Gencecik bir adam, çocuğunun yanağına öpücük kondurup çıktı evinden, “akşam” dedi. “Geleceğim!”

Aynı saatlerde başka bir genç adamın kalbi -ki varsa eğer- saatli bomba gibi atıyor olmalıydı. “Öldür” demişlerdi. “Sigarayı söndür” der gibi sakindi ses tonları. Saat hayatı son geçtiğinde bir kez bile düşünmedi iki adam. Birinci adam oradaydı; çünkü çocuğuna sunacağı bundan daha güzel, daha onurlu, insana yakışan bir hayat vardı. Biliyordu.

İkinci adam, o da oradaydı. “Öldür” demişlerdi. Öldürecekti… Şimdi birinci adam toprak oldu. Yağmur olup yağmak için bulutlara çıktı. Rengarenk çiçekler açıyor bulutlarla bezenmiş göğsünde… Koparamıyor kimse.

İkinci adam vahşi bir hayvan kadar olamayıp avını sokak ortasında bırakıp kaçtı. Korku içinde saklanıyor. Kim ne derse desin, aldığı terfiler, sırtını sıvazlayanlar, adaletin öldüğü mahkeme kararları ve boş laflar susturamayacak içinden gelen sesleri. Onun da bir annesi var. Elini öptüğünde birinci adamın annesi gibi kokacak o eller. Çocuğuna sarıldığında iki adamın çocuk sevgisini taşıyacak içinde.

Uykular iki adam için. Korkular da! İki adamlık yaşayacak ne varsa! Her şeyin bir anda değişebildiği bir ülkenin insanı o. Bunu biliyor. Bir gün yeniden dirilecek adalet. Ethem’in ve onlarcasının omuzlarında ayağa kalkacak. O zamana kadar korkarak bekle ikinci adam. Korkmak için çok sebebin var nasılsa…

Bugün kimse bana adalet, demokrasi falan demesin lütfen. Al kırmızı beyaz bayrağımızı belirli gün ve haftalarda pencerelere camlara asınca, komşunun bayrağı bizimkinden büyük ah ne güzelmiş deyince, sosyal medyada profillerimizi kaplayınca hayat bayram filan olmuyor. Cumhuriyet uğruna bedeller ödenerek kuruldu, pencereleri bayraklarla kaplayarak değil. Kimse görmüyor mu? Bugünlerde ne zaman demokrasiden bahsetsek bulutlarda yaşar oldu çocuklar.

Nereden bakarsanız bakın, bizden kalabalıklar. 14 yaşında Berkin, o demokrasinin biber gazıyla vurulmuş hâlâ uyurken bunu mu kutlayacağız?

Gerçek adaleti bulduğumuz gün bizim de kutlayacağımız şeyler olacak elbet. Siz, o gün görün bayramı. Ama yok, beklerken gelmeyecek adalet! Şimdi Berkin’in başucunda nöbet tutuyor, bazen ODTÜ ormanlarında salınarak geziyor. Kazova işçileriyle alın teri döküyor. Sakın kaybetmeyelim onu, olur mu? Sokak sokak peşinde koşalım. Yüzyılda bir dünyaya düşen bir yıldız gibi değerli. Bulutların arasındaki çocuklar var ya, onlar fırlatıp gönderdi bu sefer.

O bulutların arasında anlatılan başka bir hikaye de var elbet. Kanlı canlı bir kitap bu sefer. O da hüzünlü ama bir o kadar umut dolu bir öykü. Andrê Neves tarafından yazılan “Bulutların Arasında” Nesin Yayınevi’nin Çocuk Cenneti Kitaplığı serisinden oldukça dokunaklı, güzel olan ne varsa her şeyi kısacık bir hikâyeye sığdırmayı başarmış bir kitap.

Her şey birdenbire olmuştu. Bulutlar kentin üstünü kaplamıştı. Bunu ilk, hep gökyüzüne bakan kız fark etti ve yalnızca kendine ait bir bulutu olmasını hayal ederek düşünün peşinden yola koyuldu. Düş kuracak vakti olmayan kent sakinleri kızın aklının bir karış havada olduğunu düşündüler. Gel zaman, git zaman kızın hikâyesi gökyüzünü seyretmeyi hiç sevmeyen çocuğun kulağına gitti. Çocuk, en yükseğe tırmanmaya başlayan kızın cesaretine hayran kalmıştı. Kız sonunda çocuğun yaşadığı dağa da tırmanmış hatta evine kadar girmişti. Bulutları almak isteyen kızın gülümsemesi çocuk için dünyadaki en güzel şeydi artık. Ve bundan sonra kız hep gülsün diye onun için bir şey yapmaya karar verdi.

Şiirsel anlatımıyla dikkat çeken bu güzel öykü, resimleriyle de bambaşka bir dünyanın kapısını aralıyor sanki. 3-7 yaş arasına hitap etse de kesinlikle daha büyüklerin de hoşlanacağı bir kitap.

Bir kişinin başlattığı serüven bir kenti sararsa herkes bilir ki gökyüzünde sadece kuşlar uçmuyordur artık.

“Bulutların Arasında” bunu bir kez daha hatırlattı bana.