Sene 2016. O gün İstanbul çevresini bir kar fırtınası çevirmişti. Tüm Trakya’yı kontrolü altına alan yoğun kar yağışı en çok İstanbul’u etkiliyordu. Okulların kapanması bir yana, olağanüstü halden toplantılar yapılmış, bazı kırsal alanlarda bulunan köylerde tahliye kararı yerliyi öfkeyle dolduruyordu. Yollar tıkanmıştı. Asıl sorun, kar yağışına rağmen daha Mayıs ayının ortalarında olmalarıydı!
Meteorologlar, iklimbilimciler ve dahası şaşkınlıktan yerlerde yuvarlanıyordu. Bu, acaba küresel ısınmanın beklenmedik bir etkisi miydi, yoksa çok daha başka bir şey mi?
Şehirdeki kaos havası büyürken bazıları bunun kıyamet günü olduğunu, dünyanın sonu olacağını düşünüyordu. Kötümser bilim insanları olağanüstü teoriler ortaya atınca psikolojik gerilim ve kurtarma ekipleri üzerindeki baskı iyice arttı. En garibi ise Türkiye’nin sadece Trakya bölgesi bu durumdaydı…
Hakan dokuz yaşındaki küçük bir çocuktu. Geniş kahverengi kaşlara, ela gözlere, çilli yanaklara sahip kıvırcık saçlı ama maalesef pek de titiz olmayan bir çocuktu. Dişlerinin hijyenine hiç önem vermezdi. Yine de ailesinin göz nuru, onların el bebeği gül bebeği idi ve o da tahmin edebileceğiniz gibi karın tadını çıkarmaya çalışıyordu. Yerdeki karlar hiç bitmediğinden çok büyük bir kar topu cephaneliğine sahipti. Ama anne babası onun ve kendi gelecekleri için endişeliydi.
Trakya bölgesindeki kümes hayvancılığı ve geniş tarım sektörü bu bölgedeki insanları beslemeye yetmiyordu. Soğuk, ekinleri ve hayvanları etkiliyordu. Şehir dışından ise hiç lojistik yardım yapılamıyordu. Türkiye’nin en büyük kültür ve turizm merkezlerinden İstanbul buzdan bir zindana dönmüştü. Hakan ve ailesi ya yiyecekleri bitince açlıktan ya da yakacakları (petrol, doğalgaz, vb.) bitince soğuktan öleceklerdi.
Hakan’ın en yakın arkadaşı Kaan ise pek cesur sayılmazdı. Risk almaktan kaçınır, kötümser görüşleriyle diğerlerini de paniğe sokabilirdi. Düz ve suyla ıslatılmış gibi görünen bakımlı kısa kahverengi saçlarının aksine mavi gözlere sahipti. Derslerinde başarılı olan bu çocuk doğasever ve iyi niyetli olmasına rağmen ukalaydı.
O gün yapabildikleri en büyük kardan adamı yapmaya karar vermişlerdi. Önce belirledikleri yere bir sürü kar yığıp o karı şekillendireceklerdi; çünkü farklı noktalarda yapılmış kar topu parçalarının taşıyamayacakları kadar büyük ve ağır olmasını bekliyorlardı. Ve çalışmalara başladılar.
Büyük bir gayretle alabildikleri kadar karı belirli noktaya yığıp şekillendirdiler. Kardan adamın kafasına ulaşmak için bir merdiven gerekiyordu. Merdiveni Kaan’ın babasından ödünç aldılar. Ve tam 3 metrelik bir kardan adam yapmalarına az kalmıştı. Son adım, havucu takmak kalmıştı. Ama tam havucu taktıkları an zemin bu ağırlığa dayanamayıp çöktü.
Maalesef Kaan yerdeki tarih öncesinde kalma buz mağarasına düşüverdi. Yukarı çıkamıyordu. Hakan da onun yanına ona yardım etmeye indi. Fakat, tam o anda dökülen karlar çıkışı kapadı. Şimdi başka bir çıkış bulacaklardı. Başka bir çıkış olduğundan eminlerdi çünkü her yer zifiri karanlığa dönmediği için gün ışığının içeri girebildiği başka bir delik vardı. Buz ve kar tüm ışığı güzelce yansıtabildiği için her yer yarı aydınlıktı. Buzdaki mavi ve loş ışık mağarayı eşsizleştiriyordu.
İki küçük kahramanımız yolculuklarına başladı. Normalde her türlü aptalca şeyi yapan Hakan’ın bile cesareti kırılmıştı. Ağızlarından çıkan soğuk nedenli dumanı umursamadan yürüyorlardı. Titremelerinin nedeni korku mu, yoksa soğuk muydu, emin değillerdi.
Uzaktan gelen ayak sesleri ve bir anda çıkıp yok olan gölgeler gerilimi çok artırmıştı. Ardından hırıltılar ve nefes alma sesleri geldi. Tam o anda Kaan ensesinde bir şey hissetti. Sanki canlı bir şey ona dokundu.
Ve bir nefes. Dokunan şey soğuk ve bir o kadar da sıcaktı. Buğulu bir hava ve ürkünç sesler. Tüyleri diken diken, yüzü bembeyaz oluyor, vücudu çok yüksek miktarda adrenalin salgılıyordu. Bir korku refleksi olarak ağzı kurudu ve kalp atışları hızlandı. Arkasını hızlıca döndü ve hiç bir şey olmadığını fark etti. Bu hiç ama hiç iyiye işaret değildi.
O sırada Hakan’ın ve Kaan’ın anne babası çocuklarını arıyordu. Yardım için karakola gitmişlerdi, ama sonuç yoktu. Geriye olabilecek tek bir şey kalmıştı: Çocuklarının ölümünü kabul edip yas tutmak.
Hakan ve Kaan yollarına devam ederken birden bir şey fark ettiler. Bu buzların arkasında dev bir yeraltı okyanusu vardı. Bundan eminlerdi. Buzun arkasındaki köpek balığının gölgesi her şeyi belli etmişti. Buzun daha inceldiği bir yer aradılar. Fener balığı sürülerini izleyen dev bir timsahı kimse görmeyi beklemezdi. Bu sualtı sürüngeni tarih öncesinden kalmış olmalıydı. Bir anda Hakan bu şekli okumuş olduğu eski çıkartmalı dinozor kitaplarından hatırladı. Bu dinozorların zamanında, büyük ihtimalle Jura döneminde denizlerde terör estirmiş mozazorun yaşayan son örneklerinden biri olmalıydı. Demek, bu buzdan okyanusun içinde saklanarak meteordan kurtulmuştu. Oysaki memeli hayvanların dünyayı ele geçirmesini sağlayan ve dinozorları yok eden meteor karada yaşayan bir kilogramın üzerindeki tüm canlıları ve sürüngen türlerinin %95’ini yok etmemişti. Ama burada suda yaşamayan bir yırtıcı olduğu da kesindi. Bir mamut fosili, dinozor yumurtaları ve dahası buzların içinde onları şaşırtmayı deniyordu. Fakat, şaşırtıcı olan kısım bir panzer hurdası, üniformalı bir asker iskeleti, uçak kanadı, bir deniz altı ve cesedi çok iyi korunmuş bir mumya.
Üniformalı askerlerin ve diğer mamut fosillerinin sayısı çoktu. Askerlerin bazıları İkinci Dünya Savaşı’ndaki bir Nazi tümeni iken diğerleri İstanbul’un fethinden kalma ya da Napolyon savaşlarından kalma idi. Bir anda büyük bir sallanma başladı. Sanki deprem oluyordu. Ama buradaki sorunlardan biri ise buzun altında duran değişik bir yaşam formu idi. Dev bir aslan yeleli, kazma dişli, ince ve açık gri tonlarındaki kürke sahip dev bir kunduz gibi idi. Bu bir ceset değildi, olmadığı çok belliydi. Hala nefes alıyordu. Bir anda yerdeki kanı fark ettiler. Daha çok yeniydi. Donmamış ve kurumamıştı. Bunu fark eden Hakan ve Kaan oradan hemen uzaklaştılar ve tempolarını arttırıp yollarına devam ettiler. O sırada canavarın bulunduğu buz çatlamaya başladı.
Bir canavara daha rastladılar. Burada buz çok ince olduğu için çok net görünüyordu. Bu suyun içinde yüzüyordu ama bir balık değildi. Çok şişman kahverengi bir penguene benziyordu. Özel bir tünel sayesinde içeri nefes almak için girdi. Fakat bir çıkış olmasına rağmen bu çıkış yeraltı okyanusuna idi ve sudaki yüksek basınç onları öldürebilir, yüzeye çıkmaya çalışırken vurgun olabilirlerdi ve hepsinden kurtulsalar bile yukarıdaki kalın buz tabakasını kırmak imkansızdı.
Kaan bu şeyi bir belgeselde görmüştü. Bu bir kuş balina idi. Bilim adamları balinaların ve yunusların nesli tükendikten sonra bunların evrimleşeceğini düşünüyordu. Ama bu daha bir yavru idi ve çok sevimliydi. Ama birden bir uğultu ve kükreme duydular. Ve ardından az önce gördükleri dev köstebek onlara doğru koşmaya başladı. Fakat, bu kuş balinanın bir marifeti vardı. Dev köstebeğe doğru midesindeki yarı sindirilmiş balık parçalarını kusmaya başladı. Koku köstebekleri uzak tutuyordu. Dev köstebek yavaş yavaş geri çekildi. Hakan’ın ve Kaan’ın nezle olmuş burunları onları çok büyük bir acıdan kurtardı. Ardından kuş balina da annesinin yanına aynı tünelden geri gitti. Kaan artık bu kadar strese dayanamıyordu. Ve buzdan bir kapıya geldiler. Sonra Kaan, Hakan’a artık geri dönüp geldikleri yerdeki karı kazmaya çalışacağını söyledi. Hakan ona buraya kadar geldikten sonra dönemeyeceklerini, hem canavarında onu yiyebileceğini söylese de boşunaydı. Kaan kuş balinanın kusmuş olduğu yarı sindirilmiş balık parçalarını üstüne sürdü ve gitti.
Hakan kapıyı açtı ve içeri girdi. İçeride parlayan bir buz küpü vardı. Bu sırf buz ve su ile çalışan bir reaktör idi. Büyük ihtimalle kar fırtınasına neden olan şeyde buydu. Ama birden küpün yanında kel bir adam belirdi. Adamın teni bembeyazdı ve üstünde kalın giysiler vardı. Teninin rengi birazcık turkuaza kaymıştı ama hala oldukça beyazdı. Etrafı kar taneleri ve azıcık da buz kristalleriyle kaplıydı. Gözlerinin akı yok, parlak siyah kürelerden ibaretti. Ama bunların dışında bir insana çok benziyordu. Cismi insan olan ve büyük ihtimalle duyamamasına ve görememesine rağmen en küçük hareketi bile hissedebiliyordu. Birden kapı kapandı. Sonra cismi insan yaratık elini Hakan’a doğru uzattı ve ağzını açarak bir uğultu sesi çıkardı ama dudaklarını hiç hareket ettirmedi. Ardından yerdeki buzlar çatırdamaya ve kırılmaya başladı. Yerdeki delik Hakan’a doğru ilerliyordu. Birden kapı kırıldı ve dev köstebek ile üstünde oturmuş Kaan içeri girdi. Kaan köstebeği yelesinden tutup kontrol ediyordu.
At binme derslerinin ilk kez bir faydasını görmüştü. Köstebek cismi insan canavarın üstüne atladı. Tam o anda Hakan cebindeki havucu hatırladı ve onu reaktöre doğru fırlattı. Havuç, reaktörü tuzla buz etti. Birden gelen flaş patlamasıyla kendilerini evlerinde buluverdiler… Böylece İstanbul’un soğukları, kar yağışı ve tipisi kendini sıcak ilkyaz günlerine ve parlak güneşe bıraktı.