20. yüzyılın en etkileyici fotoğrafçılarından biri olan Pedro Luis Raota’dan bahsetmeden önce, gözümün yaşını silip “benim hiç bisikletim olmadı ki…” cümlesini kurmam gerekiyor…
Bisikletim olmadı ama bisikletin özellikle çocukluk anılarındaki yerini iyice belledim. Kulaktan kulağa yayılan hikâyelerden anladığım kadarıyla bisiklet sürmek çok acayip bir şeymiş, her çocuğun hayalini bir bisiklet, dilini ise “bir tur versene” cümlesi süslermiş…
Yeni bir “bianchi” için zamanında ne harçlıklar biriktirilmiş, en önemlisi de bisiklet sürmeyi bir kere öğrenince öldür allah unutmazmışsın…
(Bir de bisiklet sürmeyi öğrenirken hiç arkana bakmayacakmışsın ki babanın annenin seni bıraktığını görmeyecekmişsin hikayesi var ki bence bu hadisenin çocuk yüreklerde açtığı yaraların izini bugün bile görmek mümkün ama konumuz inanın hiç bu değil!)
İşte hayatında hiç bisikleti olmamış, hiç bisiklet sürmemiş biri olmama rağmen, gencecik yaşında ilk fotoğraf makinesini alabilmek için ünlü fotoğrafçı Raota’nın bisikletini sattığını okuduğumda “N’olmuş yani?” demedim. Hemen kendimi bisikleti olan bir insan yerine koydum ve şu süslü cümleyi not ettim:
“Demek Raota, çocukluk anılarını fotoğraf aşkı uğruna feda etmiş…”
1934 yılında Arjantin’li çiftçi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Pedro Luis Raota, pasaport fotoğrafı çekerek başladığı fotoğraf serüvenine, tıpkı efsanevi öncülleri Dorothea Lange ve Eugene Smith gibi felakete uğramış insan hikâyelerinin izini sürerek devam eder.
Raota için yolu “ölüm kamplarından, gaz odalarından, katliamlardan, işkencelerden,örgütlü devlet suçlarından” geçen yüzlerce felaket hikayesi bulmak hiç de zor olmaz ve tahmin edeceğiniz gibi bu hikâyeler, Alain Badiou’nün “Bu yüzyıl, lanetli bir yüzyıldır” tasvirini ispatlar niteliktedir…
Raota’nın insan ruhunun derinliklerini yakalayan fotoğraflarındaki en büyüleyici kareleri ise bütün güzelliği ve gerçekliğiyle çocuklar oluşturur, “Lanetli yüzyıl”ın ceremesini en ağır şekilde çeken çocuklar, bu fotoğraflarda “inadına” masum, “inadına” özgür ve her zamanki gibi güzeldir… 20. yüzyılın hala kabuk bağlamamış yaraları ve karanlığı hafızalarımızda dururken, Raota’nın fotoğraflarındaki “karanlığın”, kimi zaman bir çocuğun gülüşü, kimi zaman da ağlayışı ile yırtıldığını görürüz…
Raota’nın fotoğraflarının belki de “ölümsüzleştirdiği” şey ne bir çocuk, ne de bir andır. Belki bu fotoğraflarda ölümsüzleştirilen, her baktığımızda hatırlamamız istenen şey insanlık tarihinde meşruiyetini geç bulan ama erken kaybeden “çocukluk”tur…
Bisikletini satarak aldığı fotoğraf makinesi sayesinde kariyerine genç yaşlarda başlayan Raota’nın ünü, yeteneği ve kendine has üslubu sayesinde kısa sürede dünyanın pek çok ülkesine ulaşır.
O ödülden bu ödüle koşan ve 52 yaşında hayata gözlerini yuman Pedro Luis Raota, çektiği fotoğrafların bazılarının “kurmaca olduğu” iddialarını reddetmek yerine, şu süslü cümleyi kurarak işin içinden sıyrılır:
“Fotoğrafçı bir fotoğraf hayal eder ve eğer o fotoğraf ortada yoksa, tıpkı bir film yönetmeni gibi onu yaratır…”
Raota’nın fotoğraflarının hangilerinin kurmaca olup olmadığını bilmiyoruz ama onun fotoğraflarına baktığımızda çocukluğun masumiyeti ve güzelliğinin bir “kurmaca” değil, kesinlikle “gerçek” olduğundan adımız gibi emin oluyoruz…