‘Bir Şarkısın Sen’in artık eleştirilecek yanı yok. Ne dense tekrardan öteye gitmeyecek çünkü. Ayrıca her söylenenin ağza geri tıkılması mümkün. Çocukları ruhen hazır olmadıkları bir sürecin içine sokuyorsunuz deseniz, aynı şeyi okul müsamerelerinde görmüyor musunuz karşılığı gelecek. Ana-babalar çocuk adına karar veriyor deseniz, müzik kursundan resim kursuna sürüklerken kime soruyorlar cevabı alacaksınız. Çocuklar yarışma stresine, performans baskısına maruz kalıyor deseniz, ta ilkokuldan üniversiteye kadar o sınav senin bu sınav benim koşuşturmaya ne buyrulur diye susturulacaksınız… Ki, bunlarda doğruluk payı var. Bu bakımdan ‘Bir Şarkısın Sen’, ‘aysberg’in, üstelik de alabildiğine ışıltılı, pırıltılı ve şıkırtılı olarak görünen kısmı denilebilir.

Hem ‘yarışma’ eleştirisine itiraz da var ve sunucu Pınar Altuğ bunu şöyle dillendirdi: “Bir Şarkısın Sen programının yayımlanmaya başladığı ilk sezondan bu yana ısrarla belirttiğimiz husus şudur ki bu, çocuklar arası bir şarkı yarışması değildir ve asla olmayacaktır. Bir Şarkısın Sen, sadece ve sadece sevilen şarkıları minik yıldızlarımızın seslendirdiği bir müzik-eğlence programıdır. Üzerinde hassasiyetle durduğumuz bu konuyu 3’üncü sezonumuzun bu ilk programında tekrarlamayı uygun bulduk”.

Pekâlâ! Ama eleme sürecinde yaşanan nedir? Çocukları alıyor, seçmeye tâbi tutup binlercesini eliyorsunuz. ‘Elek’ üstünde kalanları ekranda izliyoruz da ya geri kalanlar?! Onların durumu ne; şimdi ekrana bakınca kendilerini nerede görüyor, ne kadar değerli hissediyorlar?

Neyse dedik ya, eleştiri yok. O yüzden bir tespitle yetinelim! ‘Bir Şarkısın Sen’, zamanımızda çok dikkat çekilmiş bir olguyu Türkiye’de belgeleyen önemli bir örnek. İletişim kuramcısı Neil Postman’ın ‘çocukluğun yokoluşu’ dediği olgu bu. Ömrünü bu memlekette çocukluğun serüvenine adamış eğitimbilimci Bekir Onur’un tabiriyle de ‘yetişkinleştirilmiş’ çocukluk durumu… Ekranda çocukların performansına baktığınızda bunu net biçimde görüyorsunuz. Hepsi yetişkin ağzı, hali, tavrı, edası, mimiğiyle söylüyor şarkısını. Herkesi ‘zevk’le şaşırtan, çocukların bu ‘yetişkin minyatürü’ havası…

Böylece çocukluk, güle-oynaya yetişkin dünyasının bir parçası haline geliyor. ‘Çalınmış çocukluk’, ‘acele ettirilmiş çocukluk’ diyenler de var buna. Tabirler o kadar yerinde ki programın önceki sezonlarında göz doldurmuş çocukları şimdi izlerken nasıl bir ‘kültürel’ erken büyüme içinde olduklarını hemen fark ediyorsunuz. Bunun ruhsal-duygusal altyapısını bilmiyoruz tabii…

Aslında çocukluk yok oldu demekten öte ‘sermaye’ oldu demek de gerek bu duruma. Çocukluk, çocuklardan çok onu sermaye yapmış bir endüstriye ait artık. Çocuklar da ebeveynler de bu endüstrinin pasif ya da aktif tabileri… Pasif olanlar evde programı izleyenler. Aktif olanlarsa ekranda ve stüdyodalar. Ve çocuğunuzu ekranda görünür kılmanın, herkese izletmenin karşılığında bir kanala trilyonlar kazandırıyorsunuz.

Ne diyelim?! Ah çocukluk; bir zamanlar ‘şarkı’ydın sen!..

Tayfun Atay / Radikal