Metin Solmaz: Benim annem 17 yaşında köy öğretmeniymiş Sivas’ın bir köyünde. Şimdi düşünsene 17 yaşında bir kız Sivas’a bilet alıp gidemez kendi başına.
Bülent Somay: Y kuşağı 20’lerinde ve hâlâ ailesiyle yaşıyor. Biz bunu kapitalizmin getirdiği bir şey olarak görüyoruz. Ama aynı zamanda mezar kazıcısı. Çünkü o gençler maalesef duygusal olgunluğa ulaşmamış ama politik görüşleri olan, dünyayla internet üzerinden bağ kuran bir kuşak. Biz neden korkuyorduk? 25 yaşına gelecek adam evinde oturuyor. Ama anne babadan başka bir şey bilmiyor… Öyle olmuyor. Hem evinde oturuyor, çünkü ekonomik bağımsızlık şansı tanımıyor kapitalizm ona. Hem de dünyayla çatır çatır bağlantılı. Annesinden babasından çok daha fazla şey biliyor. Çok daha fazla bağlı dünyaya. Ve bu sefer o anneyi babayı değiştirmeye başlıyor.
M: Hem de annesiyle bizim kuşaktan farklı olarak kavga etmeden varlığını sürdürmeyi de beceriyor.
B: Yenidir o, kavga da ediyordu muhtemelen. İşler bu noktaya geldiğinde anne baba da zaten o kavganın faydalı olmadığını fark etmiştir. Ve kavga o taraftan bitmeye başlamıştır.
M: Çünkü bu çocukların bir kısmının annesi babası AKP’li basbayağı.
B: Ya da CHP’li. Ama CHP’li anne baba da “çıkın sokaklara ellerinize Mustafa Kemal pankartıyla yürüyün devirin bu şeriatçıları” demiyordur. Onlar da gene “Aman çocuğum” diyordur. Gözü dönmüş partizan anne-baba azdır CHP’lilerin içinde de. CHP’li olanları da AKP’li olanları da “Aman evladım yapma” diyordur. Sonra baktılar yapma diyerek olmayacak bu, çocukları durdurmak mümkün değil…
M: Çocuklar bariz haklılar bir de.
B: Bu çocuk haklı. AK Partili anne baba eğer ki çocuğu “karanlığın farkında mısın şeriat geliyor” diye sokağa çıksaydı o anne-baba böyle olmazdı. Öyle çıkmadığını da görüyor. Başka bir derdi var çocukların. “Ben insanım, kürtajıma karışma, içkime karışma” diye çıkıyor. O anne baba zaten karışmamayı öğrenmiş. Onun öğrendiğini kendini baba zanneden başbakan da öğrensin diye istemeye başlıyor zaten: “Ben karışmıyorum, sana ne oluyor?”
M: Bu kuşak biraz bize göre rahat büyümedi mi?
B: O biraz çaresizlikten. Müdahale edeceksin de ne olacak? Eskiden eve kapatırdın. Şimdi eve kapatırsan bilgisayarı açıyor. Sen gençliğinde ne kadar porno seyredebildin?
M: Ben birkaç afacan sinema anısını saymaz isen gençliğimde porno seyredemedim. Öyle bir erişimim yoktu.
B: Şimdiki çocuklar 18’inde pornodan sıkılmış oluyor. Pornografinin eleştirisi onlardan gelecek bizden gelmeyecek.
M: Bir de düz şiddet de görmedi bunların hiçbirisi. Ben evde hiç şiddet görmedim ama okulda çok gördüm. İlkokul, ortaokul ve lise denilen 11 yıllık zaman şiddet kaynağıydı. Öğretmenler sürekli öğrenci döverdi. Şimdi hemen hemen hiç bir okulda böyle bir şey kalmadı. Bir şey olsa hemen videoya çekip Youtube’a koyuyorlar.
B: Ben de evde hiç şiddet görmedim. Ama okulda da şiddet görmedim. Özel okuldaydım çünkü. Hayatta bir kere bir hoca bana vurmaya kalktı, ıskaladı ve kafasına bir şey düştü. Ben orada iyiyim. Ama arkadaşlarımdan gördüm. İşin bir de bu yanı var. Arkadaşım demeyelim de sınıf arkadaşlarımdan şiddet gördüm. 13 yaşından başlayarak “karate öğrenip ben kendi başımın çaresine bakmalıyım bana elini kaldırmaya kalkanın çok kötü canını yakıp bu herife dokunmayın” olayını yaratmam ancak lise 2- lise 3’e denk gelir.
M: Şimdi bu çocukların böyle şeyleri bulmasına gerek yok. Evde yok, okulda yok, arkadaşlarında yok, devlet terörü de azalmış durumda.
B: Ben inek kabul edilen bir öğrenciydim. Yaşım da küçüktü. Sınıfıma göre tipik nefret edilen öğrenci tipiydim. Şimdi ineği de var, iti de var, daha liseden politik olmuşu da var. Bunların hepsi bir arada yaşamayı öğrenmek zorunda kalıyorlar.
M: “Aklın yolu birdir” diye giderdi herkes bizim zamanımızda. Şimdi bunlar “akıllar bir arada güzel güzel yaşayabilir” diyorlar, teorisini çizmeden güzel güzel gösteriyorlar, yaşıyorlar. Ne oldu da böyle oldu?
B: Zaruret büyük bir öğretmen. “Kendi başıma hiçbir şey yapamayacağım”. Bunu fark ettiler. Bir de dayak yiyeceksin sonunda. Dolayısıyla TKP’liler, işte oldukça milliyetçi bir çizgide olan TKP’liler Kürtlerle yan yana durmayı öğrendiler.
M: Müthiş edepliydiler. O “Boyun Eğme”nin yanına TKP logosu bile koymadılar.
B: İP’liler öğrenmemişlerdir.
M: Onlar bile parkın içinde çok uslulardı.
B: Onlar parkın içinde durmadılar çok.
M: Mesela İstiklal’e çıkıp propaganda yapıyorlardı bütün iticilikleriyle fakat parkta kimse izin vermiyordu propaganda yapmalarına.
B: Benim onların bir şey öğrenebileceğine itikadım yok.
M: Parkta rıza gösteriyorlardı…
B: Olay çıkarmayalım durumundaydılar. TKP’liler öğrendi gerçekten. Milliyetçi olmamayı öğrendiler. Antikapitalist Müslümanlar namaz kılarken etraflarında nöbet tutanlar arasında TKP’liler de vardı muhtemelen. Öğrendiler. Şimdi TKP de artık eskisi gibi olamayacak. TKP bir örgüt olarak eskisi gibi kalabilir. Yapılar çok zor değişir. Örgütlü yapılar kendilerine ideolojik bir kabukta oluşturduktan sonra çok zor değişir. Ama TKP’liler çabuk değişir. TKP’liler zaten değişiyordu hep. Bakarsın üniversitenin son yıllarında TKP’lilerin çoğu dağılırlar. Liseden yeni adam toplar TKP. Sabit bir miktar gösterir etrafa. Ama birileri gidiyor, birileri geliyordur. Zaten öyleydiler. Akışkandılar. Şimdi o akışkanlık artmıştır muhtemelen. Akışkanlık artarsa ideoloji de değişmek zorunda kalır. Bugün televizyonda sol gruplar arasında bir tartışma yap, şimdiki TKP başkanı göğsünü gere gere “Türk’üm” diyemez. Bundan 4 sene önce dedi. Şimdi diyemez. Öyle düşünemez de zaten. İçimden geçiyor “Ne mutlu Türküm diyene ama burada demeyeyim” de demez. İçinden gelmez. Bir şeyler değişiyor. O yüzden de bir turnusol kağıdı gerçekten var. IP değişmeyecek ama. Açıklamaları gördün. Doğu [Perinçek] içeriden ne dedi bilmiyoruz ama genel başkan yardımcısı ciyak ciyak “evet, Mısır’da esas devrim şimdi olmuştur, iktidar devrimci güçlerin eline geçti” dedi. Darbeden sonra söylediği bu. O kafanın değişmesi mümkün değil. MHP’li çocuklar da katıldı direnişe yer yer. Değişmeyecekler onlar da.
M: Diğerleri?
B: Gezi’ye az gittim. İki ya da üç kere. Fakat her gidişimde Bilgi Üniversitesi’nden (tanıdığım bildiğim politik örgütlenmenin minimum olduğu bir üniversite) bir sürü öğrenci gördüm. Temizlik yapıyorlardı. Hangi örgüte bağlı olarak? Allah biliyor yok bir şey. “Hocam nasılsınız?” diye geliyorlardı. Konuşuyorduk, sonra ellerinde naylon torbalar yerden çöp toplayarak işlerine devam ediyorlardı. Bu çocuklarla sonra ne yapacağız? Sorunumuz da burada zaten. Devrim dedik, anlaştık. Zaten olmuş bir anlamda. Bu devrim şunu da getiriyor; özel hayatla kamusal hayat arasındaki ayrım şallak mallak oldu.
M: Hatta gelecekte muhtemelen iş hayatıyla özel hayat arasında falan da bir ve aynı hayatı yaşamaya başlayacak insanlar. Zenginler de biçim değiştiriyor. Hâlâ servet düşmanıyım ben ama eskisi kadar sırça köşklerde yaşayan zenginler yok.
B: Etrafına duvar örülmüş siteler gerçeği hâlâ var. Bunları ihmal etmeyelim. Bunlar var artık. Ama mesela artık Başakşehir öyle olmayacak. Orta sınıf siteleri de kendilerinin üstündeki sitelerine özenip onlara benzemeye çalışıyordu. Şimdi o biraz fosladı. Başakşehir fazla büyüdü bir de. AKP’nin kendini bilmezliğinin sonucu olarak bu tür orta sınıf yerleşimleri fazla büyüdüler. Korunaklı siteler olma şansları kalmadı ardık. İnternet bağlantısını da kesemezsin. Bütün o burjuvazinin yani yeni İslami burjuvazinin çocukları ağa bağlılar. Benim zaten başka bir teorim var. Ben Recep Tayyip Erdoğan’ın 3 çocuk yapın, içki içmeyin, kürtaj cinayet, zaten sezaryen de yaptırmayın, bağıra bağıra doğurun… Bütün bu müdahalelerinin aslında sana ya da bana olmadığını düşünüyorum. Biz onun umurunda değiliz. Senin karın benim karım kürtaj yaptırsa Recep Tayyip Erdoğan’ın derdi mi olur? Nitekim kürtaj konusunda aldığı tedbirlere bak, senin ya da benim karım ya da olsaydı kızlarımızın kürtaj yaptırmasını engelleyen şeyler değildi onlar. Kendi çocuklarını engelliyorlar. Kürtaj için doktora gidersen doktor börtü böceğe haber veriyor. Kim korkar bundan? Kendi çocukları. Senin benim karımız, çocuğumuz korkmaz ki bundan. Benim kızım olsa 18 yaşında olsa ve kazara hamile kalsaydı, “Baba para ver de aldırayım” diye gelecekti bana. Doktorun gammazlaması gerekemeyecekti. Ve bu sadece bende değil. “Yeni ilişki kuruyor gençler aileleriyle” diye konuştuk ya demin, bu yeni ilişki bu tehdidi geçersiz kılıyor. Bu tehdit kimin için geçerli? Yeni burjuvalaşmış ya da üst nokta sınıflaşmış kendi adamları için geçerli…
M: O zaman planını kutuplaşmayı arttırıp geri kalanları nüfus olarak küçültmek olarak kurdu.
B: Aynen öyle. Şimdi içki yasaktır, demiyor adam.
M: Duvar örüp içinde içirtmeye çalışıyor.
B: Öyle bir içki sistemi kuruyor ki kendi çocukları denetim altında olacaklar. Yani yeni gelen orta sınıfın İslamcı gençlik dediği kendi çocukları dindar nesil dediği çocukların içki içmesini engellemeye çalışıyor. Neden? Çünkü o nesil tehlikeli bir nesil. Kızlar başlarını örtüyorlar ama Levi’s kotu da giyiyorlar alta. Erkek arkadaşları var. Belli mi olur bunların ne iş yapacakları hamile de kalabilir bu kız başını açmadan. Başını harama açmaz da sevgilisine açar. “Allah huzurunda nikâhlı kabul edilebiliriz” diyebilir bir gün. Bunlardan korkuyorlar, buna karşı alıyorlar önlemlerini. Sana bana karşı almıyorlar. Bizim özel hayatımıza müdahale ediliyor diye tepinmemiz çok anlamlı da değil, edilmiyor çünkü. Öteki çocuklar “özel hayatımıza müdahale ediliyor” dedikleri gün bunlar batacak -ki demeye başladılar. Mesela şu anda başörtülü kızların rol modeli olan ‘90’lardan beri bu konuda yazan çizen bir takım kadın yazarlar ortalarından eşekten düşmüş karpuz gibi ikiye ayrıldılar Gezi’de.
M: Bir taraftan da Hidayet Şefkatli Tuksal’ı koy.
B: Cihan Aktaş Türkiye’de başörtüsü konusunu ciddi olarak inceleyen ilk insandır hapis yattı kadın.
M: Ama Nihal Bengisu da nal gibi duruyor orada.
B: Dursun. Neydi o makyajlı bol yüzüklü örtülü kızımız. TV türbanlısı. O da öbür tarafta. O hatta şey şimdi eli palalılara güzellemeler düzüyor. Ama çok belli oldu artık. Hilal Kaplan, Nihal Bengisu ve adını unuttuğum o kız yani onlar ayrı taraftalar. Bu tarafta Hidayet Hanım, Fatma Barbarosoğlu, Cihan Aktaş. Erkek tarafına geç rol model olarak Dücane Cündüoğlu. Yasin Aktay bu tarafta. Gitti o tarafa ne yaparsa devletli, Tayyip Erdoğan doğrudur diyor şimdi. Fehmi Koru bile “bi dakka abi n’oluyo” diyor.
M: Nazlı Ilıcak bile bi’ dakka diyor…
B: Onun rol modeli değil.
M: Onun rol modeli değil ama bu paniğin kerterizi de Nazlı Ilıcak olabilir.
B: Ben Nazlı Ilıcak’ı ‘70’lerden Akşam gazetesi zamanından bilirim. Benim için dehşet verici bir figürdü, çünkü o sırada faşistlerin yanında bir isimdi her zaman. Vallahi üzülerek ifade ediyorum Nagihan Alçı’yla yan yana koyduğun zaman ciddi bir şekilde solda kalıyor. Yani bunların rol modelleri de yarıldı. Tamam, kalabalık tabii ki devletin paranın popülerite imkânlarının olduğu yerde kaldı.
M: Bir de o tarafta iyi kötü onları temsil eden bir parti var bu tarafta onları herhangi bir şekilde temsil eden bir karşılığı yok. Daha doğrusu Türkiye’de ikinci bir parti yok bundan da korkuyorlar.
B: Orada bir yarılma bence var gerçek bir yarılma. Dücane Cündüoğlu diye biri var artık, ne diyor diye bakmak zorunda olduğumuz biri. Eliaçık’ı falan saymıyorum o zaten bizdendi. Bekaroğlu bile sayılmaz. Bir de bunlara doğru gidenler var. Çok eğlenceli. Hiçbir işe yaramıyorlar çünkü. Halil Berktay o tarafa doğru gidiyor. Ama kimseye bir faydası yok ki. Onlara bir faydası olsun. Sol taraftan kaybettiklerimizin esamesi okunmaz. Ciddiye alacak bir yanı yok çünkü. Ama onların kaybettikleri önemli rol modeller. Fatma Barbarosoğlu önemli bir rol model. Tamam televizyonda o kadar görünmüyor, o tuhaf kız çok daha pop. Ama merak etme uzun vadede Cihan Aktaş, Hidayet Hanım, Fatma Barbarosoğlu daha önemli.
(Bu pop kızın adını sonradan hatırladık: Esra Elönü olmalı)
M: Zaten Tayyip Erdoğan da pek TV’de görünmüyordu başa gelirken.
B: Bütün bu kızlar okumaya başladıklarında tabii Tanzimat’tan 12 Mart’a kıyafet sorununu da okuyacaklar. Cihan Aktaş’tan türbanın icadını okuyacaklar. O garip kızın eli kalem tutar mı o kadar yüzükle?
M: O bir kanaat önderi değil zaten, o bir magazin figürü.
B: Magazin figürlerinden de rol modeli çıkar anlamında söylüyorum. Ama Hilal Kaplan bir rol modeldi. Hilal Kaplan mesela rol modeli olamayacak kadar tâbi birine dönüştü. Yarılmanın güzel tarafı o. Yarılmada bu tarafta kalanlar o kadar tâbi, o kadar biat etmiş o kadar esamesi okunmaz varlıklara dönüşüyorlar ki… Yasin Aktay. Ben Yasin Aktay’ın doktora tezini ciddiye alırdım. Tezimde kullanıyorum hatta. Yasin Aktay’ın son iki senedir söylediği ciddiye alınabilir herhangi bir cümle yok.
M: Recep Tayyip Erdoğan nereden oy alamayacağını iyi biliyor. Çocuğun matematiği zayıf diye matematik çalıştırmak büyük hatadır. Hangi dersi kuvvetliyse onu çalıştıracaksın. Türkçe çalışsın bir halt olsun. Matematikte eksik kalsın. Tut ki başbakan bunu hakikaten fark etmiş ve müthiş zeki stratejiler içinde, zayıf olduğu yere çalışmıyor. Ama bu adam nasıl dönüp de elin Guardian’ının bile dalga geçtiği Yiğit Bulut fenomenini baş danışman olarak alabiliyor? Telekinezi onun inançlarına da aykırı sonuçta.
B: Ben 2010’un çok güzel yıldırma noktası olduğunu düşünüyorum 2010-2011 orada bir senelik referandumda başlayıp seçimle sonlanan bir yarık var. O yarıkla her şey değişti. Türkiye de ciddi bir şekilde değişti. AKP kendi çapında reformcu, değişiklik, yeni alanlar açma peşinde bir partiyken birdenbire inanılmaz bir kibir ve küstahlık geldi. Şimdi mesela bu Perihan Mağden’in şu söyleşisine baktın mı? Bakılacak yerleri var. Perihan Mağden benden uzak dursa sevinirim. Ama bakılacak yerleri var. O mesela kırılmanın Tayyip Erdoğan’ın annesinin ölümüyle olduğunu söylüyor. Benim arazime el atmış. Psikanalitik okuma yapıyor. Yapsın, benim tapulu malım değildir tabii. Yani, “annesinin ölümü ve hemen arkasından kendi hastalığı bir ölümlülük farkındalığı yarattı Erdoğan’da” diyor ki o bir anne kuzusuydu, o yüzden çok etkilemiştir diyor. Ve bu ölümlülük farkındalığı müthiş bir kibir olarak döndü diyor. Ölümlülüğünün farkında olma iki türlü tepki yaratabilir insanda. Bir tanesi daha mistik daha mülayim daha tasavvufa yatkın olursun. Ya da “gidiciyim aman gitmeden üstünde bulunduğum yere büyük işaretler bırakayım” dersin. Çamlıca Camii tutturması budur diyor. Çamlıca’da cami isteyen bir cemaat yok. Ama, “Uzaydan bile görünecek bir işaret bırakayım ben gidiyorum çünkü ölümlüymüşüm ben.” Telaş. Taksim’e öyle bir Topçu Kışlası yapayım ki… AKM’yi yıkıp yerine barok bir şey yapayım… Büyük izler bırakayım bu dünyaya. Dediğim gibi insan daha mülayim ve mütevazı bir insana dönüşebilir ölümlülük farkındalığıyla ama öyle olacak biri olsa da zaten Türkiye’ye başbakan olmuş olmazdı maalesef. Yani o hırsın bir yerlerde yattığını görüyoruz. Daha önce kontrol altında tutulan çok sıkı denetlenen bir hırs varmış belli ki. O hırs patladı şimdi. Annesi ne zaman ölmüştü?
M: Referandum sıralarındaydı…
B: Referandum öncesi sanıyorum. Burada Perihan Mağden’in yaptığı analizin bir şeyi var, romancı analizi, bu tabii ki hakikati açıklıyor diye söylemiyorum ama bunun da kıymetli bir yanı var. Perihan Mağden’in söylediği yüz şeyin 99’una katılmam bu yüzde 1’e geliyor. Bu 2010-2011 yarığına düşüyor işte. 2011 için de %58 “evet” çok heyecan verici bir şey değildi. Çok iyi biliyordu ki evet diyen solcular da var MHP’nin bir kısmı da evet diyor BBP, Has Parti evet dedi ki o sırada vardı bir oyu Has Parti’nin filan. Birilerinin oyunu çekebiliyordu ve BDP her ne kadar boykot ettiyse bile özellikle büyük şehirlerde bir kısmı evet, dedi.
M: Kürdistan’da boykot işledi de burada…
B: O kadar işlemedi. Dolayısıyla o bir sene bir yarıktır. Eyvallah burada dediğimi yaptırdım şimdi ne oluyor? Seçimlerde de %49,5’i gördü, %50’ye yuvarladı kafasında tamam orada her şey bitti. Bundan sonra ancak aşağı gidebilirdi zaten. Bundan sonra kurtuluş yoktu, o yüzden şu ana kadar hiçbir şeyin farkında değil Erdoğan. Dinlemiyor da. Bir danışmanı gidip “başbakanım, böyle böyle şeyler de oluyor” dese muhtemelen elindeki telefonda mesaj yazmaya başlıyordur. Dinlemiyordur onu, ısrar ediyorsa da zaten kovacaktır…
Devamı gelecek…