“Annelik olgusu yeniden yükselişe geçti. Blogosferde, kitaplarda, dergilerde, haberlerde, bütün tartışma programlarında, geleceğin garantörü olarak yine anneler ön plana çıkmaya başladı. Ayıp olmasın diye insanlar “ebeveynlik” kurumundan bahsediyorlar, ama iş detaylara geldiğinde görüyoruz ki kastettikleri aslında ve yalnızca anneler…”
Yukardaki cümleler Phyllis Rippeyoung’un Governing Moterhood: Who Pays and Who Profits (Anneliği Yönetmek: Kim Ödüyor, Kim Kar Ediyor) adlı çalışmasından alındı. Rippeyoung bu makaleyi Canadian Centre for Policy Alternatives (CCPA, Kanada Alternatif Politikalar Merkezi) için kaleme aldı. Hükümet politikalarının (bu politikaların varlıkları kadar yokluklarının da) ebeveynler ve aileler üzerindeki etkilerine çokça kafa yoran biri olduğum için başlığı okuyunca heyecanlandım kaçınılmaz olarak.
Yukarıda alıntıladığım giriş paragrafından sonra Rippeyoung anneler üzerindeki kimi spesifik kamusal baskılardan söz ediyor. Ona göre anneler daha annelik mevzuunu daha hassas ve yoğun olarak dikkate almaları yolunda baskı görüyorlar. Ve bu durumun ne kadar adil olduğunu sorguluyor.
“İçinde yaşadığımız bu uzmanlar imparatorluğunda, ebeveyn olmanın bedeli -yalnız altından kalkabilecek olanlar için değil, buna gücü yetmeyecekler için de- giderek daha da yükseliyor. Bu yalnızca bireysel olarak kadınları ilgilendiren bir durum değil. Çünkü ‘iyi anne’ olmayı sosyoekonomik statüyle yeniden ilişkilendiren bu eğilim, devletin ailelere verdiği sosyal hizmetlerin neoliberal politikalar çerçevesinde geri çekilmesine de bahane oluşturuyor. Eğer politika üretenler çocuk sağlığını sahiden önemsiyorlarsa yalnızca anneye değil, ailenin tüm bireylerine yönelik hizmetleri geliştirmek durumundalar.”
Anlaşılacağı üzere Rippeyoung aileye dönük devlet müdahalelerinin sürekli kadın üzerinden gerçekleştirilmesiyle ilgili sorunları aktarıyor. Anneler devlet eliyle “daha iyi” anne olmak konusunda sürekli eğitiliyorlar. Ancak “daha iyi” anne olmak için gereken altyapı bilinçli olarak gözden kaçırılıyor. Bir başka deyişle “daha iyi anne” olmak, annenin içinde yaşadığı koşullardan bağımsız olarak ele alınıyor. Çünkü böyle düşünmenin hükümetlere getirdiği bütçe yükü daha düşük.
“Eğer kadınların ve ailelerin çocuk sahibi olma yolundaki tercihleri desteklenecekse, annelik eğitiminden başka mevzular da göz önünde bulundurulmalı. Örneğin çocuğun nerede oynayacağı, hangi okula, nasıl gideceği, onu nasıl besleyeceğinizden daha önemsiz değil.”
Bu noktada Rippeyoung adil ücretlendirmeden, aileye yönelik sosyal hizmetlere değin, gıda güvenliğinden temiz suya ulaşıma (evet, evet Kanada’da bile bunlar sorun) pek çok politika başlığına değiniyor.
Dahası da var…
Rippeyoung kısaca giderek daha çok belirginleşen yerel cemaatlere değiniyor. Bu noktada önemli bir bulmaca var önümüzde. Örneğin etrafta “çocuk yetiştirmek için özenle geliştirilmiş köyler”den söz ediliyor. Komşularımıza, arkadaşlarımıza ve birbirimizle yardımlaşabileceğimiz bu yerel cemaatlere ihtiyacımız var. Evet, birbirimize daha çok yardım etmeliyiz. Ama bütün bunları bir yer satın alarak girdiğimiz cemaatlerde mi yapmalıyız?
Ve dahası…
Rippeyoung’un çalışmasının ilk paragrafına dönmek istiyorum bu noktada yeniden: “Ayıp olmasın diye insanlar “ebeveynlik” kurumundan bahsediyorlar, ama iş detaylara geldiğinde görüyoruz ki kastettikleri aslında ve yalnızca anneler…” Neden anneler?
Bu soru karşısında bir çoğumuz söze annenin ve babanın biyolojik farklılıklarından dem vurarak başlayacağız. Ne de olsa baba bebeği emziremez. Fakat açıklama bu kadarla bitmeli mi? Evet, bebeği bir tek anne emzirebilir, ama bir bebeği büyütmek için yapılacak tek şeyin de emzirmek olmadığını biliyoruz.
Suzanna Barston’un Bottled Up (Şişelenmiş) adlı kitabında beni rahatsız eden bir pasaj vardı. Barston çocuğunu mamayla büyütmek istemeyen bir kadının, işyerinde anne sütünü biriktirmek için kullandığı sağma yöntemlerinin yarattığı sorunlardan bahsediyordu. Adil olmayan işbölümünün yarattığı müthiş bir sorundu bu. Ama Barston bu noktadan hareketle bir annenin bir yıl boyunca hem emzirmek hem de çalışmak zorunda olmasının adaletsizlik olduğu sonucuna varıyordu. Haksız değil, ama buradan gidilecek nokta annenin bir yıl boyunca evde oturup bebeğini emzirmesi de olmasa gerek…
Çünkü böylesi pek çok insanın içinde yaşadığı realiteyi gözden kaçırmak olur. Yapılması gereken bunun yerine ebeveynliğin yalnızca annenin değil, babanın da etkinlikleri üzerinden yeniden düşünülmesi. Örneğin çalışma koşullarında yalnızca annelerin değil, babaların da ebeveynlik sorumlulukları düşünülebilir. Babaların da çocuklarının bakımlarına ilişkin sorumlulukları göz önünde bulundurulup, onlara da kimi izinler ve kolaylıklar sağlanabilir. Hükümetler annelik kurumunu idare etmeye uğraşmak yerine, ebeveynliği bir bütün olarak ele alıp, babaları işin içine daha çok katacak uygulamalar üretebilirler.
Ama bunu hiçbir hükümet kendi başına akıl etmeyecek. Bizlerin de talep etmesi gerekiyor. Bu yüzden yoğun ve inceltilmiş annelik yöntemleri üzerine düşünmek yerine, babaları işin içine nasıl katacağımıza odaklanmalıyız belki de. Bunun için de toplumun anneliği yüceltmek ve kutsamaktan vazgeçip, çocuğun büyümesiyle ilgili koşulları bütüncül bir şekilde ele alması icap eder… Tabii eğer sahiden gelecek kuşaklara yatırım yapmak gibi bir dert varsa ortada…
Annie Urban, PhD in Parenting
Not: Özetlenerek çevrildi