Uzunçorap’taki yazımda merak konusu olmuş, açıklama yazayım dedim.
Copyleft’in Türkçe’ye çevrilmesi mümkün değil. Copyright, kavramı bilindiği üzere, telif hakkı demek. Yani, yazarın, müzisyenin, yaratıcının ve daha çok yapımcının, tüccarın eser üzerindeki maddi haklarını tanımlar. Copyright, kopyalama hakkıdır ve “all rights reserved” ile tamamlanır; yani, “tüm hakları saklıdır” der. Buna karşılık, copyleft eserlerin kamuya açık olması prensibini savunur. Copyleft 1976’daki ilk kullanımlarından birinde “all wrongs reserved” olarak tamamlanır.
Ben burada, kendimce işin etik yanını tartışacağım.
Esasen copyleft kavramı, 70’li yılların ortasında bilgisayar yazılımları konusunda gündeme gelir. Yazılımların özgürce geliştirilebilmeleri, paylaşılabilmeleri ve şirketlerin kontrolünden çıkarılması için devrimci bir öneridir. 1983 yılında özgürlükçü yazılım aktivisti Richard Matthew Stallman tarafından yazılan GNU Projesi ile olay Linux’a ve bildiğimiz copyleft tartışmalarına kadar varır.
Yazılımların açık kaynaklı olması tartışması bir kenara, internette paylaşım, bireylerin, devletlerin, büyük firmaların ve STK’ların tartışma konusu. Son 15 yılda, internetin yaygınlaşması ile korsan yoldan müzik, film, yazılım ve kitapların paylaşımı hep kontrol altına alınmak istendi. Tüm dünyada internet kullanımına ilişkin düzenlemeler yapıldı, yapılmaya çalışıldı, buna karşı çıkıldı, eylemler yapıldı; kimi zaman başarılı olundu ve hükümetler geri adım attı; kimi yerlerde devlet tüm kontrolü elinde tuttu. Bu yasalar, parlamentolarda satın alınmış temsilcileri olan büyük dağıtım firmalarının talepleri ile kaleme alınmıştı, isyan edilmezse olmazdı. Edildi; ancak korsan konusunda toplumun bilinçlendirilmesi çalışmaları da bazı yerlerde başarılı olmuştu; insanların kimisi, korsan eser almaya gönülden karşı çıkıyorlardı, sanatçı olmadıkları halde.
Mesele buradadır zaten. Neden paylaşmak kötü olsun ki? Yoksa birileri bizim paylaşıyor olmamızdan zarar mı ediyor? Yoksa, kârlarına kâr eklemek, doymaz gözlerini doyurmak mı dertleri? Bir filmi birisine hediye etmek istersem, DVD’sini satın alırım; o DVD satın almam için hazırlanmış bir üründür, maliyeti vardır, parasını öderim, çıkarım. Ama aynı filmi (DVD’si olsa da olmasa da) kendim bulup kaydedebilirim de. Bu kitabın fotokopisini hediye etmeye benzer. Bizim sıradan bireyler olarak, yatıp kalkıp yayınevlerine, dağıtımcılara kâr taşımak gibi bir amacımız olmamalı. Bu aptalca.
Bakın E.T., Spielberg’in meşhur filmi, bütçesi 10 milyon dolarmış. Film sadece ilk gösterim haftasında ABD’de kendini amorti etmiş. Açılış haftası gişe hasılatı 11 milyon dolar. Bu film, dünya çapında 792 milyon dolar hasılat yapmış, sadece sinemada. Bu rakamların içinde DVD, TV satışları, yan ürün, reklam gelirleri yok. Universal’i takdir ediyorum ama E.T. için bir kuruş daha vermem.
Bu birinci nokta, diyeceksiniz ki, yeterince kazanmayan bağımsız yapımlar için bunu söyleyemezsin. Ama ben zaten, boktan bir kamerayla, filmin sinemada gösterimi sürerken çekiminin yapılmasını, lümpen dallamaların sokakta satmasını doğru buluyorum demiyorum. Bir filmi izlemek için illa ki para ödeyeceksin önermesine karşıyım (dolayısıyla sokaktaki korsancılara da karşıyım). Eğer bir filmi, bir yönetmeni seviyorsam, ben zaten sinemaya gidip ona para kazandırıyorum; DVD’sini satın alıyorum. Ama yapımının üzerinden yıllar geçmiş, hatta TV’de yayınlanmış bir filmin paylaşımının kontrol edilmesine karşıyım. Aynı şey müzik için de geçerli, sanatçıyı seviyorsan zaten gider satın alırsın. Eğer hiç paran yoksa, açarsın Youtube’u ya da başka birini ya da bulursan MP3’ü indirirsin dinlersin.
Dikkat edilirse, tümüyle kontrolsüz bir mekanizma önermiyorum. Ama siz (yasa yaptırttırıcılar) insanların paylaşımına karışmazsanız, insanlar da size karşı daha saygılı olurlar. Bundan eminim.
Sinema, diğer tüm sanatlar gibi, üretildiği andan itibaren kamu malı olmalı. Yapımcıların aşırı zenginleşmesine yarayan telif hakkı yasaları, evet yasal olabilirler ama doğru değiller. Tıpkı o şakadaki gibi “All wrongs reserved”
Bunlar, kapitalizmin dayattığı yasalar. Bakın adamlar Dünya Su Forumu yapıp, dünya çapında suyun “teliflendirilmesi” için çaba sarfediyor. Ardından, ülkenin başbakanı “Sular boşa akıyor” deyip, ülkenin dört bir tarafındaki dereleri birilerine ruhsatlandırmaya çalışıyor. Bu da aynı noktadır. Kamuya ait şeyleri alınıp satılır hale getirmek için, paylaşımı yasaklamaya çalışmak.
Ankaray dedikleri hafif Ankara metrosuna biniş sırasında, duruma göre tek yönlü bilet alırdınız. O bilet bir dönem, bir saat gibi bir süre içinde bir biniş hakkı daha verirdi size. Eğer binmezseniz o hakkınız yanardı. Ben Kurtuluş durağında indiğimde, merdivenlerde, yaklaşabileceğimi hissettiğim insanlara bileti verirdim. “Ziyan olmasın, şunu alın” deyip çok sefer bilet vermişliğim olmuştu. Sonra zamanla bu hoşluğun bana özgü olmadığını, özellikle ara duraklarda insanların birbirlerinin eline bilet tutuşturduğuna tanık oldum. Çok hoşuma giderdi bu paylaşım. Bir zaman sonra, özellikle liselilerin bindiği duraklarda, (Bahçeli’de çok olurdu bu) öğrenciler turnikelerin yanında bekler, inenlerden bilet isterlerdi. İnsanlar da onlara bu biletleri verirdi. Bilmiyorum, böyle dayanışmalar sadece Ankara’da mı olur, ama en can sıkıcı olanı, belediyenin bu aktarma planını iptal etmesi oldu. Bir kere daha nefret ettim şu İ. Melih Gökçek’ten; yani orada küçük bir toplumsal olay oluyor, bir güzellik, paylaşım, bir şey ve gene birileri höst deyiveriyor.
Yukarıdaki resimde, bir torenti paylaşanların listesi var. Rastgele bir torrent. Dünyanın ayrı yerlerinde insanlar birbirleriyle bir şeyler paylaşıyor. Bir sürü bayrak, çeşit çeşit. Ama bu arada eğlence endüstrisi, oyun firmaları, yayıncılar batmıyor.
Telif haklarıyla ilgili bir başka sorun, büyük stüdyoların filmlere sonsuza dek ve tüm galakside geçerli olacak şekilde el koymaları. Türkiye’de bile sözleşmelerde “Samanyolu galaksisinde” yazılmasına alışıldı. Keza, henüz ortaya çıkmamış teknolojileri ve gezegenleri de sözleşmeye katmaya çalışıyorlar. Umarım, başka gezegenler filan gündeme geldiğinde onların kapitalist yasaları çoktan tarihe karışmış olur.
Daha söylenecek çok şey var. İlk önce TV programlarının pasif takipçisi olmak yerine, internette kendi programınızı çıkarabilirsiniz. Ben size izin veriyorum, istediğiniz filmi indirin, istediğiniz müziği dinleyin. Eğer bu şeylerden sevdiğiniz olursa, onu satın alın. Paranız varsa. Paranız yoksa ölene kadar serbestsiniz.
Sanat herkes için ve bedava olmalı.
2 Örnek Sanatçı
1.Godard korsan yasasına karşı
Fransız Yeni Dalga sinemasının baş isimlerinden Jean Luc Godard internetten korsan film indirmeyi savundu. Les Inrocks adlı Fransız menşeli kültür sanat dergisine konuşan Godard şunları söyledi: “Ben tabi ki HADOPİ’ye (Fransa’daki internet içeriğine dair telif yasası) karşıyım. Entelektüel hak diye bir şey yoktur. Çalışmaların miras olarak devredilmesine karşıyım. Bir sanatçının çocuğu anne babasının yaptığı çalışmaların telif haklarından yararlanabilmeli diyorlar, yetişkin olsa da. Ama sonrasında Ravel’in çocuklarının neden Bolero’dan gelir elde ettikleri bana pek açık gelmiyor.”
Godard’ın tartışmaya müdahil olmasının nedeniyse (Godard’ın her zamanki aykırı görüşlerinin yanında) Fransa’da bir gence internetten yüklü miktarda telif hakkı olan ürünü yasal olmayan yollardan dolayı indirdiği için verilen para cezası. Fransa’da 2010 yılı başında uygulamaya geçen HADOPİ yasasına göre internet üzerinden telif hakkı ihlal edenlere üç kez uyarı geliyor ve üçüncü uyarıda hapis ve para cezası uygulanıyor.
2. “There could be a thousand reasons why you don’t want to give your money to a corporation like Apple every time you want to hear a song. So why not steal music, but you still want to give your money somehow to the musician.
If I ever illegally come upon a copy of music, it doesn’t mean I don’t want to show my love to that musician. It just means that I don’t necessarily want to be giving my hard-earned money to sort of a vicious, cut-throat monopolist corporation.” Bonnie Prince Billy
“Bu üretim üzerinden başkaları para kazanabilsin diye kurulan sistem, kendi güzel kârının gerekçesi olarak üretimi korumayı kullandığında, kendini ufacık bir ahır hücresine kıstırılmış besi ineği gibi hisseden tek yazar ben miyim?” diye sormuş Cem Akaş, ta 2004’te, torrent yokken, “Korsan yayına güzelleme” başlıklı çıkışında: http://www.radikal.com.tr/veriler/2004/02/02/haber_104720.php
http://korsanparti.org/