Geçen yazımda fanilanın erdemlerinden bahsetmiş, “Giydirin!” diye bitirmiştim. Biraz da kendi anneliğimle dalga geçtiğim o satırlara gelen yorumlara bakınca gördüm ki, herkesin bu fanila denen nesneyle ilgili bir iki hikâyesi var. Paylaşmazsam yazık olacak.

İlk bombayı üniversitede hoca olan bir arkadaşım patlattı. Annesi test olarak bir gece fanila giymeden yatmış, ertesi gün de fırça çekmiş kadıncağıza: “Çok üşünüyormuş, hasta olacaksın!” Bu olay öyle kendisi çocukken filan da değil, daha geçen yıl olmuş. Kızımız kırklı yaşlarına girmek üzere, annesi de altmış filan olsa gerek.

Bir başka arkadaşımın oğlu asker. Küçücük çocuk daha diyor, haklı: Yirmi dört yaşında oğlu ve şu soğuk kış gününde Sivas’ta nöbet tutuyor.  Fanila giymiyormuş ama. Erkekliği bozarmış fanila.

Erkeklerde elde poşet taşımakla aynı muameleyi görüyor olsa gerek ki, ellisine yaklaşmış bir erkek arkadaşım da aynı görüşte. Fanila terörüne maruz kalmış zamanında, o gün bugündür giymezmiş. Ciddi ciddi kızıyor fanilaya, sanki karşısında kanlı canlı bir düşman var. Eline sopa verseniz girişecek “Erkek adam fanila giyer mi ulen!” diyerekten.

Bir başka arkadaşım abisini ifşa etti. Şu anda anlı şanlı bir doktor olan abimizin lisedeki futbol maçlarında annesi hazırbir elimizde terlik bir elimizde fanila beklermiş zamanında. Elinde bir yedek fanilayla.

Annemin basket sahasını basıp maçı durdurarak oğlumun sırtına havlu tıkıştırması bizim ailede anlatılmaktan bıkılmayan bir hikâyedir. Babamın “Gecelik giymeyin, pijama giyin. Koskoca kız oldunuz oranız buranız açılıyor, gelip üstünüzü örtemiyorum” dediği yılda ben otuz beş yaşımdaydım. Keza yine babamın anneme “Salihaa kapıyı açık bırakmasınıza!” dediği an, o büyük Marmara depreminin beş dakika sonrasıydı.  Anneannemin annesinin çok sevdiği bir oğlu vardı. Kendisi seksen, oğlu altmış yaşındayken, “Teefik, boynuna atkını sar oğlum, üşüme” diyordu rahmetli. Ben de bunayıp “Sen kimin oğlusun?” diye soracağım günlerde bile “Fanilanı giy” diyeceğim oğluma sanırım.

Oğlum yirmi üç yaşında, koca bir adam. Sabahları uyanır uyanmaz ilk baktığım şey ayakları (Terlik giymiş mi? Çorap giymiş mi?) ikincisi sırtı (Yine fanila giymemiş!) Çocuğa sinir geldi, günaydın yerine “Giyicem annecim” diyor. Sırtına el atmak da ayıp oluyor artık, kızıyor. Haklı. Ben olsam büyük olay çıkarırdım, o yine efendi çocuk. En fazla “Yeter ya” deyip odasına kaçıyor.

İşin komik tarafı Eskişehir’in ayazında büyüdüm ben. İnadına fanila giymezdim, karda kışta bakkala gidilecekse çorapsız, terlikleri ayağa takar fırlardım sokağa. Soğuğu severdim, sıcağı değil. Ne olduysa anne olduktan sonra oldu. Bir gün fark ettim ki buzdolabının kapağını açarken bile oğlum kucağımdaysa kenara bırakıyorum. Çünkü o kadar çektim ki çocukken ikide bir hastalanmasından, fanila ve terlik bana bir çeşit muska gibi görünür oldu. Hala da öyle. Fanila değil süpermenin pelerini sanki. Hani onu bir giyse başına hiçbir şey gelmeyecek sanıyorum. Bütün sınavlardan yüz çekecek, sokakta -Allah muhafaza- araba çarpsa, şöyle bir üstünü silkeleyip yoluna devam edecek, yakınına gelen mikroplar “Haa pardon abi, fanilalıymışsın bilemedik” deyip yüzgeri edecek.

Oysa şimdi öğreniyorum ki, çocuğu öyle sarıp sarmalamamak gerekiyormuş. Sıcak tutacağım diye hasta ediyormuşuz. Uzmanların en son kararı buymuş. Ama ben biliyorum, oğlum ne zaman hasta olsa kesin fanila giymiyordur. Onlara mı inanayım şunca yıldır çektiğime mi? Hem zaten uzmanların trendleri hakkında da ayrıca yazmak istiyorum bir gün. Zırt pırt fikir değiştiriyor gibi geliyorlar bana.

Bakın yukarıda iki örnek verdim. Fanila giymiş iki başarılı insan. İkisine de anneleri fanilasını muntazaman giydirmiş. Biri yılların profesörü, diğeri yakında olacak. Yani kimse bana “Fanila da ne işe yarıyormuş?” demesin bundan sonra, anlatabiliyor muyum?

Çocuğunuzun büyümesinin iyi tarafı o eski gariban, masum halinden eser kalmadığı için küçükken size çektirdiklerinin öcünü bir nebze de olsun alabilmeniz. Eskiden kıyıp da fırlatamadığınız o terlikleri artık ele almanın zamanı geldi anneler. “Her çocuk fanilasını, çorabını giyse dünya ne güzel olacak hâlbuki” diye dalga geçen arkadaşlarıma rağmen anneliğin sağduyusuyla size sesleniyorum: Bir elimizde terlik, bir elimizde fanila, çocuklarımızın yılmaz bekçisiyiz. Ya giyecek, ya yiyecek!