Yaz denince ilk önce tatili hatırlamak çok eski bir çocukluk geleneği galiba. Okullar kapanır, karneler alınır, bisikletler yağlanır, hadi sokağa! Bazı sabahlar mahallenin halı yıkama günü, kapı önleri köpük köpük. Bakkalın önünde duran kasalara oturup gazoz içmek mahalle çocuklarının en büyük modası. Lastik atlamalar, evden gizlice kaçırılmış cam çerçeve kap kacakla kapı önlerinde kurulan çocuk pazarları, deniz kenarı piknikleri, kızarmış hamur kokusu, camide kuran kursu, kilisede incir ağacına dalmaca, eski ayakkabılara karşılık elma şeker veren muhallebici, zincirli dönme dolap, haşlanmış mısır kokusu, kukalı saklambaç, akşam ezanında pencere önlerinde sıralı anneler, baban geldi, hadi yemeğe sesleri. Zihnime yer eden ne varsa yaza dair hepsi çok güzel. Kalabalık sofralar, babaanneler, dedeler, kuzenler, Alman çikolatası, köy yolculukları, Bandırma feribotu, Erdek sahilleri, yokluğunda çok kitap okudum’lu şarkılar… Öğle sıcağında evin en gölge odasında okunan kitaplar, limonata ve pötibör bisküvi. Kokular, anılar, sesler zihnimde dans ederken her birinden giderek uzaklaştığımı fark ediyorum.

Şimdi sıkıştırılmış günlerden ibaret sanki yaz. Denize mi gitsek, aileyle mi vakit geçirsek, o çok istediğimiz Prag turu ne olacak peki, hayır kampa gidelim demiştik, bu sıcakta hiçbir yere gidilmez, evden çıkılmaz, hadi bir film koy da izleyelim. Büyümek tembelliği, kararsızlığı, aklına eseni yapamamayı, yediğin dondurmaların bedelini misliyle ödemeyi gerekli kılıyormuş bazı bazı. Oysa bakkala gidip bütün çikolataları alıp, istediğim zaman istediğim kadar yiyebilmek sanırdım; değilmiş.

Şefkatli mevsimimizdi bizim yaz. Zengini fakiri karpuz peynir yer, bizi eşitler, aç açıkta üşüyenimiz olmazdı, içimiz rahat, derdi babaannem. O bitmek bilmez yaz gecelerinde, bir eliyle sivri sinekleri kovalayıp bir eliyle saçlarımızı okşarken. Kocaman bir yer yatağında bildiği çerkes masallarını anlatırdı, o yetmeyince hayat dersi konulu bitmek tükenmek bilmez hikayelerini, bilmem kimin kızını, gece gözüküp sonra kayboluveren üç harflileri. Bilmezdi ne çok korkardık o hikayelerden ama yine de anlatsın isterdik.

firtinali-gece-5

Babaanne sesi değmiş, içinden yaz şefkati geçmiş bir kitaptan bahsetmek isterim: Fırtınalı Gece.

Fırtınalı Gece, Debi Gliori´nin Stormy Weather kitabından çevrilen ve İş Bankası Kültür Yayınlarından çıkan kitabı. Kitap, tam olarak mis gibi huzur dolu bir “uyku öncesi” hikayesi… Hatta o huzur dolu uykuyu garanti edebiliyor diyebilirim.

Debi Gliori’nin daha önce yazdığı kitabı Akıllı Tilki’nin Masalı’nda olduğu gibi, kahramanlarımız yine tilki ve annesi. Bu anlam da bir devam-dizi niteliği de taşıyor. Annesi tarafından hiç sevilmemiş biriyseniz biraz can acıtabileceği doğru ama ufaklığa ne olursa olsun onu sevip koruyacağınıza, güvende olması için elinizden geleni yapacağınıza, zorlukların üstesinden beraber gelebileceğinize dair şiirsel bir aktarım sunmak isterseniz Fırtınalı Gece tam olarak aradığınız kitap olabilir. Çevirisini Ali Berktay’ın yaptığı kitapta anne tilki yatağa yeni girmiş yavrusuna  “Yavrucuğum sarın yorganına, söndür ışığını, geldi, artık iyi geceler deme zamanı, gömül gecenin koynuna, bırak kendini uykunun kollarına, merak etme anneciğinin gözü her an üstünde sakın korkma.” der ve başlar masalını anlatmaya… Öyle bir masal ki o an dünyanın farklı yerlerinde şu an okunana iyi geceler masallarına selam ederken, ne olursa olsun yavrusunu koruyup kollayacağını, her fırtınanın, her zorlu koşulun bir yaşama biçimi olduğunu sevgi dolu sözcüklerle anlatıyor.

Resimleriyle birlikte sakinleştirici, yatıştırıcı bir dengeye sahip Fırtınalı Gece, özellikle okul öncesi çocukların ve anne babaların çok sevebileceği bir kitap. İster öğle uykusuna, ister mis kokulu iyi geceler öpücüğünün yanına çok yakışacak…

Keyifli okumalar ve mutlu anılar biriktireceğiniz upuzun, sıcacık bir yaz dileklerimle.