara’da devam etti aynı şekilde. En lüks barlarda çalışıyordum ve çok geniş bir çevrem vardı. Bir de madalyonun öteki yüzü; doğup büyüdüğüm memleketim Şırnak’tan, Hakkari’den, Batman’dan, kısacası bölgeden kimin Ankara’ya işi düşse hepsinin işlerini ben ve arkadaşlarım hallediyorduk. Ameliyat, tedavi, yardım, iş, hapishane ziyareti kısacası aklına gelen her tür acil durum için seferberlik ilan eder, bir şekilde para bulur denkleştirir çözerdik. Özellikle de çocuklara. Yardıma muhtaç, hasta, ailesiz çocuklar olurdu. Her tür ihtiyaçlarını karşılamak için, ‘o geniş çevre’yi devreye sokar, bazen “Şu kadar para istiyorum, çünkü…” diye meseleyi anlatır, gereken parayı bulurdum. Savaşın en kanlı döneminde ve en kanlı yerlerinden birinde, Şırnak’ta, benzer ihtiyaçlarla büyümüştük. 90’ların sonlarına dek bize reva görülen o hayat nedeniyle, büyük şehre göçen her genç böyle bir yardım sorumluluğu ile yaşardı zaten. Hâlâ da öyledir.

Yani Elif de yardım edebileceğin kişilerden biri olabilirdi.

Tabii ki. Telefonda o sesi duyan her vicdan sahibi, o annenin isteğini yeri getirir. Aslında enteresan bir durum da değildi, daha önce de kucağında kızıyla gelip “Çocuk senden” diyen oldu. Daha sonra yanıldığını ve gerçek babasını bulduğunu, onunla evleneceğini söyleyen falan filan.

Çocukların senden olma ihtimaline şaşırmazdın o halde.

Şaşırmazdım. Ama rahattım çünkü net bir şekilde “Çocuklar senden” demiyordu. Gerçekten yardıma ihtiyacı olan bir kadındı. Hamile olduğunun farkına, bebekler 6 aylıkken varmış. 6 ay boyunca regl devam etmiş çünkü. Ve kilo aldığını düşünmüş. Tarlada çalışırken düşüp bayılıyor, hastaneye kaldırıyorlar ve 6 aylık hamile olduğunu öğreniyor. Çok yaşlı anne ve babası var. Doğurmak zorunda! Şehre gidiyor ablasının yanına, o yardım ediyor doğum için. Ailesine de durumu anlatıyor tabi. Bizim tek gecelik ilişki yaşadığımız dönemde, hayatında biri varmış zaten. Ondan olduğunu düşünüyor daha büyük ihtimalle. Dolayısıyla kim olduğunu bilmiyor net olarak. Ablası yardım etmiş de, öyle doğum yapmış. Müthiş bir toplumsal baskı var çünkü küçük turistik bir kasabanın köyünde yaşıyor. Öte yandan çocukları doğuracak ama ne parası ne de para isteyeceği birisi var. Bir de üstüne erken doğum yapıyor. Prematüre bebekler. Hastanede rehin! Çocuk Esirgeme Kurumu devreye giriyor ve “Çocukların gayrimeşru, eğer kurumumuza bağışlarsan hastane masraflarını, çocukların prematüre dönem masraflarını öderiz. Sütün de yok. Mama masrafları var, onları da hallederiz” diyor. Kabul etmek zorunda kalıyor. Gereken sözleşmeyi imzalıyor, masraflar karşılanıyor. İmzaladıktan sonra, çocuklarından ayrılma duygusunu yediremiyor içine. Yardım isteyeceği kimse yok. Devlet, çocukların verileceği aileleri bile belirlemiş. Aileler gelip çocukları görmüş. Kimlikleri çıkartılmış. 2 gün sonra çocuklar yeni ailelerine teslim edilecek. Çocuklarından ayrılmaya zorlanmış bir kadın işte. Ve en son çare, ben!

Nasıl bir yardım istedi senden?

Çocukları hastaneden kaçırmamı istedi. Başta, maddi durumu olmadığı ve mahalle baskısı göreceği için, evlatlık vermesini önerdim. “Sen bakamıyorsun, bakamayacaksın bu çocuklara” dedim. Hüngür hüngür ağlıyordu telefonda. “Bu kardeşleri ayıracaklar Ahmet!” dedi. Burnumun direğinin sızladığını anımsıyorum. Yüzde bir ihtimal bile benim çocuklarım olduğunu düşünmüyordum. Sadece bu etkiledi beni, iki kardeşin ayrılacak olması. Benim de kardeşlerim var. Savaşın içinde büyümüş bir aileyiz. Çok kez ölümden döndük. Ölenler, ayrılanlar, kavuşamayanlar, dağılan, kaybolan anneler, babalar, çocuklar gördük. Bu ihtimalin ne anlama geldiğini biliyordum. O an, “Tamam” dedim… İzmir’de bir hastanedeydi. Ben ise Ankara’daydım. Vakit kaybedemezdik. Hemen çok yakın iki arkadaşımı aradım ve durumu anlattım. Çocukları bavulların içine koyup hastaneden kaçırmalarını ve anneleriyle birlikte Ankara’ya getirmelerini söyledim. Sağ olsunlar aynen yaptılar. Ertesi gün minicik iki oğlan ve Elif, benim evimdeydi. Hala düşündükçe, Elif’e müthiş bir saygı duyuyorum. Maddi onca probleme, müthiş bir mahalle baskısına rağmen çocuklarını bırakmadığı, devletin çocuklarını satın almasına izin vermediği için.

“Ayrılmak zor oldu”

Ve çocuklar öğrenci evinde! Zor olmadı mı?

Biz arkadaşlarla çak falan yapıyoruz. “Yihuu iki bebeği kurtardık” modundayız. Çocuklar benim mi değil mi? Hiç bunları konuşmadık. Elif’in böyle bir tavrı yoktu zaten. Dedim ki, herhalde yardım edeyim diye, “Senin olabilir” dedi. Ama olsun, sonuçta iki çocuğu kaçırmış ve ayrılmamak üzere birleştirmiştik.

Birlikte ne kadar yaşadınız?

Bir aydan fazla bende kaldılar. Arkadaşlarımı çağırıyordum. “Gelin evde bebek var. Sevin” diye. Mamalar alıyordum, altlarını değiştiriyordum. Bu sırada, okula gidip sınavlara giriyorum. Eve gelip onlarla oynuyorum. Gece bara gidip sabaha kadar çalışıyorum. O süreçte, Ankara’nın çok köklü ve zengin ailelerinden biri evlatlık almak istedi ikisini birden. Elif’le olacağından daha rahat yaşayacaklardı. Yine Elif’e önerdim. “Bakmak istemiyorsan, hayatına devam etmek istiyorsan, evlatlık verebilirsin” dedim. “Hayır” dedi. Ablasının yanına gidecekti. Artık son gündü. Otogara götürdüm onları. Arkadaşlarla biriktirdiğimiz bir para vardı, verdik onu. Otobüse bindirirken, çok üzüldüm. Ağlayarak yolcu ettim. Bebeklerin benim olma ihtimali hiç yoktu aklımda. Hatta Elif’in de. Ama içimden, “Bu bebekleri alsam, ben baksam, benim çocuklarım olsa…” diye düşündüm. Ayrılmak zor oldu.

Sonra?

4 yıl hiç görmedim. Sadece zaman zaman maddi destek sağladık.

Üniversite öğrencisi biri için zor değil mi bu maddi destek?

Ne diyorsun! Meteliğe kurşun sıkıyorum, sigarayı ikiye bölüp içiyorum. Bunca şeyle uğraşırken okul uzadı. Ama birilerine yardım edilmesi gerekiyorsa, doğru kişileri bulup para topluyordum.

4 yıl sonra?

Yaşadığımız o kasabaya gittim. Çok yakınımdaydılar. Aradım. Çocukları merak ediyordum. Elif’i merak ediyordum. Evlenmiş miydi acaba o adamla? Küçük yer tabii. Çocukların kimden olduğu yayılmıştı. Kimseye durumdan bahsetmiyordum. Ahali anlatıyordu. “İşte falanca, şu kızı hamile bırakmış da, sahip çıkmamış” diye. “Vay şerefsiz” diyordum. “İnsanlarda vicdan kalmamış…” Sonra geldi Elif, çocuklarla birlikte. Öptüm, sevdim çocukları. Yani, Fatih ve Hakan’ı. Ayrılırken üzüldüm. “Keşke benim olsalarmış” dedim. Elif’e de söyledim. Hakikaten çocukların benden olmasını istemiştim. Hata olarak tanımlanabilir o gece. Yaşananlar… Elif birlikte olabileceğim bir kadın değildi. Ama farketmez, Elif’in ve çocukların o kasabada, öyle bir mahalle baskısı içinde yaşamalarının travmatik sonuçlarını düşündükçe, “Keşke…” dedim. Elif’in “Senin çocukların olabilir, en azından test yapalım” demesi bile yeterdi esasında. Demedi. Çok emindi, benden olmadığına.

“Ben olsam böyle babayı öldürürdüm”

Ve hayatına sıfır ihtimalle devam ettin…

Tabii. O Ege kasabasından taşınmış, İstanbul’a yerleşmiştik ailecek. Şehrin en ünlü barlarından birini işletiyordum. Dünyayı dolaşıyor, aylarca başka başka ülkelerde geziyor, oralarda yaşıyor, çalışıyor, dans ediyordum. Evet, dans girmişti hayatıma. Bütün ilgim ve heyecanımı işime ve dansa ayırıyordum. Ama ailem “evlilik ve çocuk” baskısı yapıyordu. Dedemin 600 tane torunu var Ülkü! Bilirsin bizde 30 yaşına kadar bir erkeğin çocuğunun olmaması sorgulanır. Fakat ben de çok istiyordum. Bir sevgilim vardı zaten. Çok mutluydum. Evlilik kararı almak üzereydim. Yüzük siparişi vermek için zaman kolluyordum. Hayatım tam da istediğim gibiydi biliyor musun? Bir tek çocuk eksikti.

Çocuklar ve Elif ne yapıyordu bu dönemde, haberleşiyor muydunuz?

3 sene geçmişti. Aramıyordu Elif. 7 yaşına gelmişti artık çocuklar. Bir gün, yine, telefon çaldı.

Hatırladın mı bu kez?

Bir şey olduğunu hissettim biliyor musun? O sesi duyar duymaz dedim, “Daha bitmedi bu hikâye…”

Ne diyordu telefondaki ses?

“Çocuklar senden…”

Korktun mu?

İnanmadım. İsterse çocukların okulları, eğitimleri için maddi destek sağlayabileceğimi söyledim. “Hayır” dedi. “Hiçbir şeyini istemiyorum, bu çocuklar senden…”

O kadar emindi ki. “Nasıl anladın ya?” dedim. Nasıl yani? “Evet, haklısın ama karakterleri sen” dedi. Ya el kadar çocuğun, yani bir de, iki ayrı çocuğun ne karakteri Allah aşkına… Çok sinirlendim. “Test yapmana bile gerek yok, eminim” diyor bir de.

İnkâr ettin mi?

Sıkıldım artık durumdan. Kesin olarak ortaya çıksın istedim. İstanbul’a çağırdım. Ama diyorum Elif’e de, “Boşuna bir prosedür işliyoruz” diye. Giderek daha çok inanmıyordum.

Bu sırada ailene ve sevgiline söyledin mi?

Annem çok sinirlendi, “Bizimse torunlarımı isterim” diye tutturdu. Sevgilimle öyle olmadı pek tabi. O ayrı bir şok. Haklı olarak. Ama diyordum yani “Benden değil” diyordum. Eminim!

Çocuklar da artık 7,5 yaşında falan. Karşılaşma anınız?

Taksim Meydanı’nda. Yine bakıyorum, bana benzemiyorlar hiç. Fatih, “Niye bizi aramadın bugüne kadar?” dedi. Pat diye! Elif yıllarca, “Babanız uzakta çalışıyor” diye anlatmış. Dedim içimden, “Bunlar eğer benimse kesin almam lazım yanıma. Ben almazsam, bunlar beni öldürürler…” Yani birazcık bana benziyorlarsa! Ben böyle bir adamı öldürürüm yani. Ben olsam öldürürüm! En azından yüzüne tükürürüm. Cezalandırırım bensizlikle. Görmem onu, göstermem kendimi ona. Fatih’e de “Sen çok güçlü bir çocuksun” dedim. Hesap sormasını falan da sevdim bir yandan. Aslında söyleseydi Elif bana, arar, babaları gibi konuşurdum da. Onca şey oldu, bunu da yapardım yani. Neyse, hastanede kan alındı ve geri gittiler.

“Doğumhane önünde volta atan babaydım sanki”

Sen, ailen, sevgilin, Elif ve durumdan bihaber Fatih ve Hakan test sonucunu bekliyorsunuz?

Hastaneye gittim. Test sonucu için bekliyorum kapıda. O an, DNA sonucunu beklerken, doğumhane önünde volta atan baba oldum!

İstemiyor muydun o çok sevdiğin ve hayatlarının akışını değiştirdiğin çocukların senden olmasını?

Her şey o hastane önünde değişti. Eğer benden çıkmazlarsa çok üzüleceğimi hissettim. Üzülüyordum yani. Nedenini bilmiyorum. Üzgündüm.

Sonuç?

Tıpkı doğumhaneden çıkan doktor gibi, elinde test sonuçlarıyla doktor yanıma geldi ve “%99 çocuklar sizden…”

O an?

Son Bacardi, ertesi sabah, ilk telefon, bebekleri hastaneden kaçırmam, evde mama yedirişim, otogardan gönderişim, kasabada dedikodular, “Senden değil” diyen kadın, rengarenk hayatım, sevgilim, ailem… Bu bir gerçek evet. Film şeridi gibiydi… Vicdan sorgulaması yapacaktım ama buna zamanım yoktu, çok mutluydum. Sadece sonuç nihayete erdi diye değil, mutlu oldum gerçekten. O iki çocuk, benim! Hemen gelip anneme ve kardeşime söyledim. Çok sevindiler. Daha doğrusu hayır, önce üzüldüler. Bunca yıl ayrı olduğumuz için. Ama sevindiler nihayetinde.

Elif ne dedi?

Mutluluğum, yükünü azaltmıştı. “Karakterleri tıpkı sen demiştim” dedi. Gülüyordum. Hâlâ karakter diyordu. Yani tanımıyordum ki hâlâ çocuklarımı. Ne karakteri ya?

“Bir kadın için yaşanabilecek en zor hayat, Elif’in hikâyesiydi”

Neden yıllar sonra aramıştı Elif? Ne olmuştu?

Elif çocukları için her şeyi yapabilecek bir anne. Her şeyi! Çok zor bir hayat yaşadı. Kafası karışık bir yabancı olarak elimden geleni yaptım. Elif, yıllar boyunca yorulmuş ve yıpranmıştı. Bir kadın için yaşanabilecek en zor hayat, Elif’in hikâyesiydi. Benim annem de savaşın ortasında büyüttü bizi dedim ya. Bir annenin çocuklarına siper olmasının anlamını biliyordum. Büyük acıları yaşamış ve artık çocukları ile babalarını buluşturduğu için mutluydu. Çocukların benimle yaşamasını istiyordu. Ben de öyle.

Hayatına nasıl aldın çocukları?

Ben birdenbire baba olmadım Ülkü. “Test sonucunu öğrendim, tamam artık babayım” gibi değil, bu kadar kolay da değil zaten. Hayatım alt üst oldu. Sevgilim var, evlenmeyi düşünüyorum, hayallerim var… Hastaneden çıktım, cebimde test sonucu ile, evlilik hazırlıklarını konuşmak üzere sevgilim ve ailesiyle akşam yemeğine gittim. Durumdan habersiz tabi ailesi. Yemek sırasında bir ara, annesiyle baş başa kaldık masada. “Kızım seni her şeye rağmen çok seviyor. Sana ayak uyduruyor. Çok farklı iki insan olmanıza rağmen, seninle mutlu olabilir ve seni mutlu edebilir” dedi. Bir şey geliyordu, fırtına gibi… “Tek bir şartla!” diye devam etti. “Kızım, sevdiği adamı, başkasından olmuş bir çocukla paylaşamaz” dedi. “Benim bir tane değil, iki tane var hem de” diyemedim ki o an. Dondum kaldım. Velhasıl, sonraki dönemde gördük. Annesinin dediği gibi de oldu.

Çocukların hayatına girmesiyle, neler çıktı hayatından?

Sevdiğim kadın çıktı. Olmadı… İlk başlarda, evlatlık almış gibiydim. İki tane bücür, onlara bakıyorum, gezdiriyorum, takılıyoruz işte orada burada. Tanıdıklar görüyor “Çocuklar kimin abi?” Yani gel de anlat. Herkes hikayeyi soruyor. Zor! Haliyle, önceliklerim değişti. Gece insanıyım. Bir bar ve meyhane işletiyorum. Tabii zamanla arkadaşların patavatsızlıkları oluyor. “Ayy hiç sana benzemiyorlar Ahmet…” Yani öyle denir mi ya? Çocuklar tepkisel olarak, aynada kendilerini bana benzetmeye çalışıp, cümlelerinde bana benzediklerinin altını çizme gereği duyuyorlar… Konuşmaları Ege şivesi tabii, “geliverek, gidiverek” Yani biz Kürdüz. Aile içinde sadece Kürtçe konuşuyoruz. Bu iki Egeli oğlan, herkesi şaşırtıyordu. Bizi de.

“Biz gerçekten Kürt müyüz baba?”

Onların büyüdükleri ortamla, senin ve ailenin arasındaki farklar çok belli oluyor muydu?

Çocuklarım, aylarca “Biz gerçekten Kürt müyüz baba?” diye sordu biliyor musun? Dünyayı dolandım geldim, 35 yaşından sonra, “Kürt olmak” kendi çocuklarımla bir daha çarptı yüzüme. Kötü bir şey gibi hem de! Geleneksel Türkiye hali. Tam bir Kürt düşmanı olarak yetişmişlerdi. “Evet oğlum, yapacak bir şey yok, Kürt’üz” diyordum asabı bozuk bir gülümsemeyle. Evde Roj TV izliyoruz bir akşam. Haberler işte. Bir PKK’li cenazesi. Annem ağlıyor. Bir ‘terörist’ için üzülen insanları görmeleri şok etkisi yarattı. Fatih, “Köydeyken, şehitler için ağlıyorlardı, Kürtlere küfrediyorlardı. Ama burada, ölen Kürtlere ve teröristlere de ağlıyor babaannem” dedi. Hakan da, “Biz ne yapacağız peki baba, kime ağlayacağız?” dedi. “Siz ikisine de ağlayacaksınız oğlum” diyebildim. Ne anlatayım 8 yaşındaki çocuklara? Şehit ve terörist ne? Bunu mu anlatayım? Nasıl anlatayım Allah aşkına? Koskoca insanların anlayamadığı şeyleri, el kadar çocuklara mı anlatayım?…

Çocuklarımın isimleri de Fatih ve Hakan üstelik. Ne garip! Ama Elif, çocukların benden olma ihtimalini düşünerek çok sonra Kürtçe isimler ekletmiş bu isimlerin yanına, tepki görmemek için de köydeki tanıdıklardan gizlemiş kimliklerini… Azad ve Rojhat. Bu isimleri de, bebeklerle Ankara’ya geldiğinde bana ve arkadaşlarıma isim sorduğunda söylemiştik. Bu da çok hoşuma gitmişti açıkçası. Bir jestti. Biz hep bu isimlerle sesleniyoruz tabii. Diğer isimler yok artık.

Gündelik hayatları nasıl geçiyor Azad ve Rojhat’ın?

Dolapdere’de yaşıyorlar. Ben ısrar etmedim ama aidiyet duygusuna ihtiyaçları vardı herhalde, “Şırnaklıyız” diyorlar. Koca bir ailenin işlettiği ve günde onlarca insanın gelip, eğlendiği, yemek yiyip dans ettiği bir mekanda vakit geçiriyorlar. Kürtçe, İspanyolca kursuna gidiyorlar. Aikido yapıyorlar, yüzüyorlar, dans ediyorlar. Hem sirtaki yapıyorlar, hem halay çekiyorlar.

Elif’in hayatı nasıl devam etti ve ediyor?

Bir kere çocuklar istediği zaman onu, o istediği zaman çocuklarını görüyor. Ayrı şehirlerdeyiz ve bu yüzden ancak okul tatillerinde görüşebiliyorlar. Elif aynı kasabada, aynı sektörde çalışmaya devam ediyor. Dedikodusunu yaptıkları Ahmet’in, o çocukların babası çıkmasına uzun süre şaşırdı kasaba ahalisi ama şimdi herkes biliyor. Elif, toplum baskısının çaldığı hayatını yaşıyor ve bu topluma haklı olarak öfkeli….Ve aramızda hiçbir zaman bir tartışma olmadı. Kızdığım çok şey var, kızdığı çok şey var. Fakat bu hikayeyi bir şekilde kotardığımızı biliyoruz ikimiz de.

2 senedir babasın. 2 çocukla, 2 sene geçirdin. Nasıl bir duygu baba olmak?

Hâlâ da bakıp benzetemiyorum biliyor musun? Babalarda böyle şeyler varmış. Çok severlermiş tipine bakıp da, “Tıpkı ben” demeyi. Bayılırlarmış. Şimdi de babalarıyım diye “Ay gözler benim gözlerim, aman işte burnu aynı ben” diyemiyorum. Elif haklı. Karakterleri birebir ben. Rojhat, duygusal ve sakin. Azad, çılgın ve zeki. Birbirlerinin tam zıttı iki çocuk. İçimdeki adamın iki ayrı yüzü gibi. Kendimi buldum onlarda. Kendimle tanıştım. Ama henüz “Babalık nedir?” gibi bir tarifi verecek cürrete sahip değilim. Dur bakalım…

Hayal kuruyor musun hayatlarıyla ilgili?

Sürekli plan, disiplin, kurallar… Bunlar her yaşta insan için çok sıkıcı ki! Ne yapıyorlarsa, kendi istedikleri için yapıyorlar. Tavsiye ediyorum ama tercih onların. Tek istediğim mutlu olsunlar. Ama kendi doğduğum topraklara götürmek, oradaki hayatı göstermek istiyorum. İçine doğdukları hayatın ötesindeki çocukları görsünler. O hayatı, havayı solusunlar istiyorum. Yaz tatilinde yapacağız böyle bir şey inşallah. Bir de, yine çocuk istiyorum. Bende tetikledikleri en büyük şey bu oldu. Bu sefer mümkünse bebekliğini de hatırladığım bir çocuk istiyorum. Çocuklar da kardeşleri olsun istiyor. Evlatlık da alabilirim. Hatta bunu daha ciddi düşünüyorum. Şart değil benden olması.

“O DNA sonucu artık hiçbir şey ifade etmiyor”

Nasıl insanlar olmasını arzu edersin peki?

Irkçı, homofobik, vicdansız, hırsız, militarist olmayan insanlar olsunlar da, gerisi mühim değil. Okullarda öğretilen o resmi tarih eğitimine muhalif olsunlar. Bu da başka bir sıkıntım. Okula göndermek istemiyorum aslında ama mecbur kalıyoruz bir yandan. “Doğuştan baba”lar da; “Tabii senin çocuklar sonradan çıktıkları için, sende babalık duygusu gelişmediği için, okula göndermek istemiyorsun” diyorlar. Terbiyesizler! Bu onların, okullardaki kötücül eğitimi küçümsüyor olmalarıyla ilgili. Ben küçümsemiyorum. Çocuklarım neden Atatürk resmi yapsın ya? Neden Atatürk’e şiir yazsın? İlla birine yazacaklarsa, Ülkühan’a yazsınlar şiir. Atatürk’e şiir yazmasın yani, hiçbir şeyi Atatürk’e borçlu değiller… Zaten bir dolu şeyi bu koca ailenin içinde öğreniyorlar. Hesap kitap yapmayı da, başka başka dillerde konuşmayı da, sporu da, müziği de, edebiyatı da. Bu çocukları zamanında, o hastanede, onların hayatını satın almak isteyen devletin elinden kaçırdım. Bugün de, okul dışında öğretmeye çabaladıklarımla benzer bir şeyi yaptığıma inanıyorum.

O telefon gelmeseydi son kez. Test yaptırmasaydın. Bilmeseydin. Nasıl bir hayatın olacaktı sence?

Evlenip çocuk yapacaktım galiba… Ve tabi en büyük hayalim; -tekrar dönmek üzere ama- bir süre Güney Amerika’da yaşayacaktım. Şimdi çocuklarım var, evet. Ama Güney Amerika hayali ertelendi gibi görünüyor.

“O gece”yi hata olarak mı adlandırıyorsun?

Hata olması için mevcut durumdan memnuniyetsiz olmam gerekir. O gece birileri tarafından, ahlak yargılaması ile “hata” olarak adlandırılsa bile, ben bu hataya tapıyorum! Şu an geçmişe döneyim, biri bana “Bu Bacardi’yi içme” desin. Ben yine içeyim, yine sarhoş olayım, yine o kadın beni yerden kaldırsın, yine, yine… Bu çocukların olmadığı bir hayat düşünemiyorum. Banyoda asılı iki küçük bornoz görüyorum her sabah, o iki bornoz benim dünyam. Onlarsız bir hayatın düşüncesi bile çok kötü. Biri çıkıp gelse, “O DNA sonucu yanlıştı” dese, artık hiçbir şey ifade etmez inan…

* Kişi isimleri değiştirilmiştir.