Gümüşsuyu’nda bulunan Atatürk Kitaplığı gerek zengin arşivi, gerekse muhteşem manzarasıyla (bir tarafı güzelim Boğaz’ı, diğer tarafı canım Gezi Parkı’nı görmektedir) İstanbul’un en güzel kütüphanelerinden biridir.

Atatürk Kitaplığı’na yolu düşenler, özellikle eski çocuk dergileri açısından oldukça zengin olan arşive, eski harfli-yeni harfli demeden şöyle bir göz atmak isteyebilir, o zenginlikle gözleri kamaşanlar kendilerini “Pardon, kaçta kapanıyordu?” derken bile bulabilirler…

Arşivde eline geçen ilk Doğan Kardeş cildinde, dünyanın en güzel hikâyelerinden biriyle karşılaşan benim gibiler “Ben bunun filmini çekeyim de gidip Cannes’da ödül alayım” diyerek rüyalar âlemine dalabilir; araştırmacı-yazar- diş hekimi Yalçın Ergir gibiler ise bu güzel hikâyeyi gelecek kuşaklara aktarmak amacıyla belgeler toplayıp, masallar yazıp, şarkılar besteleyebilir…

İşte ikimizin de peşine düştüğü hikâye Türkiye’nin ilk fili Mohini Birtanem’in hikâyesi…

1950 yılında Doğan Kardeş okurlarının, dönemin Hindistan Başbakanı Pandit Nehru Amca’ya “… Biz Türk çocukları ömrümüzde daha canlı bir fil görmedik. Onun için biz de senden bir fil yavrusu istesek, acaba büyük bir ayıp işlemiş olur muyuz? Eğer ayıpsa, Doğan Kardeş mektubumuzun bu parçasını basmasın…” diyerek mektup yazmasıyla hikâyemiz başlıyor.

Çok geçmeden de Hindistan Başbakanı Nehru’nun Türk çocuklarının ricasını memnuniyetle kabul ettiği, beş yaşındaki ve bir ton ağırlığındaki yavru fil Mohini’nin bakıcısı ile Hindistan’dan gemi ile yola çıktığı ve yakında İstanbul’da olacağı Başbakan Adnan Menderes’e gönderilen bir mektupla bildiriliyor…

Nihayet yavru filimiz 25 Aralık 1950 tarihinde İstanbul’a ayak basıyor. İstanbul’a gelişi büyük bir coşkuyla karşılanan yavru fil Mohini için resmi törenler düzenleniyor, şiirler okunuyor ve “Mohini Kardeş” Taksim abidesine çelenk bile koyuyor! Doğan Kardeş dergisinin 1950-51 yılları arasındaki sayılarında bir Mohini furyasıdır esiyor ve Mohini adına bin bir çeşit yarışma düzenleniyor.

Mesela Mohini için bir “soyadı” aranıyor, “Bir Tanem” soyadını bulan “Sevin Nart Kardeş”e Yapı ve Kredi Bankası’nın ev şeklindeki radyosu hediye ediliyor…

Bir çocuk dergisinin gözünden, Türkiye’ye gelen ilk filin hikâyesini keşfetmenin heyecanını yaşarken, Mohini’yi karşılamaya gelen çocukların elindeki pankartlardaki yazıları okuduğumda nedense gözlerim doluyor:

“Fil kardeş, senin kara boncuk gibi gözlerinden öper, hoş geldin deriz”

“Fil kardeş, verimli topraklarımızda yetişen zümrüt yeşili otlarla seni besleyeceğiz”

Sonra ben gözümün yaşını silip soluğu Google’da alınca, Yalçın Ergir’le ve Mohini’nin Hindistan’da başlayıp Erzincan’a uzanan ve henüz bitmemiş olan hikâyesi ile karşılaşıyorum…

Mesleği diş hekimliği olan ve aynı zamanda “Düş Hekimi” kitap serisinin yazarı Yalçın Ergir, o döneme tanıklık ediyor ve İstanbul’daki ziyaretinden sonra Ankara’daki Gazi Hayvanat Bahçesi’ne yerleşen Mohini’yi çocukken tanıma şansı buluyor…

“Bir masumiyet dönemine duyulan büyük özlem ve o döneme ait her şeyi yazıp gelecek kuşaklara aktarabilme dileği”ile Mohini Birtanem’in tüm hikâyesini “Şeker Fil Mohini Masalı”ında en ince ayrıntısına kadar anlatıyor:

“Şeker Fil Mohini aslında benim yaşımdaki pek çok insanın çocukluğunun canlı oyuncağı. Benim gibi o dönem Pazar günleri Atatürk Orman Çiftliği Hayvanat Bahçesi’ne ailecek giden çok koca çocuğun yüreğinde buruk bir sızıdır Mohini satırları…” diyen Ergir 1994 yılında kaybettiğimiz Mohini’nin kemiklerine bile ulaşıyor…

Yıllar sonra Erzincan Kemaliye’ de bulunan Prof. Dr. Ali Demirsoy Doğa Tarihi Müzesi’nde Mohini’nin kemiklerine dokunan Ergir, o anki hislerini şöyle dile getiriyor:

“Mohini’ye dokunmak sanki bir zaman yolculuğuydu. Türkiye’nin bir ucundaki bir fil iskeleti ne kadar büyüleyici gelebilirse, ne kadar eski bir dostla kucaklaşmayı hissettirebilirse o duyguları yaşatmıştı…”

Ben bu sefer de çocukluk arkadaşı Mohini için masallar yazıp şarkılar besteleyen, 2006 yılında Hindistan Başbakanı’na yine yavru bir fil ricasıyla mektup yollayan ve hala mektubuna cevap bekleyen Yalçın Ergir’in hikâyesi ile karşılaşınca yine aynı rüyalar âlemine dalıyorum:

“Ben bunun filmini çekeyim de gidip Cannes’da ödül alayım…”

Görseller, Yalçın Ergir arşivinden alınmıştır.